Ahmet Erdi Öztürk*
20 Aralık 2016 sabahı, dostum, sırdaşım, hayat öğretmenim İştar’ın ya da daha resmi bir şekilde Prof. Dr İştar Gözaydın’ın evinden apar topar polisler tarafından gözaltına alındığı haberini eşi İskender Savaşır’ın Britanya saati ile sabah 5:30’da daha gün doğmadan gelen telefonu ile öğrendim. Hoş o günden beri de günün, en azından benim için, doğmadığını da itiraf etmeliyim.
Neymiş? İştar darbeciymiş…
Neymiş? Prof. Dr. İştar Gözaydın suçluymuş…
2010 yılının başıydı. Hanları hamamları olmayan, önemli koltuklarda dayıları oturmayan birisi olarak, kendimce akademik kariyer yapmaya heves etmiştim. Hatta adım attığımı bile sanarak bir şekilde Türkiye’de yüksek lisansa bile başlamıştım, ancak ne bir gelirim vardı, ne de en temel ihtiyaçlardan olan sağlık güvencem. Sağda solda açılan araştırma görevlisi kadrolarına başvuruyor ama doğru “dayıya” sahip olmamanın verdiği dezavantajla her seferinde bir şekilde elim boş eve dönüyordum. Dahası dini pratikleri ve öncelikleri hiç olmamış bir ailenin ferdi olarak da, ironik bir şekilde Türkiye’de din devlet ilişkileri çalışmaya çalışıyordum. İşte bütün bu imkansızlıkların içerisinde 2010 yılında Sakarya Üniversite’sinde bir panelde kendisi ile tanıştım. Kısa konuşmamın ardından bana “çocuğum senin gavura gitmen lazım” dedi. O günden sonra Londra ile başlayan, Barcelona, Ljubljana ve Strasbourg ile devam eden macera başladı ve sürüyor.
Sanıyorum, kendisi ile çok yakın olarak geçirdiğim, beraber makaleler yazdığım, toplantılar düzenlediğim altı yıl, son bir haftadır ona yöneltilen asılsız iddialara bir cevap niteliği taşıyor. Daha yolun başında “evladım sosyal bilimci olarak bizlerin görevi eski usul fotoğraf çekmek” demişti ve kendisinin uzmanlık alanı olan Diyanet’e, Türkiye’deki farklı dini gruplara hep öyle yaklaşmıştı. Işık oyunları yapmayarak, yeni teknoloji ile üzerinde değişikliklere gitmeden ne görüyorsa doğrudan onu aktarmak İştar Gözaydın için ahlaki bir gereklilikti. Temel derdi “merak” olan bir sosyal bilimci olarak, kendi hayat tarzından hiçbir değişiklik vermeden son 35 yıldır Türkiye’de din ve devlet ilişkilerinin fotoğrafını bir “kadın” olarak çekmeye çalıştı. Dahası birbirinden farklı bütün gruplar ile de iyi ilişkiler kurduğunu söylemek durumundayım. Hiçbir zaman yargılamadan anlamaya çalışan bir akademisyene Türkiye’deki farklı grupların yaklaşımı da hemen hemen her zaman çok olumlu oldu. Bu durum sadece Türkiye ile de sınırlı değildi. Kendisinin İngiltere’den, Amerika’ya, Rusya’dan Japonya’ya kadar geniş bir akademik çevre ile çok iyi ilişkileri olduğunu, onun olmadığı ortamlarda adını zikrettiğimde aldığım olumlu tepkilerden de biliyorum. İngiliz Parlamento’sunda konuşma davetleri, İtalya’nın saygın ailesi Medici tarafından konuşmaya çağırılması bu iyi ilişkilere verilebilecek en önemli örneklerden sadece bir kaçı.
İştar Gözaydın sadece din devlet ilişkileri çalışan bir sosyal bilimci değil kuşkusuz. Yıllar önce Açık Radyo’da “Haklarımız” adıyla program yapmayı akıl edecek ve buna cesareti olan bir hukukçu da aynı zamanda. New York Üniversitesi masterının üzerine İstanbul Üniversitesi’nden doktorasını alan İştar Gözaydın’ın bana öğrettiği en önemli erdemlerden birisi de “suçun bireyselliği” ilkesidir. İnsanların ne olursa olsun yaşam haklarının elinde alınamayacağına yönelik artık kamuoyunda da bilinen şu sözlerini de hatırlamakta fayda var; “insan onuruna ve yaşam hakkına sahip çıkmayacaksan bir akademisyen ve insan olarak niye varız ki”. Dahası bu sözleri darbe ve idam karşıtı kimi paylaşımları kendi sosyal medya hesaplarından paylaştığı için sadece 10 ay çalıştığı Gediz Üniversitesi’nde açığa alınırken sarf etmişti.
Sanıyorum İştar Gözayın hakkında diyecek daha sayısız şeyim var ama bir noktanın daha altını çizerek bitireyim. O bana “bir uzman” olarak uzmanlığı ile alakalı olarak çağırıldığı neresi varsa gitmeyi öğretti. Sonuçta onun “şucu” bunun “bucu” olmasında daha da ötede kişinin bildiğini söylemesi en önemlisiydi. En nihayetinde birbirini duymayan ya da dinlemeyenler nasıl ve ne şekilde aynı toplumda ya da aynı dünya da yaşayabilirdi ki?
Başta Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin kuruluşu olmak üzere insan hakları ve demokrasinin masada hazır bulunduğu her yerde kendine ama öyle ama böyle bir yer açmaya çalışan, öğrencilerinin güzel yüzlü hocası, meslektaşlarının her zaman güvendiği İştar’ı son bir haftadır gözaltında ve savcıya çıkacağı günü bekliyor. Gerekçeyi yakınları olarak bizler dahi bilmezken kendisine çeşitli yaftalar atılıyor olsa da bizler onun geçmişini ve hepsinden öte onu biliyoruz.
İşte bu yüzden demokrasi ve insan haklarını akademik erdemle birleştirerek hayatına pusula etmiş Prof. Dr. İştar Gözaydına kimileri darbeci deyince bizleri bir kahkaha alıyor ki sormayınız.
* Strasbourg Üniversitesi Araştırma Görevlisi