Gündem

Kaan Sezyum: Türkiye'de herkesin kendi polisi var

Kaan Sezyum, Gül'ün Mersin Üniversitesi ziyaretini protesto eden öğrencilere yapılan polis müdahalesini eleştirdi

26 Şubat 2011 02:00

T24- Yazar Kaan Sezyum, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Mersin Üniversitesi ziyaretini protesto eden öğrencilere yapılan polis müdahalesini "Türkiye çok ilerledi sanırım. Şimdi adam başı bir polisle herkesin kendi polisi var. Aile hekimi yerine aile polisi değil, birey polisi gelmiş" diyerek eleştirdi.

Sezyum'un Radikal gazetesindeki köşesinde yayımlanan (26 Şubat 2011) yazısı şöyle:


Yatmadan önce 100 cop darbesi


Hızlı hızlı özetler: 26 kişi bir kız çocuğuna aylarca tecavüz etmişti, adalet yerini buldu. Herkese indirim uygulandı.

Libya’da Kaddafi şov devam ediyor. Halkın üzerine uçaklarla ateş açılıyor, ne güzel.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Mersin ziyaretinde üniversite öğrencileri ‘Yumurta atma / protesto etme / fikirlerini yüksek sesle söyleme ihtimalleri’ olduğu için önce bir güzel coplandı. Harika! Bu da yetmedi 40’ını da ‘Al al al al’ nidalarıyla askerlikten muaf polisler gözaltına aldı. Nefis. Abdullah Gül daha ‘King’s Speech’in tivitini atsın. Halkı bu kadar korkutursanız halk kekeme olacak, ona ne diyorsunuz sayın Clooney?

Bu ‘ihtimallerle değerlendirme’ olayına da hastayım. Mersin’deki gösterilerin haber görüntülerinde neredeyse öğrenci sayısı kadar polis görünüyor. Her öğrenciye en az bir polis düşmesi üniversitelerimizin ne kadar müreffeh ve nefis ortamlar olduğunu bir kez daha işaret ediyor.

Yıldız Teknik Üniversitesi’nde okurken üniversiteye yanımda taşıdığım geyik Zenith marka fotoğraf makinesiyle kapıdan alınamazken, aynı gün içeride satırlarla yaralanan öğrenciler gördüğümü hatırlıyorum. Türkiye çok ilerledi sanırım. Şimdi adam başı bir polisle herkesin kendi polisi var.

Dayağınızı bizzat başka insandan değil, tanıdık birisi olan polisten yiyiyorsunuz effendi gibi.
Polis sizin dostunuzdur derken yalan yok yani. Aile hekimi yerine aile polisi değil, birey polisi gelmiş bile. Bi sıkıntı mı var, iki dayak yiyin, kendinize gelirsiniz.

Polisin herkesi pataklaması bittikten sonra ortalığa saçılan pankartları yerden kaldırmaya çalışan ‘sivil’lerin hali gerçekten de bende ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ ya da ‘1984’ izliyormuşçasına bir rahatsızlık uyandırdı. Pankartlar da gözaltına alınmış olabilir.

‘Kafasını yere ve demirlere vurarak kendini öldürdü’ cümlelerinin savunmada kullanıldığı bir ülkede, pankarta iyi halden beraat vermek zor tabii.

Askerleri toplayıp diplerindeki hedefe atış talimi yapan yüzbaşı kendisini savundu. Askerlere motivasyon vermek için, herkesin birbirine güvenmesi için böyle bir şeye giriştiğini söyledi. Kadir İnanır’ın motivasyonunudan beri duyduğum en güçlü motivasyon olmalı. Amerika’da litresi neredeyse 0.90 liraya satılan benzin, petrolün çıktığı ülkelerin hemen yanındaki bir ülkede nasıl olur da 4 liradan satılır, onun isyanı var mı gençler? Keşke biraz da ben devlet olsaydım, her şeye vergi koyardım. Nasıl olsa hizmet vermiyoruz. Verdiğimiz hizmetler de kâr amacı güden şirketler haline geldi, hâlâ zarardayız. Ağla babam ağla.

Devletin ağlaması da çok pis oluyor be arkadaş. Paso ‘Bizden önce şu oldu, o yüzden şunu yapamadık, şimdi şöyle, otobüslerden para kazanamıyoruz, belediyeler zararda…’ ve benzeri ağlaklıklar. Ya kâr etmeyen bunca belediye neden yılda iki kere her yerin kaldırımını-asfaltını değiştirir? 2011 yılındayız, İstanbul’un nüfusu 17 milyon gibi anormal bir sayıya yaklaşıyor, herkes şehrin doyduğunu ve daha fazla insanı kaldıramayacağını söylüyor, buna rağmen hâlâ şehrin göbeğinde inşaat / AVM / otel şantiyeleri var. Bu nasıl iş?

Moda’ya gelirken birden dev gibi bir otel göreceksin, şaşırma. Kesin birinin bir tanıdığı vardır o heyula gibi oteli oraya dikecek. Ha bu arada Gemlik’e giderken de denizi göremeyeceksin, ona da şaşırma. Oraları da TOKİ aldı alacak.

Tuğçe Kazaz gibi hızlı din değiştirmek mümkün mü? Kendisi tekrar Müslüman olmuş. Bakalım ‘Bir güç var, inanıyorum’ moduna ne zaman geçecek? Aslında din hanesinde ‘It’s complicated / Bu işler karışık’ yazsa güzel olabilir. Bir yandan da bu değişimi anlamamız da gerekmiyor. Bana ne, size ne, değil mi? Nedense Türkiye’de bazılarına göre ‘değil’ şıkkı seçili ve o seçili şıkkı da ‘iptal’ edemiyorsunuz. Üzücü.

Türkiye’deki tarihi mekan / mimari öğe ışıklandırma anlayışı ne zaman ki taksici ekolayzırı, yanarlı dönerli / renk değiştirmeli modelden vazgeçer, o zaman estetik olarak bir şeylerden konuşabiliriz. Ya bütün binalar, anıtlar, kuleler, köprüler, stadyumlar ‘Güzel görünsün’ diye dandik yılbaşı ağaçları gibi rengarenk ışıklandırılır mı? Nerede yanar döner bi ışık oyunu görsem üzülüyorum. Bir de insanımız giderek bunu güzel görmeye başlıyor. O kısmı da üzücü. Eldeki malzemeyle bu kadar oluyor, deseniz o da değil. Paramız da var.

Hepiniz dev bir kedisiniz. Zamanla sizi buna inandıracağım.