Politika

KCK, 'HDP'nin AKP ile seçim sonrası o denli karşıtlaşması hatalıydı' dedi, özeleştiri çağrısı yaptı!

'HDP'nin seçim sonrası süreçten gereken dersleri çıkarması şart'

31 Ağustos 2015 17:08

“Adil Bayram” mahlasıyla Özgür Gündem’de yazan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, "HDP yönetiminin, yine AKP ile seçim sonrası o denli karşıtlaşması ve “CHP-AKP hükümet kursun, biz destek verelim” demesi de hatalıydı" dedi. Kalkan, "Bu nedenle, başta HDP olmak üzere tüm demokratik güçlerin seçim sonrası sürece özeleştiri temelinde yaklaşması ve gereken dersleri çıkarması şarttır" ifadesini kullandı.

Duran Kalkan'nın Özgür Gündem’de "Özeleştiri başarının anahtarıdır" başlığıyla yayımlanan (31 Ağustos 2015) yazısı şöyle:

Bu sütunda hep şunu yazdık: Eğer demokratik siyaset sürece müdahale etmez veya edemezse, o zaman AKP politikaları ülkeyi bir felâketin içine götürür! Ne yazık ki yazdığımız gerçekleşti ve gereken demokratik müdahale yapılamadığı için ülkemiz gerçek bir felâketin içine doğru itildi.

Şimdi yaşananları herkes görüyor. Her gece birkaç ilçede sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. Sabah olunca da TV ekranlarına tahrip edilmiş yollar, yıkılmış binalar, duman tüten sokaklar, bağırıp çağıran ve hep battaniyelerde ölü veya yaralı taşıyan insanlar yansıyor. Tüm bu görüntüleri haber spikerlerinin tekrar tekrar açıkladığı bilançolar tamamlıyor.

Silopi’den sonra Varto, ardından Silvan ve Lice vurulmuştu. Şimdi bunlara Cizre ve Yüksekova ekleniyor. Yarın tankların ve özel timlerin hangi ilçeleri basacağı merakla bekleniyor. Her yerden çocuk-kadın demeden sürekli ve sayısı tam öğrenilemeyen sivil ölüm haberleri geliyor. Besbelli ki Kürt kasaba ve şehirlerinde tam bir vahşi katliam yaşanıyor. Geçen yıl Şengal ve Kobanê’de yaşandığı gibi.

Dikkat edilirse, artık Irak, Suriye veya başka bir Ortadoğu ülkesinden fazla bir çatışma haberi gelmiyor. Artık onların yerine Türkiye geçmiş bulunuyor. Artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti egemenliği altındaki Kürdistan kasabalarından savaş, çatışma ve katliam haberleri geliyor.

Tabi ki bütün bunlar AKP yönetimi altında oluyor. Tabi ki bütün bunlar bir ABD-AKP anlaşmasından sonra yaşanıyor. Sözde DAİŞ’e karşı savaşmak üzere yapılmış anlaşmanın sonuçları Kürt çocuklarının, gençlerinin ve kadınlarının başına yağan bombalar oluyor.

Kuşkusuz bu durumu yaratan ve sürdürenler Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’dir. Onların izlediği politikalar bu sonuca yol açmıştır ve yaşanan katliamların birinci dereceden sorumluları onlardır. Elbette bu tespit doğrudur; fakat sadece bunu ifade etmek yeterli midir? Başkalarının, örneğin bizlerin, hepimizin bu durumdan hiç sorumluluğu yok mudur?

Vardır elbette, olmadığını düşünemeyiz ve söyleyemeyiz. Evet, yaşanan faşist saldırı ve katliamların yaptırıcıları AKP ve MHP gibi güçlerdir; ama onları engelleyemeyen ve dolayısıyla mevcut katliamları önleyemeyenler de bizleriz. Bu gerçeği görerek hepimizin özeleştirel yaklaşım göstermemiz gerekir.

Burada “Bizim ne suçumuz var, engel olamazdık” diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz. Eğer öyle dersek, bu zihniyet, bundan sonra da bir şey yapamayız anlamına gelir. Böyle bir düşünce bizi, halkı küçük görmeye ve egemenlerin engellenemezliğini kabul etmeye götürür. Bu nedenle doğru düşünce önemlidir ve ona da büyük ölçüde özeleştiri ile ulaşılır.

Örneğin, gerçekler bu kadar açığa çıkmış olmasına rağmen, hala bu gelişmelerden PKK’yi sorumlu göstermeye çalışan, “Çözüm sürecini PKK’nin bozduğunu” söyleyen kişiler vardır. Hem de bir sürü! Hem de adı, ünü duyulmuş kişilikler oluyor bunlar. O bilinen beyin yıkayıcılar gibi, yirmi dört saat durmadan gerçekleri saptırmak için çaba harcıyorlar.

Bir partiyi beğenirsin veya beğenmezsin, desteklersin veya desteklemezsin, ama beğenmiyorum diye de yalan yanlış her şeyi onun için söyleyemezsin! Konuşmanın ve propaganda etmenin de bir ölçüsü ve ahlakı vardır. Gerçek öyle değil, ama farz edelim ki tüm bu çatışmaların ve savaşın sorumlusu PKK’dir! Peki Lideri Abdullah Öcalan ile beş aydır görüşmeleri engelleyen de mi PKK’dir? Biraz insaflı olmak gerekmiyor mu?

Evet, 5 Nisan’dan bu yana tam beş aydır PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeler hiç yapılmamaktadır. İmralı’da nelerin olup bittiği toplum tarafından bilinmemektedir. Sadece siyasi görüşmeler de değil, aile görüşü de yaptırılmamaktadır. Peki kim yaptırmıyor ve engelliyor bunu? Herhalde PKK değil! İmralı görüşmeleri Tayyip Erdoğan’ın elindedir ve görüşmeleri yaptırtmayan odur.

Kuşkusuz PKK Lideri Abdullah Öcalan’la  görüşmelerin yapılmaması ile yaşanan bu çatışmaların ilişkisiz olduğunu hiç kimse söyleyemez. Çünkü Çözüm Süreci PKK Lideri’nin yürüttüğü bir süreçti ve İmralı görüşmeleri çerçevesinde yürüyordu. O halde Çözüm Süreci İmralı görüşmeleri durdurularak sona erdirildi. Mevcut çatışmalı süreç, esas olarak PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeler kesildikten itibaren başladı.

Peki kim ya da kimler yaptı bunu? Herhalde PKK değil. PKK’den ne böyle bir istek görülüp duyuldu ve zaten ne de buna imkânı vardır. O halde mevcut çatışma ve katliam sürecini başlatanlar İmralı görüşmelerini durduranlardır. Bunun da başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP yönetimi olduğu ortadadır.

Evet, MHP liderinin desteği ile Tayyip Erdoğan mevcut savaş ve katliam sürecini geliştirmiştir. Bu süreci, İmralı’daki çözüm sürecini bitirme ve görüşmeleri sona erdirme ile başlatmış ve 7 Haziran seçiminin ortaya çıkardığı meclisi işletmeyip siyaset kurumunu iflas ettirterek bugünkü düzeye ulaştırmıştır.

Peki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan elindeki devlet gücünü kullanarak bunları yapmıştır ve elbette sorumlusu odur, ama bunu engellemesi gereken güçlerin engelleyememiş olması herhangi bir sorumluluk oluşturmuyor mu? Kuşkusuz oluşturuyor. Elbette İmralı görüşmelerini bitirip bitirmemek Tayyip Erdoğan’ın elindedir, ona fazla müdahale edilemez. Ama Meclisi işletmek de sadece Tayyip Erdoğan’ın mı elindeydi?

Elbette değildi. Başta HDP ve CHP olmak üzere siyasal partilerin ve tüm demokratik siyasal güçlerin de belli bir imkânı vardı. Ama bu imkânlar zamanında ve yerinde doğru ve etkili olarak kullanılamadığı için siyaset işletilemedi ve bu da Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli gibi faşist güçlere zemin sunup fırsat verdi.

Hiç kimse bu görüşler doğru değildir, “Elimizden bir şey gelmezdi” dememelidir. Başta HDP olmak üzere tüm demokratik siyaset partileri, sendikalar, dernekler, özgür basın, kadın ve gençlik örgütleri, tüm demokratik güçler ve herkes seçimden sonraki sürece özeleştiri temelinde yaklaşarak gereken dersleri çıkarmalıdır. Çünkü yeni başarılara ulaşmak eskinin özeleştirisi ile başlar.

Örneğin, daha seçim gecesi HDP yönetiminin “Bazı oylarımız emanet” demesi doğru değildi ve de hatalıydı. Doğru değildi, çünkü halkın emanet oyları diğer partilerdeydi ve HDP’nin onlardan alacağı daha milyonlarca ve hatta on milyonlarca oy vardı. Hatalıydı, çünkü bu değerlendirme seçim ardından çok önem taşıyan siyasal etkinliği zayıflatıyordu.

Yine HDP yönetiminin “Toplum bize muhalefet görevi verdi” belirlemesi de doğru değildi ve hatalıydı. Aynı zamanda bu belirleme, “Seçimi HDP kazandı” belirmesiyle de çelişkiliydi. HDP seçimi kazandıysa, o halde yeni iktidar o demektir. Burada oyun ve vekil sayısının azlığı veya çokluğu önemli değildir, önemli olan siyasi etki ve gelişmenin yönüdür. Bunun da HDP’de olduğu açıktır.

HDP yönetiminin, yine AKP ile seçim sonrası o denli karşıtlaşması ve “CHP-AKP hükümet kursun, biz destek verelim” demesi de hatalıydı. HDP olmadan CHP ile AKP’nin bir hükümet kuramayacağı ve kursalar bile bu hükümetin demokratik değerinin olmayacağı açıktı. Yani CHP-AKP hükümet kurma çalışmalarının içinde HDP de olmalıydı ve de buna öncülük etmeliydi.

Bütün bunlar, seçimde çok başarılı olan HDP’yi, seçim sonrası siyaseti yürütmede zayıf ve etkisiz hale getirdi. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli gibi faşist kişilikler de bundan yararlanarak meclisi işlemez kılıp bugünkü savaş ve katliam sürecini ortaya çıkardı. Oysa demokratik siyaset etkili olsa ve siyaset kurumunu işletmeye öncülük edebilseydi, o zaman bugünkü durum yaşanmayacaktı.

Bu nedenle, başta HDP olmak üzere tüm demokratik güçlerin seçim sonrası sürece özeleştiri temelinde yaklaşması ve gereken dersleri çıkarması şarttır. Çünkü ancak özeleştirel yaklaşım gösteren bir HDP ve demokratik güçler kendilerini topluma etkili anlatabilir ve toplumu ikna edebilir. Bu da önümüzdeki süreçte daha büyük başarı demektir. Demek ki başarının anahtarı doğru ve yeterli özeleştiri ve ders çıkarmadır.