T24 - Maliye Bakanı Şimşek, "Gelecek sene savunma harcamaları dahil her kuruş denetlenecek." diyerek, Sayıştay Yasası henüz çıkarılmadığı için denetim kapsamının sadece harcamalarla sınırlı olduğunu belirterek, "Seneye sorun kalmaz" dedi. Şimşek, Aydın Doğan'a kesilen vergi cezasının siyasi olmadığını savundu: Herhangi bir şahsı ya da kurumu hedef alarak kesinlikle inceleme yapmayız...
Taraf yazarlarından Amberin Zaman'ın Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile 21 Ekim 2009 tarihinde gerçekleştirdiği söyleşi:
Kabine dışı kalacak söylentilerine inat Maliye Bakanlığı koltuğuna oturan Mehmet Şimşek, yazılı basına ilk özel mülakatını Taraf'a verdi. Pazar günü Sovyet ekolüne öykünen Cumhuriyet dönemine ait bir çok tabloyla bezeli Maliye Bakanlığı'nda görüştüğumüz Şimşek, iki yıldır siyasetin içinde olmasına rağmen halen teknokrat kimliğini koruyor. Siyasetten bahsetmeyi pek sevmiyor. Ama Batman Gercüş doğumlu Şimşek, Kürt açılımından büyük heyecan duyduğunu da gizlemiyor. Kendilerini ihmal ettiklerinden yakınan Batmanlı hemşehrilerine de kapısı her zaman açık. Şimşek, "Doğdumuz topraklara duygusal boyutta yakın ilgimiz var ama sonuç itibariyle tüm Türkiye'nin Maliye Bakanıyım" diyor. Eli sıkı bir Maliye Bakanı olacağını tahmin ediyoruz. Zaten özel hayatında pek lükse meraklı değil. Ayağında çeşitli etkinliklerde üç seferdir gördüğümüz siyah deri ayakkabılarını 20 liraya Gaziantep'ten almış. Kolundaki spor tarzı saat sıradan, Tissot marka.
En büyük merakı Gölbaşı'ndaki evinin bahçesindeki çiçeklerle uğraşmak, bir de bol bol iPhone'uyla fotoğraf çekmek... Shakira merakı devam ediyor, ama Rojin ve Avril Lavigne de dinliyor. Bakanlığa gelir gelmez ilk icraatlarından biri, misafirlerinin oturduğu kanepenin karşısına "Yetmiş iki milyonun hukuk bekçisiyim" yazılı bir tabela asmak olmuş...
Geçen cumartesi günü açıkladığınız 2010 bütçesiyle başlayalım. En büyük itirazlar memur kesiminden geliyor. Zamlar çok düşük bulunuyor.
Genel bir ilkemız var. Sabit gelirli vatandaşlarımızı, memurlarımızı, kamu işcilerimizi enflasyona ezdirmeyeceğiz ilkesi. Bu 2010 için de geçerli. 2010'da enflasyon yüzde 2.5+yüzde 2.5'e denk gelen artış üzerinde olursa, tabii ki aradaki fark bir artış olarak verilecektir. 2009 yılı olağanüstü bir yıl. Dünya ekonomisi ve Türkiye ekonomisi açısından baktığınız zaman, sıkıntıların had safhaya vardığı, gelirlerimizin çok ciddi boyutta düştüğü bir yıl. Bütçedeki sapmanın yüzde 80'i gelirlerdeki azalma ile ilişkili. 2009 için bütçe açığı, yılın başında 10.4 milyar lira olarak öngörülmüştü, ancak bütçe açığı 62.8 milyar liraya çıkıyor. 2009'da ortaya çıkan bütçe açığındaki sapmanın yüzde 86'sı gelirlerdeki azalmadan, yüzde 14'ü ise giderlerdeki artıştan kaynaklanıyor.
Gelirlerdeki azalmanın başlıca nedenlerini sayabilir misiniz?
Azalmanın detaylarına baktığınız zaman, 4.7 milyar lirası vergi indirimleri nedeniyle ortaya çıkan gelir kaybından kaynaklanıyor. Yılın ikinci çeyreğinden başlayarak ekonomiyi canlandırmak için birtakım vergi indirimlerine gittik. Bir de 40 milyar liralık ekonomideki daralma nedeniyle yaşanan bir düşüş var. Bunun en önemli kalemi ÖTV ve KDV. Milli gelirin yüzde 70'ini özel tüketim oluşturuyor. Özel tüketimde önemli düşüş yaşandı.
Birçok uzman 2010 bütçesini gerçekçi bulmuyor.
Bütçeye baz oluşturan makroekonomik varsayımlara bakmak lazım.
Esas bunlar gerçekçi bulunmuyor.
Bunu siz diyorsunuz. Birçok analist, Türkiye'de ve dışarda, Türkiye'yi takip eden birçok kurum, bütçe varsayımlarının ve rakamlarının son derece gerçekçi olduğunu ifade etti. Türkiye ekonomisinin 2010'da sadece 3.4 büyüyüceğini öngörüyoruz. Türkiye'nin bulunduğu şartları göz önünde tuttuğumuz zaman, son derece muhafazakar bir varsayım. Çünkü, Türkiye'nin bankcalık sektörü son derece sağlam bir yapıya sahip. Borçlanma ihtiyacımızı 2010'da azaltacağız, dolayısıyla bankacılık sektörünün reel sektöre daha fazla kaynak aktarmasını sağlayacağız. Büyümenin bu ülkede esas lokomotifi özel tüketimdir, kamu değil. Burada birkaç faktör var. Birincisi bankacılık sektörünün bilanço yapısı sağlam, kredi verme olanağı son derece yüksek. İkincisi, yine kredileri etkileyen bir faktör olarak faiz oranları bir yıl öncesine göre çok ciddi düşüş yaşadı. Geçen yıl bu aralar faizler yüzde 20 oranındaydı, bugün yüzde 8 seviyelerinde. Öte yandan, hane halkının başka ülkelerle karşılaştırıldığında borç yükü düşüktür. Son olarak Türkiye'de hane halkının mali servetindeki erime, küresel kriz nedeniyle son derece sınırlı olmuştur.
Bütçedeki kalemlere baktığımız zaman, eğitim harcamaları en yüksek kalem olarak gözüküyor. Savunma, sağlığın önünde. Yine ikinci sırada...
Bakanlıklar arası en yüksek payı yine milli eğitime ayırdık. Eğitim ve sağlık öncelikli alanlar olarak önümüze çıkıyor. Sağlıkta bir çok adım atıyoruz. Aile hekimliği uygulamasını 2010 itibariyle tüm Türkiye'de yaygınlaştıracağız. Sağlık bütçesi yüzde 12 civarında arttırıldı. Enflasyonun iki katı kadar sağlık harcamalarında artış öngördük. Buna ek olarak, aile hekimliği için gereken ek kaynağı da bütçeye koyduk. Hizmetin niteliği değişecek.
Milli Savunma Bakanlığı'nın harcamaları Jandarma'yı içermiyor. Dolayısıyla gerçek savunma harcama rakamı daha büyük...
Türkiye'de güvenlik, savunma dediğiniz zaman bir tek unsur ön plana çıkmıyor. Milli savunmaya tahsis edilen ödenekle savunma harcamalarını açıklamak zor. Diğer bir takım unsurlarında olduğu bir gerçek. Onun için bir tek kalem altında toplanmıyor. O ayrı bir çalışmayı gerektiriyor. Benim bildiğim kadarıyla zaten NATO ülkelerinde bu türden kıyaslamalar yapılabiliyor. Yine de Türkiye'deki savunma harcamaları eskisi gibi başka ülkelere kıyasla çok yüksek değil, benim hatırladığım kadarıyla.
Savunma harcamalarında sıkça dile getirilen şeffaflık meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Silah alımlarında Sayıştay denetimi hâlâ söz konusu değil...
Sayıştay Yasası henüz çıkartılmadığı için denetim kapsaması sadece harcamalarla sınırlı. Fakat gelecek dönemde yeni Sayıştay Yasası'nı TBMM'den geçirmeyi ümit ediyoruz. Bu çerçevede kapsam tüm kamu harcamalarına yönelik olarak genişletilecek.
2010 bütçesine yönelik bir eleştiri de, mahalli idarelere ayrılan kaynaklarla ilgili. Bu AKP'nin olası erken seçim yatırımı olarak değerlendirildi.
Mahalli idarelere 2010'da tabii ki 2009'a oranla daha yüksek oran aktarıyoruz, tamam. 2010 bütçesi yerel idareleri destekleyen bütçedir. Gelir payları yüzde 17.6 artmıştır. Ancak, arkasındaki temel faktör mahalli idarelerle ilgili yapılmış yeni bir düzenlemeden çok, bizim vergi gelirlerindeki artışın yüksek seyredeceği varsayımına dayalı bir aktarım.
Yılan hikâyesine dönen IMF ile yeni stand-by anlaşmasına gelince, hükümet halen bu konuda çelişkili mesajlar veriyor. Ancak, "anlaşmaya ihtiyaç yok" mesajı sanki daha ağır basıyor...
Biz programımızı ortaya koyduk. Eğer bu programa uluslararası kuruşların desteğini alabilirsek, Türkiye için olumlu olur. Nedeni de şu: Birincisi, ortaya koyduğumuz programın iç ve dış kredibilitesi önemli. Bu noktada bir dış çıpa yararlı olur. İkinci olarak, küresel bazda çok büyük bir kriz dönemindeyiz. Krizin en kötü dönemi geride kaldı. Krizden çıkış sinyalleri güçlü bir şekilde geliyor ama yine de gelecek döneme ilişkin bazı belirsizlikler var. Çünkü dünyada ve özellikle Batı ülkeleri için konuşuyorum, bankacılık sistemindeki zaafiyetler devam ediyor, global makroekonomik dengesizlikler düzeltilmedi. Bu çerçevede baktığınız zaman, dünyanın önünde halen ciddi sorunlar ve belirsizlikler var. Böyle bir dönemde bir sigorta poliçesinin olmasında yarar vardır.
IMF'yi mi kastediyorsunuz?
Bu olmazsa olmaz değildir. Planlarımızı kendi yağımızla kendimiz kavrulacak şekilde hazırladık. Ama krizle birlikte bütçe açığı arttı, Hazine'nin borçlanma ihtiyacı arttı. Dolayısıyla bankacılık sektörü, özel sektöre kredi olarak verebileceği imkanları devlete, Hazine'ye kaydırdı. Bu yeni dönemde her ne kadar bütçe açığını düşürüyorsak da, dışarıdan gelecek bir kaynak dış borçlanmayı azaltma etkisi çerçevesinde tabi ki özel sektöre özel tüketime yatırım projelerine daha fazla kredi aktarma imkanı sağlar.
IMF'nin hükümete yönelik temel eleştirileri arasında vergi sistemindeki dağınıklık ve kayıtdışılık geliyor.
Kayıtdışılığını azaltmak hükümetimizin en temel hedeflerinden biridir.
Her gelen hükümet aynı şeyi söylüyor ama başaramıyor. Kimi hesaplara göre ekonominin yarısından fazlası kayıtdışı. Bununla nasıl baş edeceksiniz?
Türkiye'de eskiden beri gelen bir varsayım var. Türkiye'de vergi oranları yüksek olduğu için vergi kaçağı ve kayıtdışılık yüksek diye. Aslında bu pek çok alanda anlamlı bir analiz değil.
Neden değilmiş?
Size birkaç rakam vereyim. Mesela, OECD ülkelerine Kurumlar Vergisi açısından baktığımız zaman, Kurumlar Vergisi oranı eskiden Türkiye'de yüzde 33'tü, hükümetimiz bunu yüzde 20'ye indirdi. Bunlar şirketlerin kârları üzerinden alınan bir vergidir. OECD'nin Kurumlar Vergisi oranı itibariyle en düşük ülkelerinden biri Türkiye'dir. Ama Kurumlar Vergisi'nin milli gelire oranına baktığımız zaman, OECD'nin en az Kurumlar Vergisi toplayan ülkesidir.
Bu tezatı nasıl açıklıyorsunuz?
Ben bunu genel vergi uyumu sorunuyla açıklıyorum. Türkiye'de vergi uyumu konusunda ciddi sıkıntılar var.
Peki, vergi kaçakçılığını nasıl engelleyeceksiniz?
Vergi kaçırmanın sonuçlarını ağırlaştırmamız lazım. Maliye Bakanlığı'na adım atar atmaz vergi kaçakçılığı için öngörülen hapis cezasını 12 aydan 18 aya çıkarttım. Bu düzenlemenin arkasındaki saik şuydu, eskiden vergi kaçakçılığına verilen hapis cezası, rahat bir şekilde paraya çevriliyordu. Vergi uyumunu arttıran, caydırıcı bir güce sahip değildi. Vergi kaçakçılığıyla ilgili alınan hapis cezaları paraya çevrilemiyor. Yalnız Türk Ceza Kanunu'na göre bu cezaların hâlâ ertelenme imkânı var. Şu anda Adalet Bakanlığı ile bir çalışma yapıyoruz. Vergi kaçakçılığı nedeniyle verilen hapis cezalarının ertelenmesini de engelleyecek bir düzenleme üzerinde çalışıyoruz.
Bu tek başına yeterli olur mu? Kaçakçılığı nasıl tespit edeceksiniz?
Gelir Vergisi reformunda çarpraz denetim getiriyoruz. Tüm vatandaşlarımızın, tüm şirketlerimizin bir yıl içinde beyan ettikleri gelirle, yaptıkları harcama arasında uyum arayacağız. Bu da bize bir biçimde vergi tahakkuku imkânı sağlayabilir. Mesela tapu daireleri bu yıl sonunda tamamen online sisteme geçtiğinde, birebir bilgi paylaşımı olacak. Bankalarla zaten doğrudan doğruya bilgi paylaşımı söz konusu. Gümrüklerle de bilgi paylaşımı söz konusu olacak. Tüm ekonomik faaliyetler sonucu ortaya çıkacak işlemlerin dolaylı veya doğrudan Maliye ile ilişkisi veritabanı olarak ortaya konacak.
IMF'nin bir diğer şikâyeti de vergi kurumlarındaki dağınıklıkla ilgili...
Kurumsal yapımızı iyileştirmemiz gündemde. Denetimde de çokbaşlılık var. Gelir İdaresi'nin altında gelir kontrolörleri var, vergi denetim elemanları var. Maliye Bakanlığı'na doğrudan doğruya bağlı başka denetim birimleri var. Hesap Uzmanları Kurulu var, bir de Maliye müfettişleri var. Bir fragmantasyon (parçalanmışlık) söz konusu. İki türlü çözülür bu. Ya birimler arasında diyaloğu, işbirliğini arttıracaksınız, ki o kolay değil, ya da birimleri tek çatı altında toplayıp birikim ve deneyimlerine göre yeni fonksiyonlar çıkartacaksınız. Bunun formatı için çalışma yapılıyor.
Peki devlet nezdinde vergi kaçakçılığına göz yumdukları iddia edilenlerle ilgili ne yapacaksınız?
Maliye Bakanı olarak herhangi bir yolsuzluğa asla izin vermem. Bu tür iddiaları da sonuna kadar takip ederim. Gazetelere yansıdı, bizim taşradaki bazı dairelerde sıkıntılar yaşandı, ama sonuna kadar ne gerekiyorsa yapıldı. Burada önemli olan bu.
'Vergi denetimlerinde siyasallaşma yok'
Aydın Doğan'a kesilen astronomik vergi cezasıyla ilgili daha önce birçok açıklamanız oldu. Yine de soralım: Bu cezanın siyasi olduğu, ifade özgürlüğüne kast ettiğine dair Avrupa Birliği'nin dahi yıllık raporunda dillendirdiği kaygılar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Maliye Bakanı olarak bu türden yorum ve değerlendirmeleri tabii ki reddetmemiz gerekiyor. Bizim yaptığımız vergi incelemeleri, herhangi bir şahsı, herhangi bir şirketi hedef alan kasıt çerçevesi içinde yapılmıyor. Vergi denetimleri ya rutin olarak ilgili birimler tarafından risk değerlendirmesi yapılarak başlatılıyor ya da çoğu kez ihbar üzerine yapılıyor. Hatta bazen Maliye Bakanlığı'ndan bazı talepler üzerine bile yapılabiliyor. Örneğin, bir şirket Maliye Bakanlığı'ndan vergi iadesi konusunda bir talepte bulunduğunda, bu talep değerlendirilirken, şirket incelemeye tabî tutulabiliyor ve bunun sonuçları ortaya çıkabiliyor. Ben Maliye Bakanlığı'nın vergi incelemelerinin siyasallaştığı tezini doğru bulmuyorum.
Ama bu imajı da yok edemediniz.
Mükellef mahremiyeti sebebiyle bahsettiğiniz grup hakkında herhangi bir yorum veya değerlendirme yapmadık. Ama tabii bazen gruplar veya bireyler seçici bir şekilde ellerindeki bilgileri kamuoyu önündeki konumlarını güçlendirecek şekilde sunabiliyor. Türkiye'de tabii ki bağımsız mahkemeler vardır. Hatta uzmanlaşmış vergi mahkemeleri vardır. Biz o mahkemelerdeki görülen davaların önemli bir kısmını kaybediyoruz. Nedeni de şu, bir vatandaş veya bir şirket haksız vergi tahakkukuyla karşı karşıya kaldığı zaman, hakkını bağımsız mahkemelerde arıyor ve biz çoğu zaman kaybediyoruz.
Türkiye'de bağımsız mıdır mahkemeler?
Tabii ki bağımsızdır!