T24 - “Tarihî” bir nitelik taşıdığını daha yaşarken hissettiğimiz olaylar, bugünümüzü değiştirirken, aynı zamanda, hem geçmiş hem gelecekle çok kuvvetli bir ilişkiyi ima ederler. 12 Eylül 2010 referandumunda alınan EVET sonucu da, sadece hayatımızı değiştirecek reformları onaylamakla kalmadı. Bu sonuç, Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktasıdır.
Evet oyunun geçmişle ilişkisini, 1924’te Mustafa Kemal’in “vatan hainliği” ile suçladığı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşuna kadar götürebiliriz bence; referandumda alınan sonucu, Kemalizmin ideolojik bekçiliğindeki vesayet rejimine indirilmiş en büyük halk darbelerinden biri sayabiliriz.
Bu sonucun, gelecekle ilişkisini ise yarattığı derin “kırılma”da görüyorum ben. Referandum ortaya koydu ki, bu memlekette toplumsal çoğunluk artık sahiden “iktidar” olmak istiyor; Cumhuriyet’in kurumlarına hükmeden küçük bir azınlığın kolladığı rejimin tasfiyesi talebi ve bu yöndeki ittifak ise hiç olmadığı kadar güçlü.
“Kemalizm,” Batı’daki kıyı kentlerine sıkışmış, İslamofobik ve Kürt düşmanı, neo-faşizan bir azınlığın zamana ve topluma aykırı ideolojisi olarak son demlerini yaşıyor. Sovyet rejiminin yıkılmasına direnen Stalinistler gibi, bizim Kemalistler de vesayet rejiminin yıkılmasına direniyorlar ve Sovyetler’de olduğu gibi, burada da, rejimin doğal bekçisi sayılan “elit” kendi içinde büyük bir kırılma yaşıyor. Referandumda EVET oylarının yüzde 58’i bulmasında, rejimin kendilerine reva gördüğü “ikinci sınıf vatandaş” muamelesine başkaldıran geniş toplum kesimleri kadar, bu “birinci sınıf” elitin içinden kopan değişim yanlılarının da payı büyük. Türkiye’nin demokratik yarınlarını omuzlayacak olan bu ittifak, referandumun geleceğe dönük en önemli sonucu belki.
2. AKP için istikamet yeni Anayasa
Bugün genel seçim yapılsa, AKP’nin 2007’dekine eş bir oy yüzdesini tutturacağını gösteren güvenilir anketler var. Bunda, hükümetin mali krizin teğet geçmesini sağlayan başarılı ekonomi yönetiminin yanı sıra, Başbakan Erdoğan’ın, muhalefet tarafından güven oylamasına dönüştürülen referandum sürecindeki etkili performansının da rolü büyük.
Ayrıca, Ergenekon ve JİTEM’le, yani “derin devlet”le hesaplaşmanın başlaması, Kürt meselesinde demokratik çözüm arayışına girilmesi, son Yüksek Askerî Şûra’da sivil iradenin galebe çalması ve Avrupa Birliği’ne katılım hedefine sadık kalınması da, AKP’nin oylarını besliyor bence.
AKP, Türkiye’de değişim talebini temsil eden başlıca siyasi parti olmayı sürdürüyor; bu da doğal tabanının ötesinde bir seçmen teveccühüne sahip olmasını sağlıyor.
Referandum, AKP’nin (ve temsil ettiği bu değişim talebinin) 2011 genel seçimlerindeki iddiasını ciddi biçimde kuvvetlendirdi. Bu iddiayı taçlandırıp, yeni bir seçim galibiyetine taşıyabilecek olan asıl unsur ise, Kürt meselesi dahil olmak üzere temel sorunlarımızın çözümünü kolaylaştıracak yeni ve sivil bir anayasa olacaktır. Referandumdaki EVET’ler, Başbakan’ın dediği gibi, asıl buna kapıyı açtı.
3. CHP’yi kurtarma operasyonu tutmadı
Deniz Baykal’ı palas pandıras genel başkanlıktan düşüren kaset komplosuyla, Kemal Kılıçdaroğlu’nu “alternatif lider” olarak öne sürme operasyonunun başarı sağlamadığı referandumda görüldü. Kılıçdaroğlu’nun CHP kitlesinde yarattığı “umut” çabuk söndü, kendisinin referandum meydanlarındaki performansı, malum medyanın bütün pompalamasına rağmen, CHP’ye, “Alevi oylarını tutmak” dışında bir “artı” getirmedi.
Bugün seçim olsa, CHP’nin oylarının yüzde 25’i aşmayacağını gösteren güvenilir araştırmalar mevcut. Kılıçdaroğlu’nun demagojik mesajlarının, seçmeni pek etkilemediği, bu partinin oylarının referandum sürecinde, yeniden Baykallı günlerdeki düzeyine inmiş olmasından da belli.
4. MHP’nin saçları sarı, göbeği açık
MHP’nin birkaç yıldır devam eden taban kayması hızlandı. Referandumun en büyük mağlubu olan Devlet Bahçeli, partisinin geleneksel seçmen kitlesindeki EVET tercihine rağmen, yeni yandaşlarındaki HAYIR eğilimine sahip çıkmakla büyük hata yaptı. Böylece, Orta Anadolu’daki “muhafazakâr” MHP tabanı, AKP’ye terkedildi; Batı Marmara, İç Ege ve Akdeniz’deki kentli neo-faşizan kesim, MHP’nin yeni tabanı olarak tescil edildi.
Bu dar bir taban. Zira MHP, bu tabanı CHP’yle paylaşmak zorunda ve halihazırda iki partinin seçmene söyledikleri arasında anlamlı bir fark yok. MHP’li deyince, artık aklınıza yoksul ve yağız Yozgat delikanlıları değil, elindeki taşı bir Kürt siyasetçisine atmak üzere sokağa fırlamış tişörtü dar, göbeği açık, saçları oksijen sarısı zengin İzmir kızları gelebilir ama o kızların sayısı, MHP’yi yüzde 10 barajının üstüne taşımaya yetmeyecektir.
5. Kürtler teksesli değil ve barışmak şart
BDP (ve PKK) 15 ağustostaki ateşkes uygulamasıyla referandum sürecinde çok doğru bir adım attı ama “boykot” kararıyla da, bence vahim bir hata yaptı. BDP (ve PKK) şimdi bu hatanın sonucunu değerlendirmeli.
Bazı Kürt illerinde boykot yüzdesinin çok yüksek olması, boykotun Kürt seçmenler genelinde yüzde 50’ye ulaşmadığı sonucunu değiştirmiyor. Ayrıca, EVET oylarının HAYIR oylarına altı milyon fark attığı bir ortamda, seçmeninin sandığa gitmesine engel olan BDP, bu tavrın, referandum sonucundaki etkisinin “solda sıfır” olduğunu gördü.
“Boykot, Kürtlerin benimsemediği bir değişikliğin mümkün olmadığını ortaya çıkaracak ve pazarlık gücümüz artacak” tezi havada kaldı; üstelik sandığa giden Kürtlerin çok büyük yüzdelerle EVET demesi, BDP’nin, bölge halkının vicdanî tercihine aykırı politika izlediği kanısını güçlendirdi.
BDP boykotunun en hayırlı sonucu ise, Kürtler içinde yaşanan “kırılma” bence. Tıpkı Türk demokratların, Kemalist elitten ayrılarak EVET demesi gibi, Kürt demokratların bir bölümü de EVET diyerek, BDP’nin (ve PKK’nın) Kürt siyasetini tekeline alma çabasına açıkça direndiler.
Şimdi BDP, Türkiye siyasetinde “etkisiz eleman” konumuna düşmenin öfkesiyle şiddetten medet ummaya başlarsa, başta Kürtler olmak üzere, bu memlekette yaşayan herkese büyük kötülük yapar. BDP’nin etkili bir siyasi parti olabilmesinin, Kürt sorununun demokratik çözümüne katkı yapabilmesinin tek yolu, ateşkesin uzatılması ve silahların kalıcı olarak susması yönünde etkin irade göstermesinden geçiyor.
AKP hükümeti de, BDP’yi (ve PKK’yı) bu yönde teşvik edecek adımları atmalı, ateşkesin uzatılması için üzerine düşeni yapmalı, 12 Eylül 2010’da sandıktan çıkan değişim talebinin tamamına erdirilebilmesi için barışın “şart” olduğunu unutmamalıdır.
(Yasemin Çongar - Taraf - 14 Eylül 2010)