Politika

Kadri Gürsel: Tutuklu Cumhuriyet'çilerin serbest bırakılması, Türkiye'nin âlî menfaatleri icabıdır

"Cumhuriyet davası bir sembol dava haline geldi"

27 Eylül 2017 19:16

"Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla çalışma arkadaşları ile birlikte 330 gün tutuklu kalan Cumhuriyet Gazetesi Yayın Danışmanı Kadri Gürsel, hakkında verilen tahliye kararına ilişkin olarak "Bunda öyle kutlanacak, çok fazla, bayram gibi, şenlik havasında kutlanacak bir şey yok. Çünkü ortada tecelli eden bir adalet yok. Neticede siyaseten içeri atıldık ve siyaseten dışarı bırakıldık" dedi. Gürsel, sözlerinin devamında “Tutuklu Cumhuriyet'çilerin serbest bırakılması, Türkiye'nin âlî menfaatleri icabıdır” ifadesini kullandı.

Cumhuriyet'in yönetici, yazar, muhabir ve avukatlarının yargılandığı dava, "Sansürün kaldırılışı" ve "Basın Bayramı" olarak kutlanan 24 Temmuz'da başlamıştı. Davanın üçüncü duruşmasında Gürsel tahliye edilmiş; Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, muhabir Ahmet Şık ve muhasebe çalışanı Emre İper'in tutukluluk hâlinin devamına karar verilmişti. 

Medyascope’da Burak Tatari ve Gökçe Çiçek Kösedağı’na konuşan Kadri Gürsel, “Gazetecileri suçlarken başlıklardan, köşe yazılarından ve haberlerden başka bir şeyler bulmanız lazım. Sadece bunlarla sınırlı kalan, yani haberle sınırlı kalan ve haberin, gazeteciliğin kriminalize edilmesini amaçlayan iddianameler hiç kimseyi inandıramıyor” dedi.

Kadri Gürsel’in Burak Tatari ve Gökçe Çiçek Kösedağı’na verdiği cevaplar şöyle:

- Nasılsınız, nasıl duygular içerisindesiniz diye başlayalım.

Çok teşekkür ederim öncelikle. Tabii dışarısı içeriden iyidir. Dolayısıyla bunun, bu iyiliğin bana verdiği bazı hoş duygular içerisindeyim. İnsanın ailesine, çocuğuna, eşine, dostlarına kavuşması, onlarla kucaklaşması, onlarla bir arada olması güzel bir şey. Ama diğer taraftan da bunda öyle kutlanacak, çok fazla, bayram gibi, şenlik havasında kutlanacak bir şey yok. Çünkü ortada tecelli eden bir adalet yok. Neticede siyaseten içeri atıldık ve siyaseten dışarı bırakıldık. Hadise böyle olunca tabii ki vakarımızı da bu bağlamda korumak zorundayız. Ama bu sevdiklerimiz söz konusu olunca tabii ki sevincimizi de, coşkumuzu da göstermemizden bizi alıkoymamalı.

- Dün (25 Eylül 2017) gece ulusal ve uluslararası basın örgütlerinden söz ettiniz. Aslında teşekkür ettiniz. Bu tip durumlarda dayanışmanın önemi nedir?

Dayanışmanın ne kadar önemli, ve hayati bir kavram, bir eylem, bir anlam olduğunu ben zaten biliyordum. Bu nedenle on yılı aşkın bir süredir basın özgürlüğü aktivizmi içindeydim. Ben Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), merkezi Viyana’dadır; kısa adıyla IPI’ın Türkiye ulusal komitesi başkanlığını yürütmekteydim birkaç yıldır. Ama bu uluslararası basın özgürlüğü savunucusu örgütün Türkiye’deki çalışmalarında on yıldan fazla bir süredir aktifim. Bir gazetecinin bence dahil olabileceği, yürütebileceği tek meşru aktivizm basın özgürlüğü aktivizmidir. Yani gazetecilik mesleğinin özgürce, sınırlama olmadan yapılmasını ve dolayısıyla demokrasiye bu bakımdan sunabileceği en geniş, en büyük, en değerli katkıyı sunabilmesinin sağlanması, çok sesliliğin mümkün kılınması amacını taşıyan bir aktivizm meşru bir aktivizm. Gazetecilere, basın özgürlüğüne yönelik saldırılar olduğunda uluslararası basın özgürlüğü örgütleri bu saldırılar nerede vuku bulunursa bulsun, bunu dünyaya duyururlar, bu konuda kampanyalar düzenlerler ve bu baskıcı güçleri, baskıcı hükümetleri baskı altına almak için dünya kamuoyunu harekete geçirirler. Buradaysa bir kez daha bu baskıya uğrayanlar, özgürlükleri elinden alınanlar bizlerdik. Cumhuriyet Gazetesi’ne yapılan operasyonda ilk önce dokuz, sonra on, on bir, on iki arkadaşımız bu sayı da yükseldi, daha sonra biliyorsunuz başımızdan geçenleri… Ben on bir aya yakın bir süre tutuklu kaldım. Benden önce dokuz ay tutuklu kalan yedi arkadaşımızı serbest bıraktılar, iki ay daha beni tuttular ve beni de serbest bıraktılar. Bu süre içinde basın özgürlüğü savunusunu yapan uluslararası örgütlerin, ulusal örgütlerin, meslek örgütlerinin ve bu iki kesimin kendi aralarındaki dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha yaşadık, gördük. On iki basın özgürlüğü örgütü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurarak bizim AİHM’de açtığımız davada bizden yana müdahil olmak istediler ve bu başvuruları kabul edildi. Bu bile çok önemli bir gelişmeydi bence. Bir ilk oluşturuyordu. Dayanışma her alanda, bütün örgütlü toplum açısından çok çok önemli ve caydırıcı bir kavram.

Dayanışma, bütün hak mücadelelerinde, bütün toplumsal kesimlerin mücadelelerinde çok başat bir rol oynuyor. Basın özgürlüğünde de böyle, aynı zamanda da bunun bir bedelinin olacağını da baskıcı güçlere göstermesi açısından önemli. Yani baskı yapan, gazetecileri hapse tıkan güçlerin karşısına dikilip tamamen sivil toplum nezdinde, okurlar nezdinde bu eylemin neden menfur, neden gayrimeşru olduğunu onlara anlatan ve dolayısıyla bu tür eylemleri kınayan insanların -eylem derken gazetecilere dönük saldırıları kast ediyorum- sayısının artması, aynı zamanda gazetecileri hapse tıkarak bundan siyasi fayda sağlamayı düşünenleri iki kere düşünmeye davet ediyor. Çünkü bu aynı zamanda kendi iktidarlarının ülke ve dünya nezdindeki imajlarını da bozuyor, bozucu bir etkiye sahip. Bir meşruiyet tartışmasının da doğmasını neden oluyor. Bu basit bir şey değil. Hukuk güvencesi, hukukun üstünlüğü çok önemli ve gazetecilerin sadece ve sadece yazdıkları haberler, attıkları başlıklar, köşe yazılarından dolayı suçlanmasını dünyaya anlatmanız, bu konuda dünyayı ikna etmeniz mümkün değildir. Bu mümkün olmayacaktır, olmadı, hiçbir zaman olmayacak. Dolayısıyla gazetecileri suçlarken başlıklardan, köşe yazılarından ve haberlerden başka bir şeyler bulmanız lazım. Sadece bunlarla sınırlı kalan, yani haberle sınırlı kalan ve haberin, gazeteciliğin kriminalize edilmesini amaçlayan iddianameler hiç kimseyi inandıramıyor. İnandırıcı olamıyor, tam tersine bu iddianameleri hazırlayanların inandırıcılığını zedeliyor. Bu bakımdan Cumhuriyet davası ve iddianamesi örnektir ve her celsede, her seferinde bir iddianın, bir delilin, delil diye sunulan aslında içi boş unsurların birer birer çöktüğünü gördük. Celseleriyle de, iddianamesiyle de, yaptığımız savunmalarla da tarihe geçen ve bizim açımızdan yani sanıklar açısından gazeteciliğin savunulduğu, iddia makamı açısında ise gazeteciliğe yapılan saldırının çöktüğü tarihsel bir vakaya dönüşmüştür Cumhuriyet davası. Bu bakımdan da yine tekrarlıyorum; içeride tutulan dört arkadaşımız var: Akın Atalay, Ahmet Şık, Murat Sabuncu, Emre İper. Bu arkadaşlarımızın da bir an önce serbest bırakılması Türkiye’nin âlî menfaatleri icabıdır. Bunu da söylemem lazım, çünkü Türkiye’ye çok zarar veriyor bu, kendiliğinden zarar veriyor. Cumhuriyet davası bir sembol dava haline geldi ve Cumhuriyet davası sürerken kimsenin olağanüstü hal altındaki bu ülkede çıkıp herhangi bir başka davanın düzgün yürüdüğünü, yürütülebileceğini dünyaya anlatması mümkün değildir.