06 Haziran 2017 16:40
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz darbe girişimini MİT'e haber veren pilot Binbaşı O.K'nin MİT'e alınmasıyla ilgili "Kamuoyuna yansıyan ifade eden 'MİT Müsteşarı helikopterle kaçırılacakmış"Askerlerin darbe yapacağını anlatan O.K.'nın ifadesi kamuoyundan niçin gizlendi? Öyle anlaşılıyor ki bu konuda Genelkurmay'a da bilgi verilmiyor. Daha sonra O.K MİT elemanı olarak istihdam ediliyor. Bir daha hiçbir savcı O.K'nın ifadesine başvurmasın diye. " dedi.
Kılıçdaroğlu, Başbakan Binali Yıldırım'ın "Ana muhalefet partisi genel başkanı dün bir toplantıda attı tuttu. Verdi, veriştirdi. Ne diyor? Efendim Türkiye'de 7 milyon işsiz var. Hükümet ne yapıyor? Ne tedbir alıyor? Şimdi Kılıçdaroğlu'nun hesap kitapta anlamadığını biliyorduk da bu kadar geniş aldığını bilmiyorduk." iifadelerini "Bana laf yetiştireceğinize otur biraz kitap oku Binali Yıldırım" sözleriyle eleştirdi.
Türkiye'de 9 milyon işsiz olduğunu yinleyen Kılıçdaroğlu "7 milyon işsiz yok diyor. Yahu Binali Bey, ben değil, siz bilmiyorsunuz. İş aramaktan umudunu kesenleri bilmiyorsunuz siz. 2 milyon kişi umudunu kesmiş iş aramaktan. Siz bunları işsiz saymıyorsunuz." şeklinde konuştu.
CHP lideri kamuoyunda 'Zeytinlik Kanunu' olarak bilinen ve zeytinliklerin sanayileşmeye açılmasına olanak sağlayan yasa tasarısına ilişkin olarak da "Sıra zeytin ağaçlarının katliamına geldi, yiyorlar, ranta doymuyorlar. Biz bunun takipçisi olacağız. Zeytin alanlarını savunacağız" ifadesini kullandı.
Partisinin grup toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları şöyle:
"Emek en yüce değerdir. İster fikir işçisi olsun, ister beden işçisi. Emekle üretiyoruz çünkü biz, emekle düşünüyoruz, emekle sorunları çözüyoruz, emekle buluş yapıyoruz. Makineyle daha hızlı yapmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla emek, sadece bizim felsefemizde değil, insanoğlunun felsefesinde olması gereken en yüce değildir. Emeğe haklarını CHP iktidarları vermiştir. Toplu sözleşme ve grev hakkını getirmiştir.
Bu, anayasada da yer almıştır. Daha sonra yine Ecevit, Başbakanlığı döneminde işsizlik sigortası getirmiştir. Sosyal demokrat partinin getirdiği tüm düzenlemeler, askeri darbeyle büyük ölçüde makaslanmıştır. Dün bunu HAK-İŞ'in Genel Başkanı ifade etmiştir. Ben de konuşmamda şunu söyledim, darbeler kötüdür evet. Darbeler vatandaşın haklarını vatandaşın elinden alıyor evet. Peki darbeden sonra iktidar olanlar, işçilerin haklarını neden iade etmediler?
Neden vermediler? Ama sizler gidip onlara oy verdiniz. Bir daha sandığa giderken haklarınızın korunması açısından bir daha düşünün. Kim sizin haklarınızı, kim sizin çıkarlarınızı savunuyor? Bunu düşünerek sandığa gidip, bunu düşünerek oy kullanırsak işçi kardeşlerim geleceklerini daha iyi görebilirler. Çünkü biz, işçi dostlarıyız. Ben işçi sendikalarının genel kurullarına katılırım. Sendika başkanlarını da yeri gelirse en ağır şekilde eleştiririm. Ve onlara şunu söylerim: Ben sizi eleştiririm çünkü ben sizdenim. Ben de işçiyim.
Ne oldu da işçiler, kendi haklarını savunan siyasal partilere oy vermekten vazgeçtiler? 1980 sonrası Türkiye farklı bir kulvara sokuldu. Yapılan siyaset etnik kimlik üzerinden, yapılan siyaset yaşam tarzı üzerinden, inanç üzerinden oldu. Kimse kendi sorununu düşünmedi. "Ben inancıma göre oy veriyorum" dedi, "Yaşam tarzıma göre oy veriyorum" dediler. Şimdi bu tuzaktan çıkma zamanı geldi. İşçinin inancı ne olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun haklarını savunmak hepimizin görevi olmalıdır.
Kardeşlerim, yine bu toplantıda üç genel başkan konuştu dedi ki, 1 milyon 600 bin civarında sendikalı işçimiz var. Çalışan işçi sayısı 13-14 milyon.
Taşeron işçi ne kadar? 1 milyon 700. Sendikalılardan fazla taşeron işçi var. Ömür boyu asgari ücrete mahkumlar. İzin bile alamazlar. Çünkü her an işlerini kaybedebilirler. Peki taşeron işçiliği Türkiye'nin gündemine getiren parti kim? CHP.
Kayıt dışı çalışmayı önlemek için sık sık toplantılar yapılıyor. Siz kayıt dışı çalışmayı engellemek mi istiyorsunuz? Bunun tek bir yolu vardır, sendikalı olmaktır. Sendika olursa bir şirkette, örgütlenme olursa kimin ne kadar, nerede çalışacağı belli olur. Ama birileri yalan söylüyor, o yüzden işçilerin oylarını alıyorlar.
Asgari ücret veriyorlar, 1404 lira. Açlık sınırı nedir? 1518 lira. Yoksulluk sınırı? 4 bin liranın üstünde. Peki bir geçimin azami geçim ücreti nedir? Ortalama 1800 lira. Bunu gündeme getiren parti kimdir? CHP. Şimdi bütün işçilere sesleniyorum; siz insanca yaşamak istiyorsanız, alın terinizin karşılığını almak istiyorsanız, bu ülkede barış içinde yaşamak istiyorsanız sadece ve sadece oy verebileceğiniz tek bir parti vardır. O partinin adı da CHP'dir.
Ve o toplantıda 7 milyon işsizimizden bahsettik. Bugün Binali Bey diyor ki; Kılıçdaroğlu bilmiyor, 7 milyon işsiz yok diyor. Yahu Binali Bey, ben değil, siz bilmiyorsunuz. İş aramaktan umudunu kesenleri bilmiyorsunuz siz. 2 milyon kişi umudunu kesmiş iş aramaktan. Siz bunları işsiz saymıyorsunuz. Bana laf yetiştireceğinize otur biraz kitap oku Binali Yıldırım.
İfade, konuşma ve basın özgürlüğü sağlanmalı ve demokratik, bağımsız gazeteler, dernekler tekrar açılmalıdır. Bizim söylediklerimiz işte. HAK-İŞ söylüyor bunu, TÜRK-İŞ söylüyor, DİSK söylüyor. Bu bildiri, dünyanın her ülkesinde birinci haberdir. Bu bizde görülmüyor arkadaşlar. Neden? Başımızı belaya girer diye. Grup başkan vekillerime sesleniyorum, bunu TBMM'de okuyacaksınız. Biz bu sendikaların seslerini parlamentoda duyuracağız.
İnsan hakları ihlalleri var. Haksız gözaltılar, işten atılanlar var. Bunlar sürerken şimdi sıra zeytin ağacının katliamına geldi. Doymuyorlar, yiyorlar, doymuyorlar. Ranta doymuyorlar. Ya sen zeytin ağacından ne istiyorsunuz? Zeytin, Kuran-ı Kerim'de de geçen bir ağaçtır. Nurdur. Siz bundan ne istiyorsunuz. 1939 yılında zeytinle ilgili kanun çıkarıyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları. Nasıl koruruz diye uzmanlar getirtiyorlar. Şimdi zeytin ağacını nasıl yok ederiz, onun çabası içindeler. 167 milyon zeytin ağacımız var. Zeytin üretiminde, dünyanın üretiminin yüzde 6'sını Türkiye tek başına yapıyor. Ve bizim ihracatımız, 86 milyon dolardır. Niye zeytinle ilgili böyle bir karar geliyor TBMM'ye? Değerli kardeşlerim, zeytinin ana vatanı Anadolu'dur. Barışın simgesidir.
Şimdi siz, alıyorsunuz zeytinleri nasıl yok ederim diye bir çabanın içine giriyorsunuz. Bir üretici şunu söylüyor; biraz Allah korkusu olan zeytin ağacına dokunmaz. 2002'den bu yana 6 kez zeytin ağacının katliamıyla ilgili kanun tasarısı getirdiler. Şimdi 7 oldu. 6 kez reddedildi, şimdi getiriyorlar. Neden? Maden arayacaklar, madencilerin isteği üzerine. Ya maden yerin üstünde, bırak yerin altındakini. Neden karışıyorsunuz buna? Dolayısıyla zeytinle ilgili mücadeleyi biz yapacağız, parlamentoda yapacağız. Sizler de her türlü desteği verin.
Dün bir olay yaşandı. Suudi Arabistan dahil 7 ülke Katar'ı teröre destek vermekle suçladılar ve Katar'ın büyükelçi ve vatandaşlarını kendi ülkelerinden çıkmaya davet ettiler. İslam dünyasının geldiği noktaya bak. Dolayısıyla hepimizin ama hepimizin bunlardan ders çıkarması lazım. Karışan orta doğudan, terörden, akan kandan herkesin ders çıkarması lazım. Eğer politikayı siz, etnik kimlik üzerinden yaparsanız acıyı ve kanı asla önleyemezsiniz. Şimdi değerli arkadaşlarım. Bizim bu konuda hükümete önerilerimiz var. Birinci öneri şu; Katar, İhvan'a desteğini kesmelidir. Yani Müslüman Kardeşler'e desteğini kesmelidir.
Bu siyasetten Adalet ve Kalkınma Partisi uzak durmalıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Genel Başkanı bizzat destekliyor. Rabia'yı da kullanmaktan vazgeçmeliler. İslam dünyasının teröre destekle suçladığı İhvancıların simgesini getiriyorsunuz, yerli ve milli diye yutturuyorsunuz. Akıl alacak bir şey değil. İkincisi, Yemen'deki kirli savaş bitirilmelidir. Üçüncüsü Türkiye, Suudi Arabistan ve katar arasında tarafsızlığını korumalıdır.
Dolayısıyla bu konuda dış politikayı yürütenlerin dikkatli olması gerekiyor. Gelelim son konuya, 15 Temmuz darbe girişimini yaşadık. Bu darbe girişimine karşı 4 siyasi parti ortak bildiri yayınladı. Parlamento dışındaki bütün siyasi partiler de buna destek verdiler. Darbe Komisyonu'nu kurduk, kurduk da sonuca ulaştık mı? Hayır. Ben zaman zaman iktidarı ve darbe yapanları eleştiriyorum. Darbe yapanların kimler olduğunun ortaya çıkarılmasını istiyorum. Gerçek faillerin bulunmasını istiyorum. Gerçek failleri bulup ortaya çıkarmazsak darbeyle tam anlamıyla yüzleşemeyiz.
Ben bunları söylerken zaman zaman eleştiri konusu oluyorum. "Siz FETÖ'yü mü destekliyorsunuz?" diyorlar. Bizim politikamız Fethullah Gülen cemaati ile mücadeleyle geçti. Araştırma önergeleri verdik, soru önergeleri verdik. Eleştirdik. Her şeyi ama her şeyi yaptık. Şimdi darbeyle ilgili kafamızda büyük sorular var. O konuda komisyondaki arkadaşlarımız bizim tarihimize geçecek çok önemli bir rapor hazırlıyorlar. Hem partimizin hem Türkiye'nin hem bütün vatandaşların hislerine tercümen olacak bir rapor hazırlıyoruz. Sorularımız var. Onlarca soru var. Bunların cevabını almış değiliz.
Ya neden darbenin araştırmasını istemiyorsunuz? Kaçtılar. Siyasal iktidar kaçtı. Ayrıntılar ortaya çıkmasın, millet yeteri kadar bilmesin diye kaçtılar. Biz bunu eleştirmeyecek miyiz? Eleştireceğiz. Biz bunu eleştirdiğimiz zaman FETÖ'cü mü oluyoruz? Hayır biz hayatını kaybeden 249 kişinin kanına sahip çıkıyoruz. Adil Öksüz olayını kapatıyorlardı, ilk biz dile getirdi. Kim bu Adil Öksüz, niye tutuklanmaz? Niye kelepçelenmez. En son MİT bir açıklama yapıyor. Efendim bizim açıklarımız milli güvenliğimize zarar vermektedir. Ya Adil Öksüz bizim ne zamandan beri milli güvenliğimize zarar veriyor. Demek ki çok önemli bir adam, sıradan bir adam değil. Bunu ben de kabul ediyorum, sıradan biri değil. Ama nasıl oluyor da milli güvenliğimize zarar veriyor?
Ben bunu sorunca "Siz FETÖ'cüsünüz" diyorlar. Kusura bakmayın, ben bunu sormak zorundayım. Şimdi O.K diye birisi, girmiş MİT'e, ve diyor ki "Orduda şunlar şunlar oluyor". Kamuoyuna yansıyan ifade eden "MİT Müsteşarı helikopterle kaçırılacakmış". Kamuoyuna bu servis ediliyor. Daha sonra O.K'nın MİT'e "Darbe olabilir" ihbarı da yansıyor. Askerlerin darbe yapacağını anlatan O.K.'nın ifadesi kamuoyundan niçin gizlendi? Öyle anlaşılıyor ki bu konuda Genelkurmay'a da bilgi verilmiyor. Daha sonra O.K MİT elemanı olarak istihdam ediliyor. Bir daha hiçbir savcı O.K'nın ifadesine başvurmasın diye.
Darbenin olduğu gün, üç ayrı noktada hedef saptırmak amacıyla Erdoğan'ı bekleyen uçaklar var. Üç ayrı noktada eğer uçak bekliyorsa seni, ve sen hedef saptırma amacıyla bu uçaklara talimat verdiysen demek ki senin bundan haberin var. Şimdi ben bunu sormayacak mıyım? Ben bu soruyu sormazsam darbe nasıl aydınlanacak? Ben bunu soruyorum "FETÖ'cüsünüz" diyorlar. Ben bu soruyu sormak zorundayım. 249 şehidimiz için sormak zorundayım. Yine başka bir şey daha. Darbe girişimi oluyor, cumhurbaşkanına haber veriliyor, MİT'in var, Genelkurmay'ın var. Kimin haberi yok? Başbakan Binali Yıldırım. Kimsenin aklına gelmiyor. Niçin Binali Yıldırım'a haber verilmez? Ben bunu sormayacak mıyım?
Ben bunu sormazsam görevimi yerine getirmemiş olurum. Ben 249 şehidin kanını arıyorum. Ben onların haklarını, ailelerinin haklarını arıyorum. Değerli arkadaşlarım, darbeyi yaptılar, darbeyi yaptılar derken iktidardan bahsediyorum. OHAL uygulaması ile Türkiye'de yeni bir darbe süreci başladı. Haklı, haksız herkesi tutuklamaya başladılar. Bütün muhalifleri FETÖ'cü diye suçladılar. Hapishaneler tıka basa doldu. Geçenlerde bir er mektubu daha geldi;
Sayın Genel Başkan diye başlıyor mektup. Öncelikle bu kadar masum insanın sesi olduğunuz için teşekkür ediyorum. Ben Silivri'de oturan her Türk evladı gibi vatanı görevimi yapmak için 10 Temmuz'da Ankara'da 1. Piyade Tugay'ına teslim oldum. 15 Temmuz günü ben 3 günlük erdim. Bu üç gün içinde yürüyüş eğitiminden başka bir eğitim almamış. Silah verilmemiş bir erdim. Komutanlarımı bile tanımıyordum.
15 Temmuz günü tatbikat var diye bizi topladılar. Öylece araçlara bindirildik. Ben daha önce Ankara'ya gelmiş biri değildim. Alıp bizi araçlarla Ankara İl Emniyeti2nin önüne götürmüşler. Ben ne bileyim? Bir anda çatışmanın ortasında buldum kendimi. Araçtan hiç çıkmadım. Silah tutmayı bilmem, araçta olduğum gibi donup kaldım. Polislerin araca gelmesiyle onlara sığındım. Ne olur şimdi, sorun. Benim suçum bedelli askerlik yapmayıp vatan görevimi yapmam mı? Yoksa devletimiz tarafından başımıza getirilen komutanlara inanmak, yoksa polise sığınmak mı? Babamdan ayrı, vatan haini damgasıyla beni cezaevinde süründüren suçum ne benim?
Suçum ne, ben üç günlük askerim dedim. Aylardır bekliyorum, gelip çıkaracaklar beni diye. Ben inşaat işçisi bir babanın oğluyum. Bizim avukat tutacak paramız yok. Beni görebilmek için bile eşten dosttan borç alarak geliyorlar. Dayanacak gücümüz kalmadı. 21 yaşındayım, alt üst oldum. Uykularımdan ağlayarak uyanıyorum. Böyle mi sahip çıkacak devlet bize? Üç günlük er olduğum, silahım olmadığı dosyamda mevcuttur. Niye bakmıyorlar Kemal Bey? Bizlerin burada harcanmasına izin vermeyin.
Ben hiçbir zaman "Ne istediniz de vermedik" demedim, ben hiçbir zaman Pensilvanya'ya gitmedim. Ali Bardakoğlu'nu hepiniz bilirsiniz. Eski Diyanet İşleri Başkanlarımızdan biridir. Yaptığı bir açıklamada şöyle diyor; FETÖ'cülük bir maymuncuk gibi herkesin kendi konumunu güçlendirmek için ötekine doğrulttuğu bir silah oldu. Öyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Bir darbe süreci ile karşı karşıyayız. Kimsenin hakkını arayamadığı bir ülke ile karşı karşıyayız. Biz demokrasi içinde huzurla yaşamak istiyoruz. Ama hayır diyorlar. Ne söylerseniz söyleyin, hayat hakkını herkese tanıyacağız. Düşünce özgürlüğünü herkese tanıyacağız. Kardeşçe yaşayacağız. Biliyorsunuz, FETÖ'cülerin baklavacılar kolu var, pastacılar kolu var, kavurmacılar kolu var.
Şimdi de FETÖ'nün damatlar kolu çıktı. Damatlar içeride, ama onun dışında hiç kimse dışarıda değil. Aynı menzilde yürüyenler dışarıda, damatlar içerde. Dön artık bitsin bu hasret diyenler dışarıda, damatlar içeride. Ne istediniz vermedik diyenler dışarıda, damatlar içeride. Daha acı olanı ise, hak arayan insanlar OHAL kararnameleriyle içeride, ama Türkiye'yi FETÖ'ye teslim edenler dışarıda. Darbenin siyasi ayağı ortaya çıkıncaya kadar her türlü mücadeleye gireceğimize söz veriyorum. "
© Tüm hakları saklıdır.