12 Temmuz 2012 19:08
İstanbul KCK davasının 2. haftasının ilk günü yine avukatların tüm itirazlarının hızla ve oy birliğiyle reddedilmesi ile son buldu.
Davanın ilk haftasında, avukatların usule ilişkin itirazları ve iddianamenin 133 sayfaya indirilmiş ‘özeti’ yerine, ‘tamamının okunması’ yönündeki talepleriyle iddianamenin okunmasına başlanmıştı. Bu seferki itirazlar iddianamenin hazırlanışındaki ‘hukuka aykırılık’lar ile ilgiliydi, hatırladığım kadarıyla.
‘Hatırladığım kadarıyla’ ifadesinin bu dava kapsamında bir sorun teşkil edeceğini düşünmüyorum çünkü iddianamelerdeki gizli ve açık tanıkların ifadeleri de aynen bu cümle ile başlıyor. Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür, deyimi bu davada pek geçerliymiş gibi görünmüyor. Sanıkların ‘eylemleri’ -neredeyse hangi tarihte, kaç kere, kaç dakika arayla tuvalete gittikleri, orada neler eyledikleri v.s.- bu tanıklık kapsamında iddianame tutanaklarında yer alıyor.
Ama ne hafıza! Etkin pişmanlık yasasından faydalanmak isteyen, ‘aklı selim ve vicdan sahibi’ gizli ve açık tanıkların ifadelerinin yanısıra telefon dinlemeleri/çözümlemeleri kısmında sanıkların kaç kere “aaa... ımmm... şeyyy...” dedikleri ayrıntılarıyla kayıtlı. Her “ÖRGÜT” denildiğinde bipleyerek uyarı verdiğini düşündüğüm kayıt cihazının, bu sözcüğün büyük harflerle ve altı çizili olarak tutanaklara geçirilmesi yönünde iddia makamının yaklaşımına sağladığı şahane katkının gözümüzden kaçmadığını belirtmek isterim.
Av. Baran Doğan’ın dile getirdiği itirazlar hatırladığım kadarıyla:
“Bu durum, iddianamenin tamamının ya da özetinin okunması itirazlarımızdan/taleplerimizden başka bir şeydir. Sayın savcının hazırlamış olduğu ‘alışılmışın dışında’ iddianamedeki ‘akla, mantığa, hukuka’ aykırı delilleri okumak yargı vicdanını etki altına alır. Bu tür bir delil hakimin karşısında okunursa ‘ikame edilmiş’ demektir. Ve burada bunun yapıldığını görüyoruz. İddianamenin delillerini okutuyoruz diye bize, savcının delillerini ikame ettiriyorsunuz. Kanuna aykırı olarak toplanan delillerin kullanılması ve iddianamenin bu şekilde hazırlanmış olması hukuka aykırıdır. ... ...
İddianamede geçen eylemlerde ve telefon tapelerinden görüyoruz ki bu insanlar politik görüşlerini açıklıyorlar. Basın v.s. yoluyla fikirlerini açıklıyorlar. İddianame bu insanları hiç bir gerçek organik bağ göstermeden örgüt üyeliği ile suçluyor. Bildiri dağıtmak, propoganda yapmak gibi eylemlerle... ve bu sanıklar soyut ve dayanaksız KCK üyeliği iddialarından dolayı 3. Yargı paketi denilen düzenlemelerden de hiç bir şekilde faydalandırılmıyorlar. ... ...
Bir yandan yargının etkinleştirilmesi amaçlı düzenlemeler sonucunda hızla tahliye haberleri alıyor, öte yandan KCK kapsamında sürekli olarak tutuklama sayısı ve süresi artıyorsa burada bir ayrımcılık söz konusudur. Sayın mahkemenin bunu reysen çözmesi ve 3. Yargı paketinden müvekkillerin faydalandırılması talebimizi .... ....”
Takdir etmemiz lazım sayın mahkeme bu konuda çok hızlı, kararlı ve net; ne istediğini en başından beri gayet iyi biliyor, reddedilme safhası yaklaşık iki dakika sürüyor.
“İddia makamının mütalası soruldu; iddianame yazılırken yüklenen suçu oluşturan olayların mevcut deliller incelenirken yazıldığı kayıt olarak sunulur .......... Hukuka aykırı delillerin okunmaması taleplerinin reddine ......... oy birliği ile karar verilerek duruşmaya devam edildi...”
İddianame kaldığı yerden Perşembe sabahı okunmaya devam edecek. Yaklaşık 300 sayfayı geride bıraktık. Daha okunması gereken 2000 küsur sayfa var. Cuma gün sonunda duruşmanın en erken Eylül ayı başına ertelenmesi söz konusu olabilir. Çünkü duruşma salonunun diğer davalara tahsis edilmesi gerekiyormuş. Bu durum da yeni demokrasi anlayışımızın ileri formlarından biri olmalı. Davalara, mahkeme salonu yetiştiremiyoruz. İddianamelerimiz oku oku bitmiyor.
İktidar, ileri demokrasinin çeyiz sandığından itinayla işlenmiş bütün çeyizlerini torba torba vitrine çıkaradursun, ‘yargı hizmetlerinin etkinleştirilmesi/iyileştirilmesi’ kapsamında her türlü ıskalamayı başardığı vatandaşları olmaya devam edecek. Öyle görünüyor.
Bütün bunları bilmeme ve yakından tanıklık etmeme rağmen nefesimi tuttum 13 Temmuz Cuma gününü bekliyorum... Çünkü sayın hakim daha ilk gün usule yönelik itirazlar kısmında avukatlara “Boşuna bu tür şeyler talep etmeyin 13 Temmuz’dan önce hiç bir karar/beraat kararı vermeyeceğim” mealinde birşeyler söyledi. Eh işte ben de bekliyorum bir umut.
Neden mi? Çocuklar da bekliyor da ondan! Arkamda, önümde, yanımda; umutla, yürekleri pır pır bekliyorlar.
Davanın başladığı 2 Temmuz günü duruşmaya öğle arası verildiğinde arka sıralardan 4-5 yaşlarında bir kız çocuğu, ailelelerin yakınlarını görebilmek için ön tarafa hücum etmelerinin telaşına abisinin omuzları üzerinden katılırken, endişe içinde annesine soruyordu; “Herkes ayağa kalkmış babam niye kalkmıyor, onu göremiyorum?!”
Babası belli ki daha en başında yorgun ve umutsuz, 200 kişinin içinde en son ayağa kalkanlardandı. Sonradan adının ‘Sena’ olduğunu öğrendiğim küçük kız, uzunca bir süre babasını görmeye çalıştı ve gördüğü anda da yaygarayı kopardı. “Babama gideceğim!” Önce yakınları, onlar başa çıkamayınca görevli asker abileri Sena’yı ikna etmeye çalıştılar ama ne mümkün, kendini bariyerlerin öte yanına atıyor. Babası da karşı taraftan ikna etmeye çalışıyor ama Sena anlamıyor. En sonunda asker, annesini ‘tutanak tutmakla’ tehdit edince anne çaresiz, çocuklarını dışarı sürükledi.
Baba otuzlu yaşlarında genç bir adam. Sena onun dört çocuğundan en küçüğü; ‘cezaevi ve tutukluluk’ nedir anlamadığı için babasını orada ‘çalışıyor’ sanıyor ama babasının bu yeni işinden hiç ama hiç memmun değil. Üstelik Sena’nın o gün doğum günü. Doğum günü hediyesi olarak babasının onlarla birlikte eve dönebileceğini düşünmüş. Sabah o umutla annesinin peşine takılıp mahkeme salonuna gelmiş. Babasını almadan gitmeye de pek niyeti yok.
Ama işte yanlış ülkede doğdun çocuğum...
Gösterilerde kafalarına dipçik yemeden akıllanmayan, ellerinde taş, sırtlarında ter izi aranarak TMK gereği yetişkinlerle aynı davalarda yargılanan, aynı ceza evlerine kapatılan, her durumda yangında en önce gözden çıkarılan çocuklar. Karşımızda çırpına çırpına umutlarını tüketen çocuklar.
Okudukları okullarda her sabah varlıkları Türk varlığına armağan edilen, etnik kimlikleri nedeniyle hayata birer ‘potansiyel suçlu’ olarak başlayan çocuklar kendilerince bu soruna bir çözüm bulmuşlar. Babalarının cezaevinde çalışmadığını bilecek yaşta olanların hepsi ‘AVUKAT’ olmak istiyor.
Devlet Baba bu durumla ne kadar övünsen az, bu yaşta bu bilinç sıçraması senin eserin!
Yaşıtlarının tatil yaptığı şu günlerde, sokaklarda oyun oynamak yerine mahkeme salonlarında ‘iddianame’ dinleyerek büyüyen çocuklar. Sabahın köründe kalkıp yola düşmelerinin tek nedeni duruşma aralarında babalarına el sallamak değil yalnızca. Onlar her gün “Babamı bugün bırakacaklar,” umuduyla oraya geliyorlar.
Seyit Atiş 7 yaşında. Sena’nın abisi. Babaları 10 aydır tutuklu. Babası ‘alıp götürülmeden’ önce ‘itfaiyeci’ olmak istiyormuş. Ama artık avukat olmak istiyor. Durumu şöyle özetliyor “Benim babam bir şey yapmadı. Kürt olduğu için tutuklandı. Avukat olup babam gibi insanları kurtaracağım.” Tekrar yazmak istiyorum: Seyit 7 yaşında.
Halil Erkan 12 yaşında. Babası 10 aydır tutuklu. Duruşma başladığından beri her sabah “İnşallah babamı bugün bırakırlar,” diye uyanıyor. Babası tutuklandığından beri her hafta görüşe gitmiş. “Sadece iki kere gidemedim onda da okul izin vermedi çünkü devamsızlık hakkımı doldurmuştum diyor. Babam ‘gittiğinden’ beri çok değişmiş, saçı uzamış ve çok zayıflamış,” diye ekliyor buruklukla. Babasının bunca aydır tutuklu olmasına çok içerlemiş. 10 aydır babannnesi ve dedesiyle yaşıyor. Bu durumu ‘geçim sıkıntısı’ diye açıklıyor babaannesi boynunu bükerek; “Borçları vardı, öylece kaldı hepsi... kirada oturuyorlar, 3 çocuk, şimdi bir evde 14 nüfus olduk çok zor...” diye anlatıyor. Halil büyüyünce ‘avukat’ olmak istiyor. Nedenini açıklamaya gerek görmüyor.
Beritan Erkan Halil’in kız kardeşi. 5 yaşında. O babasının tutuklu olmasını algılayacak yaşta değil. Cezaevinde çalıştığını anlatmışlar ona. Ama Beritan babasının 10 aydır yaptığı bu işe akıl sır erdirememiş. Babası bu kadar çok çalışırken, neden maddi sıkıntıları o kadar artmış? “Babam niye bu işi yapıyor, başka iş yoktur?” diye soruyormuş sık sık. “Bu işi bıraksın pazarda yaptığı işe gitsin” diye epey bir isyan etmiş. Ama babasının bu işi yapmak zorunda olduğunu anlatmışlar ona. Sonuçta babasını orada çalışmak zorunda bırakanın kim olduğunu keşfetmiş “Erdoğan babamı zorla çalıştırmasın, bıraksın! Para da ödemiyor zaten” diye söylenir olmuş sık sık. Olan biteni büyük bir gayretle anlamaya çalışmasını iddianameyi dikkatlice dinlemesinden anlıyorum ‘BDP’ adı geçtiğinde bana dönüp, “Bizim partimizden bahsediyor,’ diye bilgi veriyor büyük bir ciddiyetle.
Berhudan Aydın 12 yaşında. Babasını sabaha karşı 04:00’de almışlar. O gece yaşadıklarını bir türlü unutamıyor. “Korkmadım ama...” diyor ve başını önüne eğerek susuyor. “Bütün arkadaşlarına babasının 2 Temmuz’da -mahkemenin başladığı gün- bırakılacağını söylemiş, o gün oğlum eve gidince hiç konuşmadı. Mahkemeye gelirken umutlanıyor ama eve dönerken, daha mahalleye girer girmez umutlarını yitiriyor; babam yine dönmeyecek, diye eve girmek istemiyor, gece yarılarına kadar sokaklarda dolaşıyor,” diyor annesi. “Benim bu eve geldiğimde, umutlarım gidiyor, diyor oğlum; babasının evden o şekilde götürülüşünü hazmedemiyor,” diye ekliyor. Ama Berhudan yine de umut etmekten vazgeçmiyor. O da bir tek babasına sarılabildiği açık görüşlere gidiyor. Ama duruşmaya her gün katılıyor çünkü babasının her an bırakılabileceğine düşünüyor. Biran önce büyüyüp avukat olmak istiyor.
Zelal Sanamali 10 yaşında. Babası 10 aydır yok. Gözlerinin içi ışıldasa da konuşurken biraz buruk. Diğer iki kardeşiyle birlikte kendisine akrabaları bakıyor. “Babam ilçe başkanı olduğu için tutuklandı. Ama bence bir suçu yok,” diyor ve ekliyor. “Açık görüşlere gidiyorum çünkü o zaman babama sarılabiliyorum...” Büyüyünce avukat olmak istiyor; babası bir daha hapse girerse onu kurtarmak için. “Bir daha..” diyor çünkü Cuma günü (13 Temmuz) babasının bırakılacağına inanıyor.
Mazlum Doğantaş 7 yaşında O da babasının neden ‘orada’ olduğunu tam olarak anlayamayanlardan. “6 yaşındaki kardeşi Zana ile ikisi babalarının burada çalıştığını düşünüyor,” diyor annesi. Mazlum her gün duruşma salonuna gelip-gidiyor çünkü her gün babasının ‘onlarla birlikte eve dönebileceğini’ düşünüyor. “Akşam büyük bir hayal kırıklığı ile eve dönüyoruz ama her sabah uyandığında aynı umutla benden önce yola düşüyor,” diye ekliyor annesi. Mazlum verilen her arada, en öne koşturup babasına ‘gel artık’ diye el sallıyor. “11 yaşındaki abisi babasını uzaktan görmeye dayanamadığı için, açık görüşler haricinde gelmek istemiyor; babasını gördüğünde, dayanamaz da ağlarsa babası üzülür, utanır diye endişeleniyor çünkü bu durumu kaldıramıyor,” diye anlatıyor annesi. “Eskiden polis olmak istiyordu ama babası tutuklandıktan sonra avukat olmaya karar verdi,” diye ekliyor.
Roza Erol 5 aylık. Duruşmanın en minik izleyicisi. O, dedesi için burada. İnceden bir mırıltı tutturmuş parmaklarını emerken arada hızını alamayıp çıkarttığı seslerden dolayı görevli asker abisi tarafından bir kaç kez uyarılan annesi, “ama ağlamıyor ki” diye itiraz ediyor. Gerçekten de kimseyi rahatsız ettiği yok, arada küçük tatlı çığlıklar atıyor hepsi bu. Ama asker abinin tahammülü yok; içeride havalandırma yetersiz, sıcaktan ve duruşmanın ağdalı atmosferinden herkes bunalmış durumda, bu kadar insanın içinde keyfi yerinde olan bir tek Roza olduğu için, haliyle göze batıyor. Üçüncü uyarıda da Roza oralı olmayınca, annesiyle birlikte salonun dışına çıkarılıyor ve bir daha da içeri alınmıyor.
Devlet babanın görüş ve gönül mesafesinden uzakta tatlı tatlı mırıldanmaya devam eden Roza; verilen her arada, minik ayaklarıyla öne doğru koşturup, parmak uçlarında yükselerek babasına sesini duyurmaya çalışan Beritan ve ‘KCK’ davasının ‘AVUKAT’ olmak isteyen tüm mağdur çocukları, umutla babalarını, annelerini, halalarını, dedelerini bekliyorlar Hakim Amca; onları duyuyor musun?
Aramızda bunca insan kalabalığı; ardımızda bunca zulüm, bunca savaş, bunca kan... ama sen yine de onların sessiz çığlıklarını duyuyor musun? Çocukluk günlerin sırasını bozup kendi takvimlerini yapmışlar, onlar için bir türlü geçmek bilmiyor zaman; yavaş yavaş soğuyor pıt pıt atan yürekleri, duyuyor musun?
© Tüm hakları saklıdır.