14 Ağustos 2010 03:00
T24 - İlk kişisel sergisi ‘Shoot’ 7 Eylül’e kadar Amerikan Hastanesi sanat galerisinde sergilenmeye devam edecek olan genç sanatçı Karolin Fişekçi militarizm, cinsellik, siyaset ve iktidar üzerine konuştu...
Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra gerçekleştirdiği, Maçka’daki bir parkta yer alan “tarihteki 16 Türk devleti”nin kurucularının büstlerini öptüğü bir çalışmasıyla “Bakın ben de sizden biriyim, sizi çok seviyorum” ironik mesajını verme amacındaydı.NTVmsnbc'den Burak Cop'un haberi:
Öğrencisi olma şansına eriştiğim tarihçi Ahmet Kuyaş’ın “tarihte halkı ve/veya hanedanı Türkî olan ülke sayısı 16’dan fazla. Kimi kayıtlara bakarak yaşamış olduklarını anladığımız çok eski devletlerin kurucularının görünümlerinin ise neye benzediği konusunda hiçbir fikrimiz yok” sözleriyle benim için büsbütün absürd bir alana dönüşen bu park, Fişekçi’nin çalışmasıyla zihin dünyamda kısmen “doğru” bir bağlama oturmuştu. Önünden sıkça geçtiğim büstler artık benim için daha az anlamsızdı.
Öğrencisi olma şansına eriştiğim tarihçi Ahmet Kuyaş’ın “tarihte halkı ve/veya hanedanı Türkî olan ülke sayısı 16’dan fazla. Kimi kayıtlara bakarak yaşamış olduklarını anladığımız çok eski devletlerin kurucularının görünümlerinin ise neye benzediği konusunda hiçbir fikrimiz yok” sözleriyle benim için büsbütün absürd bir alana dönüşen bu park, Fişekçi’nin çalışmasıyla zihin dünyamda kısmen “doğru” bir bağlama oturmuştu. Önünden sıkça geçtiğim büstler artık benim için daha az anlamsızdı.
Neden sonra Fişekçi’yi unuttum. Ta ki, Bir+Bir dergisinin yeni sayısında onunla tekrar karşılaşana kadar. Nişantaşı’ndaki Amerikan Hastanesi’nin sanat galerisinde ilk kişisel sergisi vardı. İç içe geçmiş kavramlar olan militarizm, cinsellik ve iktidar arasındaki ilişkileri irdeliyordu.
Serginizin teması nedir tam olarak? Ne söylüyor bu sergi?
Tema, konu gibi şeyler onu anlatmakta kısıtlayıcı geliyor bana. Ev ödevi gibi oluyor. Her zaman ben buna karşı durmuştum. Çeşitli sergiler oluyordu, bir tema veriliyordu, onunla ilgili iş yapıyordunuz ve sergiye dahil ediyordunuz. Hiç öyle bir sergiye katılmadım. Bu da öyle olsun istemedim. Birazcık sivri bir tarafım vardır. O sivri tarafları ekledim. Ama genel olarak soracak olursanız hangi eksen etrafında dönüyor diye; militarizm ve bunun içindeki cinsellik ya da iktidar kovalamacası… İktidar hırsı, ya da o kavga, diyebilirim.
Militarizm ve iktidar kavramlarını ‘erkek-egemen’lik kavramıyla da ilişkilendiriyor musunuz çalışmalarınızda?
İlişkilendiriyorum ama hiçbir zaman feminist de demedim kendime. Değilim. Onu da kısıtlayıcı buluyorum. Feministler genelde şehirdeki kadınlar oluyor. Erkekler tarafından hiçbir sıkıntıya uğramamış kadınlar feminist oluyor. Oysa zarar gören, zorluğu çeken kadınların öyle bir tavrı yok. O yüzden o da bana biraz zorlama geliyor. Ben erkeklerin oyununu, onların dilinden ve onların kurallarıyla oynamayı seviyorum. Yani yaklaşımımda daha ziyade erkekçe bir taraf var.
Başka röportajlarınızda da erkekçe bir bakışınız olduğundan söz ediyorsunuz. Nasıl oluyor da oluyor böyle bir bakış?
Kendiliğinden olan bir şey. Özellikle bunu yapayım dersen iğreti durur. Hep vardı böyle muzır bir tarafım. Eskiden beri arkadaşlarım ve kafa dengim insanlar hep erkeklerdi. Onların dünyasındaydım çokça. Ama gene bu fizikteydim. Bir yandan çok kadınım ama öbür türlü düşünmeyi seviyorum, öyle yaklaşmayı seviyorum.
Bu erkek gibi düşünme halinin tezahürleri nasıl oluyor, çıktıları ne oluyor?
Esasında erkeklerin tam da görmek isteyecekleri biçimde oluyor. Tam istedikleri gibi oluyor. Ama bunun farkına varmış olmuyorlar. Aslında bunun, kendilerini çekmek için dışarıdan kaynaklanan bir oyun olduğunun farkına da varmıyorlar. Tuzak, diyemem. Öyle kötü niyetli değilim. Ama onun gibi bir şey var aslında. Sergideki fotoğraflar sanki bir erkek moda fotoğrafçısının gözünden çekilmiş gibi. Ya da bir retro havası da var deniyor, 90’lardan falan gibi.
Peki erkeklere görmek istedikleri şeyi gösterirkenki muradınız neydi? İktidar-cinsellik ilişkilerini teşhir etmek mi, yoksa bunun üzerine gitmek mi, yıkmak mı? Yeniden-üretmek mi yahut?
Yıkmak çok ütopik olur. “Bunu yıkmak, değiştirmek istiyorum”… Hayır, bu kadar zorlamam, kasmam. Bu olmayacak bir şey. Öyleyse niye yenileceğim bir oyuna gireyim? Birazcık sallamak belki. Birazcık tırnak işareti koymak. Ya da, nasıl diyeyim, iddialı bir tavır belki de. Tamam sizin penisiniz var ama ben de böyleyim diyorum. Ona da ben sahibim diyorum.
Siz kadınlara ilişkin “penis haseti” savını pek benimsemiyorsunuz, değil mi?
Haset duymuyorum. Kıskanılacak bir durum yok. Zaten bir şekilde sahipsem ona, bunun illa fiziksel olarak bende de olması gerekmiyor. Argoda “t…klı hatun” derler ya. Öyle bir durum vardır, o da erkekçe bir tavırdır. Kimi erkek de, erkektir de hani fazla korkak gelir. Bunları tabii erkeklik simgeleriyle birleştirmek yanlış. Zaten ben böyle olduğunu düşündüğüm için de “erkekçe”, “cesur” oynuyorum. Topun üstüne de çıkıyorum, başka şeyler de yapıyorum. Onları belki de, kadınlık içerisine alıp kendime mal ediyorum. Ya da bir tür geçici işgal.
Cepheden saldırmadan ele geçirme belki, içine sızarak ele geçirme…
Aynen! Hani masalda da vardır ya, öper ve prens olur. Burada da öyle bir şey var. Bir şekilde belki göz koymak, sahibi olmak, hâkimi olmak. Ama bunu savaşarak değil, sevgi göstererek yapıyorum. Abartılı sevgi göstererek. Ya da cinselliğimi sunarak.
Feministlerden olumsuz tepki aldınız mı?
Hayır. Onlar da bu “Ağlayan Kadınlar” çalışmamı seviyorlar. Ama sergiyi asıl erkekler çok beğendi.
Daha önceki röportajlarınızı da göz önüne alarak yaptığım bir gözlem var. Erkeklere karşı şefkatli bir tutumunuz var. Toplumda erkeklerle kadınlar arasında bir ezen-ezilen ilişkisi olmasına rağmen, erkek-egemen bir toplumda yaşıyor olmamıza rağmen sizde ne bir öfke, ne de tepki gözlemliyorum. Hatta erkekleri sevimlileştiren bir üsluba sahipsiniz. Niye böyle?
İyi yakalamışsınız. Hoşuma da gitti bu soru. Aslında öyle bir durum var ama Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş coğrafyada erkekler üzerine de çok fazla şey yükleniyor. İktidar sahibi olması gerekiyor. Esasında içlerinde yoksa bile sırtlarında öyle bir şey var. Sert olmak zorundalar. Düşünüyorum da kadınların eline böyle güçler geçmiş olsaydı kim bilir neler olurdu. Kadınlar bence daha acımasız. Düşünüyorum, siyasetteki kadın oranı ne Türkiye’de…
Şu andaki parlamentoda istisnai bir şekilde yüzde 10’a yakın.
Evet, genelde bundan da düşüktü bu rakamlar. Düşününce, bayağı da bir kısmının adı çeşitli iddialara konu olmuştur. O orana göre bayağı fazla esasında. Tansu Çiller tek kadın başbakandı.
Onunla ilgili de olmadı mı kimi iddialar…
Tansu Çiller’le ilgili sorun belki de yeterince kadınsı olmaması, fazla erkeksi olmasıydı…
Demek ki fark etmiyor kadın erkek… O yüzden bende erkeklere karşı şefkat var, ayrıca da, bir kadınım. Karşı cinsimi sevmem, karşı cinsime ilgi duymam gayet normal bir şey. Doğam gereği.
Ben de doğam gereği karşı cinsi seviyorum da bana ilginç gelen şey şu; bir ülke düşünün ki orada töre cinayeti diye bir şey var. Namus cinayeti diye bir şey var. Herhalde kadınlara şiddet uygulayan erkek sayısı, bunun tersinin birkaç yüz katıdır. Böyle bir ülkede erkeklere öfkelenmemeyi nasıl başarıyorsunuz? Öfkenizi mi yönetiyorsunuz?
Başka bir tarafından bakıyorum ben. Öfkelenmediğim zamanlarda, nasıl diyeyim, iyimser bir inanç ya da bekleyişim var. Belki bir şeyler değişebilir. Ya da böyle yaptığım zaman bir tarafından anlatabilirim veya anlayabilirler. Top da savaşın bir simgesi. Bir savaş aleti ve adam öldüren bir şey. Ama ben onu yine de, bir şey değişebilircesine, sanatıma konu ediyorum. O yüzden erkeklerin karşısında, ne olursa olsun, öfkelenmeden, sakin, gülümseyerek durmak da oyunun bir parçası belki. Belki utanırlar da bir şeyler değişir gibi bir hâl de var.
365 ağlayan kadın fotoğrafını yan yana getirdiğiniz eserinizde şehit cenazelerinden de görüntüler var, Hrant Dink’in cenazesinden de…
Burada bir birleştirici tarafın olmasını istedim. Bir baktım o kadar çok ağlayan kadın fotoğrafı bulabiliyorum ki… Esasında mahrem bir eylemdir ağlamak, ama yüzlerce fotoğrafı rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Ve sınıf ayrımı yapmıyor. Zengin-fakir ayırmıyor. Bir de şöyle bir ortak nokta var; mutluluktan da ağlayan var bunların içerisinde, saçma bir depresyondan ötürü ağlayan da, gerçekten hakkını vererek, ağlanacak bir durumdan ötürü ağlayan da.
Siyasetten hoşlanmıyorsunuz ama siyasete bigâne de değilsiniz sanırım.
Bakın size başımdan geçen ilginç bir şeyi anlatayım. Tatilde, sonradan MHP il teşkilatından olduklarını anladığım gençler bana adımın neden Karolin olduğunu sordular. Ermeni kökenliyim dedim. Şaşırdılar; “Türkçeniz çok iyi… Nerelisiniz, Ermenistanlı mı?” falan… Ben anlattım hikâyemi; işte, Sivas kökenliyim, annem babam Sivaslı, ben İstanbulluyum falan. Bu tür şeyleri anlatınca “siz de aynen bizim gibiymişsiniz” diyorlar. Bir şeyler anlatabiliyorum. En azından kendimi tanıtıyorum orada. Bilmeyen bir kitle var. Ya da, yere çöp atmamaya dikkat ediyordum. “Siz birçok kişiden daha iyi bakıyorsunuz buralara, Türkiye’yi daha çok seviyorsunuz belki de” dediler.
Kafalarında nasıl bir imaj varsa…
Ben böylece belki de birinin kafasında bir şeyi değiştirmiş, ona bilmediği bir şeyi öğretmiş oluyorum. Sanki taraftar kazanıyorum. Kaç kişi bana dedi; “sen birçok Türk’ten daha vatanseversin”… Yani ben de Türküm esasında, Ermeni kökenli Türküm. E seviyorum burayı. Bana Green Card çıktı Amerika’dan, istemedim orada yaşamak. Kafalarda karışan bazı şeyleri anlatabiliyorum hiç değilse. Hiçbir zaman da bir saldırganlıkla karşılaşmadım. Ama tarihe bakıldığında, CHP’nin başta olduğu dönemde birçok kişi Aşkale’ye sürülmüştür Varlık Vergisi hadisesinden dolayı. MHP ile karşılaştırıldığında, CHP’de çok daha tutarsız bir durum var.
Siyaseti seksi buluyor musunuz?
Hayır, hayır.
Kılıçdaroğlu’yla Arınç arasında “boy” polemiği olmuştu geçenlerde. O tartışmada satır aralarında fallik bir unsur gördünüz mü?
Belden aşağı vurmuşlar. “Boyu değil işlevi” derler ama boy da önemlidir, en basitinden göz doldurması lazım! Bu arada, siyaset ve kadın meselesinden az önce bahsetmiştik, aklıma şu geldi şimdi; bence daha güzel, kendine güvenen, bakımlı kadınlar işin başında olsaydı siyaset daha farklı olabilirdi. Mesela Ukrayna’da bir bakan vardı, gördüm kadının fotoğrafını, ne kadar güzel bir kadın dedim. Böyle sarışın, örgülü saçlı. İnsanın içinin güzelliği dışarıya da yansır ve kompleks olmaz. Komplekssiz insanlar geldiği zaman bir yerlere, o zaman sorunların azalacağını düşünüyorum. Politikaya atılan kadınlara baktığım zamansa böyle bir şey görmüyorum. Hillary Clinton’ı etekle görmedim. Erkeklerin dünyasına girecekseniz illa pantolon giymeniz ya da erkeksi olmanız gerekmiyor. En seksi halinizle girin, bir renk gelir siyasete. Erkekler de yumuşar, kavgalar azalır, daha ılımlı olurlar.
Bir+Bir dergisiyle röportajınızda size nasıl seks yaptığınız sorulmuş. Ben size bunu sormayacağım. Onun yerine şunu soracağım; seks beyinle mi yapılır içgüdüyle mi?
Her ikisi de. Yeterince gelişkin bir insan, beyniyle içgüdülerini yönlendirir. İçgüdüyü yadsıyamazsınız ama gelişkin bir insan içgüdülerini kontrol edebilir. İrade diye bir şey var… Hatırlarsınız, Başbakan’ın siperde çömelmesiyle ilgili bir polemik olmuştu. Oradaki durum ilgimi çekmişti. Ben çömelip çömelmemesine bakmamıştım. Orada ilişkileri sürtüşmeli olan Genelkurmay Başkanı’yla Başbakan’ı birleştiren bir silah vardı, top vardı. “Bu burayı koruyor” gibisinden, çok “erkek” bir figürdü. Tam da o sırada benim sergim açılıyordu. Ve ben de Akşam gazetesiyle röportajımda şunu demiştim; belki de sınırlara benim pembe toplardan koymak lazım.
Ucu eğik toplarınızdan…
Evet.
İnsanlar izliyordu. Fazla vaktimiz yoktu. “Miğferliyi öptüm, bir tane de sarıklı öpeyim” gibi düşünüp seçtim. Gerçi sonradan “bu adamın da bıyıkları ilginçmiş, keşke onu da öpseydim” gibi şeyler de düşündüm.
Atatürk’ün büstünü öpmediniz.
Onu öpmedim. Atatürk’ü özellikle bu tür şeylere karıştırmak istemiyorum. Tabunun üzerine gitmek kolaya kaçmak gibi geliyor bana. Hayır, hiç gerek yok. Onun üzerinden prim yapmak gibi geliyor bana. Ben öyle zayıf biri değilim, öyle bir şeye ihtiyacım yok. Atatürk’ü övmek ya da yermek bir olay oluyor, onun ismi üzerinden iş yapılıyor. O yüzden yapmam. Aklıma bir şey gelse bile yapmam. Kaldı ki özellikle bu konu üzerinde kafa yormuyorum. Kanuni heykeline çıktım. Orada Hürrem Sultan esprisi vardı. 21. yüzyıl Hürrem’i olmuş oldum. İnönü heykeline de çıkmak istiyorum.
Mevhibe mi olacaksınız?
Hayır. Swissotel’in arkasına düşen bir parkta atlı bir heykeli vardır. Madem atlı, beni Aşkale’ye götürsün diye. “Aşkale’ye İsmet Paşam” diyeceğim. Sarılmış vaziyette. Fatih Sultan Mehmet’in de atlı heykeli var ama ona çıkmam mesela. O da yanlış anlaşılır. “Fatih İstanbul’u fethetmiş, sen bir şey mi diyorsun?” gibi bir durum olur…
© Tüm hakları saklıdır.