Bugün Resmi Gazete'de yayımlanan kararnamelerde, 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararaname'nin 121'inci maddesi öne çıktı. 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasındaki eylemlere müdahale eden sivillerin cezai sorumluluğunu kaldıran bu madde, sosyal medyada da tartışma yarattı.
Bu maddede, "Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın, 15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin" hiçbir hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun olmayacağı belirtiliyor.
Bu da, 8 Kasım 2016 tarihli, 6755 sayılı kanuna ek getirilerek yapılıyor.
Bu kanunun 37. maddesinde, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılmasında yer alan resmi görevliler hakkında hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluk doğmayacağı belirtiliyordu.
696 sayılı KHK'nin yukarıda sözü edilen 121'inci maddesinin ne anlama geldiğini hukukçulara sorduk.
Ankara Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, bu maddenin, 15 Temmuz gecesi 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde gerçekleşen linç olayları ya da başka olayları kapsadığını, ancak "diğer terör olayları" kavramının "son derece tehlikeli olduğunu" ve "sivil linç eylemini tamamen ceza hukuku kapsamından çıkarmak ve meşru kılmak riski taşıdığını" söylüyor.
Altıparmak, "Normalde bir kişi bir kişiyi öldürdüğünde, bu öldürme suçuna öngörülen ceza kanunu hükümlerine tabi. Bu kişinin hukuka uygunluk sebeplerinden yararlanıp yararlanmayacağı da öyle. Ne demek istiyorum bundan, meşru savunma, siz kendinizi savunmak için bir kişiyi öldürüyorsanız ve sizin kendinizi savunmanız saldırıyla orantılıysa, ceza alamazsınız. Ama şimdi burada şöyle bir durum var, bir kişi teröristse, 'terör eylemine karışmıştır, ben ona saldırdım, öldürdüm', bakın burada meşru müdafaa ya da başka herhangi bir hukuka uygunluk sebebinden bahsetmiyoruz, kişinin oradaki algısından bahsediyoruz. Siz eğer bu şekilde hareket ettiğinizi gösterebilirseniz, hata bile etmiş olsanız, artık ceza almayacaksınız demektir bu" diyor.
Avukat Fikret İlkiz ise 8 Kasım 2016 tarihli, 6755 sayılı kanunun 37. maddesinin 1. fıkrasının Anayasa'nın 15'inci maddesine ve OHAL ilan etme gerekçesine aykırı olduğunu, şimdi resmi olmayan kişiler için de cezasızlık getirilmesinin aynı şekilde olağanüstü hal kavramına aykırı olduğunu söylüyor.
"Bu şekilde getirilen bir cezasızlık, OHAL'deki KHK ile kabul edilemez, çünkü sonuç olarak, daha sonradan geriye dönük bu şekilde bir düzenleme yapılamaz" diyor.
Altıparmak da bu maddenin eğer KHK ile düzenlenmemiş olsaydı, Anayasa'ya ve insan hakları sözleşmelerine aykırı olacağını söylüyor, ama Anayasa Mahkemesi'nin KHK'lerin denetlenemeyeceğine ilişkin kararını hatırlatıyor.
OHAL'in kalkması durumunda bu kişiler hakkında yargı yolunun açılıp açılamayacağı konusunda ise Altıparmak, olağanüstü hâl döneminde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnameler'e, OHAL kalktığı halde ne olacağınının hâlâ bilinmediğini söylüyor:
"Olağanüstü hâl kalktıktan sonra KHK'lar kanunlaşırsa, hâlâ daha yürürlükte olduğu için yargılanan, soruşturulan kişiler diyecekler ki, böyle bir hüküm var. Ama o zaman diyebileceksiniz ki 'Bu Anayasa'ya aykırı' ya da en azından kanunlaştığı anda, Meclis'teki partiler, ana muhalefet partisi ya da 110 milletvekili, bunun Anayasa'ya aykırılığı ve üstüne üstlük yürürlüğün durdurulması talebiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilirler."
Altıparmak, şu an KHK'lerin Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülemeyeceği için de mağdurlara Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne doğrudan başvuru yolunun açılması gerektiğini söylüyor.
Avukat İlkiz ise bu maddenin, Kenan Evren cumhurbaşkanı seçilirken askeri yönetim üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddeye benzerliğine dikkat çekiyor.
İlkiz şöyle konuşuyor:
"12 Eylül'de 1982 Anayasası kabul edildiği zaman, 12 Eylül rejimi ile ilgili olmak üzere geçici madde konmuştu Anayasa'ya. 15'inci maddeyle. 12 Eylül rejiminin Milli Güvenlik Konseyi için bir cezasızlık öneriliyordu. Bu eylemler nedeniyle haklarında hukuki, idari, cezai işlem yapılamaz" şeklinde kabul edilmişti. Şimdi bu, biraz da bunun tekrarı niteliğinde. 1980 sonrası ve 1982 Anayasası'nın kabulünden sonra, bir kanun bile yapıldı ve o kanunda da Milli Güvenlik Konseyi, ondan sonra oluşan Bakanlar Kurulu hakkında, aynı şekilde hukuki, mali, idari, cezai sorumluluk olmaz deniyordu. Ancak 30-40 yıl sonra bunlar kaldırılabildi. Bunun benzeri de aynı şekilde getirilmiş oluyor."