Hürriyet yazarı Sedat Ergin, 15 Temmuz darbe girişimi ve devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden sivillere yargı muafiyeti getiren ve kamuoyunun tepkilerini çeken 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de (KHK) hakkında yorumda bulundu. Son KHK'yla iktidarın vatandaşlarını bilinçli olarak tedirgin etmek istediğini belirten Ergin, vatandaşların devlete olan güveninin sarsıldığına dikkat çekerek "Toplumsal barışın geleceği açısından tehlikeli bir adım atılmaktadır. Çok yazık..." dedi.
Sedat Ergin "Demokrasi ve korkunun hükümranlığı" başlığıyla yayımlanan (28 Aralık 2017) yazısı şöyle:
Çıkartılan son kanun gücünde kararname ile 15 Temmuz sonrasında çok önemli bir eşik geçilmiş oldu. İktidarın bir olağanüstü hal uygulamasına karşı ilk kez toplumdan yüksek sesle, çok kuvvetli bir itiraz yükseldi.
Bu itiraza Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gibi önemli AKP şahsiyetlerinin de katılması, ardından iktidar sözcülerinin de kararnamede değişiklik yapma ihtiyacını kamuoyu önünde teslim etmesi, düzenlemenin kusurlu olduğu hususunda toplumda büyük ölçüde bir mutabakatın yerleştiğine işaret ediyor.
Buna karşılık, Başbakan Binali Yıldırım’ın dün yaptığı açıklamayla kararnamedeki problemli durumun düzeltileceği yolundaki beklentiler boşlukta kalmış olmaktadır. Bu da bir başka eşiğin geçilmesi durumudur ve toplumsal barışın geleceğini yakından ilgilendirmektedir.
*
İktidarın getirdiği düzenlemede ısrar etmesinin ne anlama geldiğini tahlil edebilmek için kararnamenin nasıl bir kapı açtığını bir kez daha hatırlamamız gerekiyor. Kararnameye itiraz,
1) 15 Temmuz’da askerlere linç olaylarına karışanlara örtülü af getirmesi,
2) Bu affın metinde kullanılan genel ifadeler nedeniyle bu tarihte darbe girişimine direnenlerle sınırlı tutulmayıp, ucunun açık bırakılmasına yönelmiştir.
Kamuoyundaki tartışmalarda itirazın ikinci boyutunun daha baskın olduğu söylenebilir.
Eğer amaç iktidar sözcülerinin vurguladıkları gibi affın sadece ve sadece 15-16 Temmuz günleri ile sınırlı tutulması ise kararnamede bunun açık bir dille ifade edilmesi gerekirdi. Metinde bu netlik olmadığı gibi “darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması” gibi her yere çekilebilecek bir ifadeye yer verilmiştir.
Buradaki yoruma açıklık, her türlü istismara davetiye çıkartıyor. Örneğin, vatandaşların anayasal haklarına dayanarak düzenlemek isteyecekleri bir gösteri, bunu bir terör faaliyeti olarak değerlendirebilecek bazı siviller tarafından şiddet yoluyla bastırılmak istenebilir.
Kamuoyundan gelen başat talep, işte bu ifadedeki belirsizliğin kaldırılmasıydı. Metnin yazımında bir hata olduysa, hükümet gelen tepkiler karşısında buradaki muğlaklığı kolaylıkla giderebilirdi. Bunun için tek cümlelik bir kanun hükmünde kararname çıkartılması yeterli olacaktı. Bu yola gidilmemiş, inadına muğlaklık korunmuştur.
Düzenlemenin toplumun geniş bir kesiminde bir tedirginlik yarattığı aşikârdır. Bu anlaşılabilir bir kaygıdır. Ancak gelen meşru talebi karşılamadığına göre, siyasal iktidarın toplumdaki kaygıları umursamadığı, bilinçli bir şekilde toplumun bu tedirginlikle yaşamasını tercih ettiği sonucunu çıkartabiliriz.
*
Vatandaşlarına saygılı bir iktidarın toplumda bir tedirginlik varsa, buna kulak vermesi, duyarlı davranması beklenir. Ancak galiba buradaki sorun duyarsız kalma meselesinin de ötesine geçiyor.
Demokrasi ve korku, yan yana var olabilen kavramlar değil. Biri var ise diğeri hükümsüz kalıyor. Hukukun üstünlüğüne dayanan demokrasi rejimi, insanlık tarihinde insanoğlunun korkmadan yaşamını sürdürebileceği bir ortamı yaratmak üzere ortaya çıktı. Korkunun hükümranlığına kapıyı araladığınızda, o rejimin adı demokrasi olmuyor. Bu yönüyle baktığınızda, kullanılan tercihle ülkedeki rejimin niteliği üzerinde çok temel bir kırılma yaşanmıştır.
*
Bu ülkede toplumun büyük çoğunluğu, on milyonlarca insan, çocukluktan itibaren kaba güçten uzak durmayı öğüt veren bir medeniyet ve terbiye anlayışıyla yetiştirilmiştir. Şiddetten kaçınmak, iyi bir insan olmanın, düzgün bir vatandaş olmanın gereği olarak insanlara anlatılmıştır. Medeni davranış, haksızlıkla karşılaşıldığında bile kuvvetten uzak durmayı, hakkını yine hukuk içinde aramayı gerektirir.
Söz konusu kararname bu ülkenin insanlarının çocukluktan itibaren aldıkları bu çok temel terbiyeyi hiçe sayarak kaba güce meşruiyet kazandıran ve zorbalığı teşvik eden bir potansiyel taşıyordu. Geçmişte devletin varlığı, kaba güce yeltenen zorbalar karşısında en sağlam güvence iken, artık devlet resmi gazetesi üzerinden vatandaşlarına bu güvenceden yoksun olduklarını duyurmaktadır.
Bir hukuk devletinin temel erdemi, vatandaşlara güven duygusunu yerleştirmesidir. Burada yaratılan durumla toplumda güven duygusu sarsılmaktadır. Ortaya çıkan güven erozyonunun zaten bir süredir ülkemizden Batı’ya doğru sessiz bir şekilde sürmekte olan beyin göçünü daha da hızlandıracağını tahmin etmek güç değildir.
Toplumsal barışın geleceği açısından tehlikeli bir adım atılmaktadır. Çok yazık...