Cengiz Özdemir
Geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan yönetimi Kabe'nin etrafındaki Mimar Sinan'ın eseri olan revakların yıkılmasına ve meydanın genişletilmesine karar verdiğini duyurdu. Bu kararın bir benzerini de bundan birkaç yıl önce Osmanlı mirası Ecyad kalesini yıktırarak gerçekleştirmişti. Bu kararlar bizde özellikle milliyetçi- muhafazakar kamuoyu tarafından tepki ile karşılandı. Ecyad kalesinin yerine Hilton otelleri tarafından dikilen Zamzam Towers'ın 4668 lüks dairenin 1240 adedinin Türklere satıldığını o dönemin Sabah gazetesinden öğrendik. O kadar tantana çıkaran muhafazakar Türkler, atalarının mezarlarının üzerine dikilmiş bu Babil kulesinden, ayaklarını uzatıp Kabe "manzarasına" bakma ve zemzem suyu ile banyo yapma ayrıcalığı için meğer sıraya girmiş!
Memduh Şevket Esendal'ın "Amudi Medeniyet" dediği bu devasa yapılaşma modelinin Mekke'de ulaştığı boyutu görmek açısından aşağıdaki fotoğrafa bakmak yeterlidir.
Bu fotoğraftan da anlaşılacağı üzere bu heyulada oturanlar yatak odalarından peygamberlerinin makamına bakabilme ayrıcalığına sahiptirler. Kabe adeta burada ezilmiş, yok edilmiş, bir "marketing" unsuru haline getirilmiştir. Sinan'dan kalan zavallı revaklar ise zaten gereksiz ayrıntılar düzeyindedir. Benim kıt olan din kültürüm bile bu durumun bir "küfür" olduğunu bana söylüyor.
Zemzem Towers'dan daire satın alan 1240 Türk'ün nasıl hissettiğini bilemem ama bu kulenin üzerindeki Allah yazısı insana kendini Allah gibi hissettirecek bir görkemi ve şaşayı işaret ediyor. Ancak bu ölçek sorunu sadece Vahhabi Arabistanı'nda yaşanan bir sorun değil. Dün Ecyad kalesi için tantana çıkaranlar, bugün de Sinan'ın revakları için patırtı koparıyorlar. Ancak bu patırtıyı koparanlar Tarihi Yarımada'nın güzelim silüetine bir bıçak gibi saplanan Zeytinburnu kulelerine ses etmiyorlar.
Bu kuleler "amudi medeniyet" hayranlarının bitip tükenmez para azgınlığının bir sembolüdür. Vahhabiler veya Firavunlar gibi onlar da zannediyorlar ki bir kültürün yüceliği, onun yapılarının ölçeğinden anlaşılır. Bu gigantomania durumu İstanbul'da malesef Tarihi Yarımada'nın eteklerine kadar gelip dayandı. Halbuki muhafazakar kesimin gerçekten saygın mimarı Turgut Cansever şehirlerin insan ölçeğinde planlanmasını ve "amudi" değil, "ufki" bir medeniyet üzerinden İslam şehirlerinin kurulmasını vaazeder. Ancak müteaahhit zihniyetinin aşamamış para azgını yeni zengin sınıf kendisine mahallenin hürmet gösterilecek delisi- züppesi gözüyle bakıyor.
Yıllar önce Tahsin Yücel bu durumu adeta bir kahin gibi görerek "Gökdelen" adlı bir roman yazmıştı. O romanda 2050'li yılların İstanbul'unda Tevfik Diker adlı bir müteaahitin en büyük hayali olan Sarayburnu'na devasa bir özgürlük anıtı dikme projesi için dönemin siyasileri, gazetecileri ve belediyeleri ile kurduğu rüşvet çarkını okuyoruz. Diker'in Tarihi Yarımada'nın tamamını gökdelenlerle "donattığını" söylemeye gerek yok. Son ve en büyük projesi de Özgürlük Anıtı oluyor.
Sabah akşam gelenek lafıyla yatıp kalkan bu yeni zengin kesimin geçtiğimiz yıllarda Halkalı civarında Mimar Sinan'a ait su kemerlerini bir sitenin ortasında bırakacak şekilde siteler inşa ettiğini ve bu sitelerin açılışına da Büyükşehir Belediye Başkanının gittiğini hatırlıyorum. Böylece Sinan'ın o kemerlerini görmeye gittiğinizde, ortaokul mevzunu bir site korumasına yalvarmak zorunda kalabilirsiniz. Sinan'ın Mekke'den sökülen revaklarının Konya'ya taşınması tartışılıyormuş. O revaklar'da yeni yapılacak bir site için marketing unsuru olarak kullanılacaksa bırakın yapıldığı yerde yıkılsın!
Son söz Vahhabi medeniyeti ile kendi medeniyetimiz arasındaki farkı "boyutuna değil, işlevine bakarak" anlayabiliriz.
Başlık için fikir veren Birikim dergisine teşekkürlerimle...