Gündem

"İşte Türkiye'yi batıracak tezgâh"

"Çiğdem Toker, bu ülkenin Düyun-u Umumiye'den beri gördüğü en tehlikeli tezgâha çomak soktu"

28 Mayıs 2018 18:22

Duvar yazarı Bahadır Özgür, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın '2023 vizyonu'  adıyla duyurduğu projesinin 'Türkiye'yi batıracak tezgâh' olduğunu iddia etti. Özgür, "Malum; otoyollar, köprüler, 3. havalimanı gibi dev projeler hükümetin medarı iftiharı. Hepsine birden ‘2023’ vizyonu adını verdiler" dedi. 

Özgür ayrıca, Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker'e açılan 3 milyon liralık tazminat dava açılmasına ilişkin olarak, "Bu ülkenin Düyun-u Umumiye'den beri gördüğü en tehlikeli tezgaha çomak soktu çünkü" değerlendirmesinde bulundu. 

"O yıllardır anlatıyor ama gelin, '2023 vizyonu' adıyla pazarlanan şu tehlikeli oyunu, somut örneklerle bir kez daha masaya yatıralım. Bakalım o vizyon kimin için, nasıl çizilmiş?" diyen Özgür, "Turgut Özal, by-pass olduğu Houston’daki özel tıp merkezi Methodist’in camından karşıdaki AVM’nin silüetini hayranlıkla seyrediyordu. Aniden döndü, iç çekerek yanındakilere “Türkiye’de neden böyle AVM’ler olmasın ki” dedi. Ve 1984’te yasalaştırdığı Yap-İşlet-Devret (YİD) modelinin ürünü olarak Ataköy’ün yemyeşil sahiline çirkin bir AVM kondurdu. Hayranlarının dillerinden düşürmedikleri ‘parlak vizyon’ işte buydu" diye yazdı. 

Özgür, "Gel gelelim mesele hiç bir zaman yatırım olmadı zaten. Zira YİD modeli; devletin kasasına, sözleşme oyunlarıyla yıllar boyu sürecek bir ipotek koymanın adıydı. Atatürk’ün Savarona yatının restorasyonu ve işletmesinden enerji santrallerine kadar akla gelebilecek her şey YİD’e havale edildi. Uzun süre sonra anlaşıldı ki YİD, yandaş zenginler yaratmanın en müstesna yoluydu. 90’ların sonunda ‘Yalan-Dolan-Talan’ diye anılması boşuna değildi. Cilası döküldü, kirli yüzü açığa çıktı" ifadelerini kullandı. 

Özgür şöyle devam etti: 

"Malum; otoyollar, köprüler, 3. havalimanı gibi dev projeler hükümetin medarı iftiharı. Hepsine birden ‘2023’ vizyonu adını verdiler. Madde madde bakalım, 2023 vizyonu kimler için çizilmiş?

* KÖİ’ler 2009’dan sonra patladı. Önce yasal kılıf hazırlandı. 3996 sayılı YİD kanununun 2. maddesi değiştirilerek; gar kompleksinden lojistik merkezine, havalimanlarından sınır kapılarına, milli parklardan yaban hayatı koruma sahalarına, otogarlara ve balıkçı barınaklarına kadar her şey kapsama alındı. Ardından 4749 sayılı Kamu Borç Yönetimi Kanunu’na el attılar. 8. Madde’deki değişikliklerle Hazine’nin verdiği garantiler genişletildi. Üzerine bir de ihaleyi dağıtan kurumlara tahvil ihraç etme yetkisi tanındı ki, buradaki garanti de yüzde 100’e çıkarılarak bütçeye bir kurşun daha sıkıldı.

* Değişikliklerin içinde en vahimlerinden birisi, işi yapacak şirketlerin alacağı borcun tamamını Hazine’nin üstlenmesiydi. Bu, Cumhuriyet tarihinin en önemli ekonomik değişikliklerinden birisiydi. Nitekim KÖİ tezgahı tam burada devreye giriyor. Projeler için alınan borçlara, üstlenilen finansal risklere, harcanan paralara devlet garantisi verildiği halde iş bütçeye değil, şirketlerin bilançosuna kaydediliyor. Böylece sanki devletten para çıkmayacak gibi gösterilip, bütçe açığına ve kamu borçlarına bunlar dahil edilmiyor. Oysa şirketler batar, iflas eder veya işi bırakırlarsa aldıkları borçları kamunun ödeyeceği açık açık yazılıdır. Dolayısıyla bütçe açığı, kamunun dış ve iç borç stoku şu anda gösterilenden daha fazladır.

* 2009’dan sonra ihale edilen KÖİ projelerinin toplam sözleşme değeri 129.5 milyar dolardır. Kalkınma Bakanlığı’nın verilerine bakılırsa, 2023’e kadar planlanan yeni yatırımların büyüklüğü de 325 milyar dolara ulaşıyor. Şu anda 17 milyar dolarlık karayolu, 68.5 milyar dolarlık havalimanı, 11.5 milyar dolarlık da şehir hastanesi yapılıyor. 2023’e kadar da 80 milyar dolarlık karayolu, 30’ar milyar dolarlık tren yolu, havalimanı, sağlık tesisi ve liman ihalesi planlanıyor. 5-10 milyar dolarlık olanları hesaba katmıyoruz bile.

* Yasal değişikliklerden sonra tezgahın ikinci perdesi, her ihalede görülen ancak pek dikkat çekmeyen bir ibarede ortaya çıkıyor. ‘Sözleşme değeri’ ile ‘yatırım değeri’ arasındaki fark bize özel şirketlere aktarılacak asgari parayı gösteriyor çünkü. İktisatçı Hakan Özyıldız gayet güzel açıkladı: Şu andaki projelerin sözleşme değeri 130 milyar dolar. Yatırım değeri ise 59 milyar dolar. Bu ne demek? O işleri devlet kendisi yapsaydı eğer, 20-25 yılda elde edeceği 130 milyar dolardan vazgeçip şirketlere, ‘buyurun sizin olsun’ demek.

* Tezgahın üçüncü perdesi burada açılıyor. Şirketler yatırım için gerekli kaynağa sahip değiller. Öz kaynaklarının ise borç almalarına yetmediğini biliyoruz. Hazine devreye giriyor ve alınan her cent borca garantör oluyor. Yetmiyor, yabancılar güvenip vermez diye kamu bankalarını devreye sokuyor. Bununla da kalmıyor; yapılan tüm işlerde, tıpkı otoyol ve köprülerde olduğu gibi, şirketlere gelir garantisi taahhüt ediliyor. Kimse o yollardan geçmese de, o havalimanından uçmasa da devletin kasasından şirketlere söz verilen miktar tıkır tıkır ödenecek.

* Tezganın son aşamasının nasıl kurgulandığını görmek için somut örneklere başvuralım. Mesela; 3. havalimanına bakalım. Malum ihaleyi Cengiz – Limak – Kolin – Mapa – Kalyon Ortak Girişim Grubu, 25 yıllık kira bedeli olarak 22 milyar 152 milyon euro vererek aldı. İlk iş 4.5 milyar euro kredi verildi. Kredinin 3.5 milyar euroluk kısmını kamu bankaları üstlendi. Tamamı da Hazine garantisi altında. Sözleşmeye göre, devlet 25 yıl boyunca yolcu başına 20 euro ödeyecek. Ardından bir de gelir garantisi eklendi. Şirketlere 12 yıl boyunca en az 6.3 milyar euro kazanma sözü verildi. Gelir bunun altında kalırsa fark bütçeden karşılanacak. Üçüncü garanti ise sözleşmenin feshi halinde devletin tesise el koyacak olması. Görünürde ne kadar da masum değil mi? Oysa işin aslı çok başka. Devlet el koyduğu zaman krediler dahil, o güne dek şirketlerin öz kaynaklarından yaptığı masrafları da üstlenmiş olacak. Daha havalimanı açılmadan yıllık 1 milyar euro kiranın iki yıl ötelenmesi, gelecekte bizi neyin beklediğinin de işareti aslında."