Türkiye ve Rusya, pazartesi akşamdan itibaren 24 saatten kısa bir süre içerisinde biri trajik diğeri ise bölge açısından kritik iki büyük olay yaşadı.
Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov'unBüyükelçi öldürüldüğünde, Türkiye ve Rusya arasında uçak krizi benzeri bir kopmanın veya gerginliğin yaşanması ihtimali pek çok sosyal medya kullanıcısı tarafından kaygıyla dile getirildi.
Ancak sıradışı gelişmelerin yaşandığı coğrafyada Türkiye ve Rusya birbirine benzer sözcüklerin kullanıldığı açıklamalar yaparak, bu saldırının ikili ilişkileri etkilemeyeceğini açıklıkla dile getirdi. İşaret ettikleri ortak olgu 'provokasyon' idi.
İnişli çıkışlı bir ilişki döngüsünün ağır bastığı iki ülke, sarsıcı bir suikastın işbirliğini ve kritik bir toplantıyı gölgelemesine izin vermedi.
Analistler cenaze ve basın toplantısının, yan yana gelmesinin sembolik düzeyde bir anlamı olduğunu söylüyor.
Türk- Rus ilişkileri uzmanı Aydın Sezer'in dikkat çektiği nokta şu oluyor: "İki tarafın da birbirine ihtiyacı var. Bunun altını çizebiliriz."
Sezer, "Rusya'nın inisiyatifinde müdahalede bulunduğumuz Suriye'den onurlu bir çıkış için biz Rusya'ya ne kadar ihtiyaç duyuyorsak; Rusya da Suriye'de batı koalisyonundan kopan bir Ankara üzerinden bu ülkede yeni rejimin tesis edilmesinde Türkiye'ye o kadar ihtiyaç duyuyor."
Suriye sahasında birbirinin içine geçen çıkarlar, büyükelçiye yönelik suikasta rağmen iki ülkenin elzem başlıkları konuşmasını zorunlu hale de getiriyor bir bakıma.
Kadir Has Üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümünde akademisyen Akın Ünver dün Moskova'nın ev sahipliğinde gerçekleşen üçlü görüşme ve öldürülen büyükelçi arasındaki bağın bir başka boyutuna daha dikkat çekiyor.
Karlov'un iki ülke arasındaki ilişkilerin en zorlu olduğu dönemlerdeki rolünü ve mirasını hatırlatıyor: "Büyükelçi Karlov, çok zor bir dönemde Türk-Rus ilişkilerini tekrar rayına oturtan önemli bir isimdi. Lavrov toplantısındaki sembolizm ise ilişkileri düzelten bir diplomatın fikir ve emeklerinin ikili ilişkileri etkilemeye devam edeceğinin bir göstergesi."
Ancak dünkü tablo, birbirinin içine geçen çıkarların yanı sıra özellikle Türkiye açısından birbirinin içine geçen olayların yarattığı zorunlu durumların da bir işareti olabilir.
Bu noktada Aydın Sezer, uçak krizinin ardından 7 ay sonra, Haziran ayından beri yeniden görüşmelere iki ülke arasındaki ilişkilerde, Ankara'nın istediği hızda bir iyileşmenin olamadığını ve Suriye özelinden bundan sonra da bu inisiyatifin Rusya'nın eline geçtiğini vurguluyor.
"Suriye'de Rusya'nın onayıyla veya Rusya'nın çizdiği sınırlarda hareket yapabilen bir ülkeydik. Dünkü saldırıdan sonra artık Suriye'de Rusya her ne diyorsa onu yapmak durumundayız" diyor ve ekliyor:
"Bu saatten sonra Suriye konusunda Türkiye'den artık kimse Rusya'nınkinden farklı bir tavır veya davranış beklememeli."
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı'ndan (SETA) analist Nebi Miş ise buna katılmıyor ve sahadaki durumun ülkelerin pozisyonlarını her an değiştirebildiğine dikkat çekiyor:
"Suriye'de birçok değişken var. Bu değişen dinamikler üzerinden uluslararası aktörlerin politikaları da güncellenmek zorunda. Yüzde yüz Türkiye, Rusya'nın çerçevesini çizdiği bir alanda politika geliştirir diyemeyiz. Türkiye'nin karşılıklı bir müzakere içinde en azından Fırat Kalkanı ve kendi çıkarları açısından [politika] belirlediğini söylememiz gerekiyor."
Ancak Miş, büyükelçi suikastının müzakere masasında Türkiye'nin elini zayıflatan bir etki yaratmış olabileceği konusunda Sezer ile aynı görüşleri paylaşıyor: "Cenaze yoldayken masada Suriye'nin geleceğinin müzakere edilmesinin, müzakerenin tekniği açısından da belirli zorlukları barındırdığı muhakkak."
Zorlu bir dönemde aynı masa etrafından buluşmayı başaran Türkiye, İran ve Rusya'nın ortaya çıkardığı deklarasyon ise özellikle Ankara'nın Suriye politikasında bir süredir olgunlaşan bir değişimin yeniden dile getirilmesi anlamına geliyor gibi görünüyor.
O da Suriye'de siyasi geçiş sürecinin Esad ile olabileceğine Türkiye'nin de onay veriyor olması.
Zira Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, basın toplantısından sonra yaptığı açıklamada, "Rusya, İran ve Türkiye Suriye'de önceliğin rejim değişikliği olmadığı konusunda mutabakata vardı" diyordu.
Peki öncelik neydi? Lavrov bunu 'teröristlerle mücadele' olarak açıklıyordu.
Nebi Miş, bu konuya bakış açısını farklı bir noktadan kurmak gerektiğini düşünüyor ve Türkiye'nin Esad'lı geçişe onay vermesi değil, kendi sınırını IŞİD ve muhtemel bir Kürt koridoruna karşı güvende tutmaya öncelik verdiğini belirtiyor.
Miş, "Burada DAİŞ ile mücadelede önemli bir başarı elde edildi. Bu başarının ardından Türkiye'de DAİŞ'in terör faaliyetleri azaldı. Bir başka önemli mesele kuzeydeki PKK kuşağının Türkiye için bir tehdit olmaktan çıkarılması. Dolayısıyla müzakerelerin çerçevesine bakarken ya da bu ülkelerle görüşürken bunu önceliyor. Esad'ın geleceğinden daha çok kendine tehdit olan örgütlerin geleceğini dikkate alıyor. Türkiye'nin pozisyonuna bu açıdan bakmak gerekiyor" diyor.
Peki bundan sonra ne olacak?
Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Türkiye- Rusya ilişkileri üzerine çalışmalar yürüten Habibe Özdal'a göre ilişkilerin Ankara'nın değil Moskova'nın istediği hızda ilerlemesi daha muhtemel.
Özdal, uçak krizi sonrasında uygulamasına son verilen vize muafiyetinin yeninden başlatılması henüz gündemde olmadığını ve Türkiye'den giden mallara yönelik ambargonun kaldırılmadığını hatırlatıyor.
Özdal önceliğin daha çok Rusya'nın önemsediği enerji gibi alanlarda olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Büyükelçi Karlov'un Ankara'daki suikast sonucunda hayatını kaybetmesi ikili ilişkilerde yeni bir kırılma yaratmayacaksa da normalleşmenin zamana yayılacağı görülüyor. Süreci hızlandırmak konusunda Türkiye'nin iyi niyet göstergeleri ve aktif dış siyaseti Rusya tarafının temkinli yaklaşımları ile karşılanıyor.
Süreci "Türkiye'nin tüm iyi niyet göstergelerine ve beyanlarına rağmen Moskova'nın tercih ettiği hızda ilerliyor" diyerek Özdal iki ülkenin Suriye'deki işbirliğinin ise zaruri olduğunu söylüyor.
Kasım 2015'teki uçak krizinin ardından iki ülke arasındaki normalleşme, eski seviyesini yakalayamasa da Suriye cephesindeki ortak yaklaşımların 2015 öncesine nazaran hızla artıyor olması Rusya ve Türkiye'nin öncelikleri hakkında da bir fikir veriyor.
Dün yayınlanan deklarasyon ile Kazakistan'ın başkenti Astana'da yapılmaya başlanması öngörülen Suriye'de barış süreci görüşmelerinin akıbetini ise elbette ülkelerin ortak kararlılıkları ve bölgesel dinamikler, Suriye gerçekleri belirleyecek.
Benzeri olmayan bir ortak toplantı ile benzeri olmayan bir girişimin ilk adımlarının ABD, Avrupa ülkeleri ve Katar ile Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki yankısının ne olacağı ise yakından izlenecek.