Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne, “Yolsuzlukların ürettiği yolsuz siyasete direnmek zorundayız. Bize düşen giderek sıkışan o boğucu atmosferde alabildiğimiz her nefesi, yolsuz siyasetin ipliğini pazara çıkarmak için kullanmak. Yoksa bu kadar keyfî ve denetimsiz bir güce ve bu yolsuz siyasete teslim olmak Türkiye’nin sonunu getirecek” dedi.
Mümtaz’er Türköne’nin “Yolsuz siyaset-yolsuz seçim” başlığıyla yayımlanan (3 Ağustos 2014) yazısı şöyle:
Yolsuz siyaset-yolsuz seçim
Siyaset, iktidar ve muhalefet kanatları arasında asgari düzeyde eşit ve adil şartlarda yapılabilseydi, cumhurbaşkanı adayı Erdoğan’ın rakibi İhsanoğlu hakkında önceki gün Manisa’da söylediği şu sözler acaba nasıl anlaşılırdı?
Şöyle diyor Erdoğan: “Suudi kralı bana bunu görevden alın başkasını gönderin demişti. Dışişleri Bakanıma ve bana, beni savunmuyorsunuz diye yalvarmıştı.” Sorun, İslâm İşbirliği Örgütü Genel Sekreteri’nin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’na “beni savunmuyorsunuz” şikayetini Erdoğan’ın bugün “yalvarma” olarak takdim etmesi değil; doğrudan Suudi Kralı’nı referans göstermesi. Bu referansı, Musul’daki rehine krizi başta olmak üzere, Türkiye’nin bölgesinde çöken dış politikasının merkezine yerleştirmeniz mümkün. Mısır’daki darbeye destek veren Suudi monarşisine tek laf edemeyen Erdoğan’ın karşısında İhsanoğlu demek ki sağlam bir yerde durmuş. İslâm İşbirliği Teşkilatı’nı bütünüyle finanse eden ve evsahipliği yapan Suud’a kafa tutan bir Genel Sekreter ve bugün Musul’da görevlilerinizi rehin alan IŞİD’in (artık İD) arkasında duran Suud politikalarına tek bir eleştiri getirmeye cesaret edemeyen bir Başbakan. Başka herhangi birinden değil, Erdoğan’ın kendi ağzından dinliyorsunuz. Ancak seçim eşit ve adil şartlarda yapılmadığı için, bu itirafın siyasî karşılığını görmeniz neredeyse imkânsız. Sisi’nin veya Esed’in seçim kampanyalarında rastlayacağınız türden bir medya tahakkümü her şeyi eğip büküyor. Erdoğan istediği kadar pot kırabilir, düzeltmeye hazır güçlü bir medya desteği var; ama İhsanoğlu uzmanı olduğu İstiklâl Marşı konusunda fahiş bir hata yapıyor görünmeye mahkumdur.
AGİT gözlem heyeti, cumhurbaşkanlığı seçiminin eşit ve adil şartlarda yapılmadığını rapor ediyor. Türkiye için bir yüz karası. 1946 seçimlerinden bugüne, demokrasimiz bu ölçüde ele-güne rezil olmamıştı. Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nun sakatlığı yanında, AGİT seçimlerde özgür bir basının görev almadığı eleştirilerinde bulunuyor. Haklı olduklarını kabul etmek için uzun boylu bir araştırmaya gerek yok; gazetelere göz atmanız, haberleri izlemeniz yeterli. Türkiye eşitsiz ve adaletsiz kısaca yolsuz bir seçime doğru gidiyor.
Yolsuzluk, devlet imkânları ile birilerinin haksız kazanç elde etmesinden ibaret bir fenalık değil. Yolsuzluklar, yapanların önüne vasî bir yolsuz siyaset alanı açıyor. Cumhurbaşkanı seçimi, bu yolsuz siyasetin karanlığında yapılıyor. Üç aday yarışıyor. Elinize bir kağıt kalem alıp, adayların seçim harcamaları hakkında bir fikir yürütmeyi deneyin. Siyasî reklamlar, afişler, bilboardlar, mitingler sadece görünenler. AGİT raporunda yer aldığı gibi özellikle yoksul insanlara dağıtılan seçim rüşvetlerinin hep bir maliyeti var. Bu maliyetleri nasıl karşılıyorsunuz?
Onca medya imkânı nasıl bir araya geliyor, her biri ayrı ayrı zarar eden medya kuruluşlarının çarkları nasıl dönüyor? Bugüne kadar isimleri ile özdeşleşmiş değerlerin ve prensiplerin tam tersini savunmaya girişen kalem sahipleri bu zorlu görevlere nasıl ikna ediliyor? Vıcık vıcık on numara yağ kokan iktidar güzellemeleri, güç tapınmaları seçim zamanı neden yaygınlaşıyor? Bir zekâ pırıltısına, bir muhakeme ve analiz gücüne ihtiyaç yok; bunca medya desteği ile ne söyleseniz gidiyor. Son zamanlarda salgın hastalığa dönüşen düşünce sefaleti bile yolsuzlukların eseri.
“İktidarı eleştirmek için yolsuzluktan başka gerekçe bulamıyorlar” lafı ile kendini gösteren aptal cesareti de doğrudan yolsuzlukların eseri. Yolsuzluklar, ortak prensiplerin alt-üst olduğu yolsuz bir siyaset dünyası oluşturdu. Bu dünyada iktidara yakın durmayanların yol-yordam göstermeleri mümkün değil.
Yolsuzlukların ürettiği yolsuz siyasete direnmek zorundayız. Bize düşen giderek sıkışan o boğucu atmosferde alabildiğimiz her nefesi, yolsuz siyasetin ipliğini pazara çıkarmak için kullanmak. Yoksa bu kadar keyfî ve denetimsiz bir güce ve bu yolsuz siyasete teslim olmak Türkiye’nin sonunu getirecek. Madem sandıktan bu kadar eminsiniz neden Türkiye’yi dünyaya rezil ediyorsunuz? Madem halk arkanızda, neden kendinize ve alacağınız oya güvenemiyorsunuz?