Ekonomi

İşsizlik ve öfke faşizme neden olur

TBV Başkanı Eczacıbaşı, yaşanan ekonomik krizle birlikte her geçen gün artan işsizlik oranına dikkat çekti.

18 Mart 2010 02:00

T24 - Türkiye Bilişim Vakfı (TBV) Başkanı Faruk Eczacıbaşı, yaşanan ekonomik krizle birlikte her geçen gün artan işsizlik oranına dikkat çekti. Yüksek öğrenimini tamamladığı Almanya'dan yola çıkarak, işsizliğin faşizmi körüklediğini öne süren Eczacıbaşı, "Öfke ve işsizlik bu iki unsur bir araya geldiği zaman olabilecek en korkunç şeyler oluyor" dedi.

Milliyet gazetesi Ekonomi Servisi Müdürü Murat Sabuncu'nun TBV Başkanı Faruk Eczacıbaşı ile yaptığı sohbet şöyle:

Salı akşamı Galata. Türkiye Bilişim Vakfı’nın 15. kuruluş yıldönümü için düzenlenen akşam yemeğindeyim. Ev sahibi Faruk Eczacıbaşı. Hem vakfın başkanı hem de çalışmalarının önemli bölümünü bilişime ayırmış bir isim. Sohbet önce eskilerden başlıyor, internetin ülkeye yeni geldiği günler:

“Koalisyonlar dönemiydi. Türkiye’de interneti bilen kimse yoktu, çok az kişi biliyordu. Bambaşka şeyler konuşmak istiyorduk ama kısır gündeme takıldı kaldı. Müthiş gelişmeler oluyor, internet diye bir nesne çıktı. Faydalı olduğunu biliyorduk. Duyurmamız gerekiyordu, Ankara’ya anlatmamız lazımdı ve Mart 95’te vakfın temeli atıldı.”

O günden bugüne... Türkiye genç nüfusuyla özellikle internet kullanımı alanında dünyanın önde gelen ülkelerinden biri. Ancak Türkiye İstatistik Kurumu’nun geçen ay ilk kez yayınladığı meslekler bazında istihdam verilerine göre ilgi “işe” dönüşememiş. “Bilişim alanında eğitim aldım” diyenlerin yüzde 20.6’sı işsiz. Yemekte vakfın yöneticileri “sektörde 80 bin kişilik istihdam açığı var” deyince soruyorum:

“İhtiyaç var diyorsunuz ama TÜİK bu alanda eğitim alan iş bulamıyor diyor.”

Eczacıbaşı’nın yanıtı net:

“Daha farklı türde insana ihtiyaç var. Girişimci insana ihtiyaç var. Aynı zamanda nitelikli işgücüne ihtiyaç var. Bilişim Vakfı olarak bunlarla ilgileniyoruz. Fikri üretime geçirecek olan süreçte yapılması gerekenler Türkiye’de yok. Türkiye'de herkesin söylediği gibi para sorunu yok.

Finansman sorunu var. Fikrin piyasaya sunulacak hale gelmesinde geçecek olan süreçte bir çok eksiklik var. Belki eğitimden belki de yol yordam bilmemekten. Şirket kurmaktan kaynaklanan bir sorun da var. Kısacası bir model yok.”

Türkiye Bilişim Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Cılız söz alıyor:

“Sektördeki yüzde 20 işsizlik var sözüne inanamıyoruz. Biraz daha verileri analiz etmek lazım. Arkasında yatan neden de şu. Bu insanların tamamı üniversitelerin bilgisayar mühendisliği branşlarından mezun olanlar değil. Aslında herhangi bir bilgisayar eğitimi almamış olanlar. Sertifika alınıyor. Sektördekiler bilgisayar mühendisliği mezunu kişileri bulamamaktan şikayetçi. Herhangi, bir projede görevlendirmek istedikleri zaman kendine bilişimci diyen insanları bir yıl eğitmeleri gerekiyor. İşletmeler neyi tercih ediyor. 3 aylık deneme sürecinden sonra işe koşabilecekleri insanları tercih ediyorlar.”


‘Olabilecek en korkunç şey’

 Konu işsizlik... Yani çok derin... Masa etrafındaki herkes fikrini söylüyor. Sonra yine sözü Faruk Eczacıbaşı alıyor. Önce Eczacıbaşı ailesi üzerine bir not. Sözcüklerini dikkatli seçen ama inandıklarını söyleyecekleri zaman da son derece cesur davranan bir ailedir. Faruk Eczacıbaşı işsizlikle ilgili kaygılarını da içeren önemli bir konuşma yaptı o akşam. Sözcüklerini aktarmadan önce eğitimi üzerine iki kısa not. Alman Lisesi mezunudur. Berlin Teknik Üniversitesi’nde işletme okumuş ve master yapmıştır. Alman ekolüdür yani ve bu ülkenin tarihini iyi bilir. Bakın Eczacıbaşı birikimleri ışığında nasıl bir tahlil yaptı:

Ben Almanları çok iyi tanırım. Alman eğitiminden geçtim. Sanat, edebiyat, felsefe, aydınlanmacılık, ilk iki veya üçte olmuştur her zaman... Benim için en ilerici en progresive ülke oldu, Luther’den, Protestanlık’tan başladı. Almanya faşist olamaz diye düşünülmesi lazım değil mi? Karl Marks bile  Almanya’dan çıktı. Peki neden faşist oldu? Bence iki nedeni var, işsizlik ve birinci dünya savaşını kaybetmenin verdiği öfke... Öfke ve işsizlik bu iki unsur bir araya geldiği zaman olabilecek en korkunç şeyler oluyor ve şu anda Türkiye dahil bir çok ülkede öfke ve işsizlik bir arada...”

Bu sözlere yorum eklemeye gerek yok? Öyle değil mi?


Tarihi kulenin dibinde çağdaş sanatla iç içe...

Bir ev düşünün. Bahçesi duvarda olsun. Her katında dünyanın dört bir yanından sanatçıların çağdaş eserleri yer alsın. En üst katı, eski ve yeni İstanbul’u 360 derece görsün. Ve belki de en önemlisi o şehrin simgelerinden birine “elinizi uzatsanız tutacak” mesafede yer alsın.
Böyle bir yer var. Burası Füsun-Faruk Eczacıbaşı’nın Galata Kulesi’nin tam karşısında sanatla ev yaşamını birleştirdiği mekan.

Evin terasında dolaşırken Faruk Eczacıbaşı, “Bu ev Galata Kulesi’nden daha iyi bir manzaraya sahip” diyor. Arkasından bir kahkaha atıyor: “Çünkü Galata Kulesi’ni de görüyor.”

Faruk Eczacıbaşı’nın rehberliğinde evi geziyoruz. Beni çarpan birkaç küçük not:

Girişte avluya girer girmez sizi “kocaman sürekli oynayan” bir çift göz karşılıyor. Bir sanat eseri bu. Asansöre doğru ilerlerken bu kez size sırtını dönmüş çıplak bir erkek bedeniyle karşılaşıyorsunuz. Adeta gerçek. Hatta o kadar gerçek ki sırtındaki “kıllar” bile çok net.

Evan Penny bu eserin sahibi. Ve onu tanıyanlar, insan bedenini sanatında ne denli iyi kullandığını bilenler için bu çalışma “başarılı örneklerden” biri.


Vögg değil, Place to Passage

Misafir odasından bir diğer ayrıntı. Biliyorum onu şu aralar en çok Vogue dergisini “Vögggg” diye okumasıyla hatırlıyorsunuz. Ama Eczacıbaşı’nın evinde onun bir video yerleştirmesi yer alıyor. Place to passage isimli 2003 tarihli bu yerleştirmede Hüseyin Çağlayan, Londra İstanbul arasında fütüristik bir yolculuğu anlatıyor. Videoda  androjen figür ise ünlü fotoğrafçı Bennu Gerede.

Beni etkileyen bir isim Kutluğ Ataman. Onun da evde iki çalışması var. Biri en üst katta. Yan yana iki tablo. Fonda İstanbul Boğazı’ndan iki görüntü. Suyun içinde belli belirsiz hatla yazılmış bir yazı var. Eczacıbaşı okumamıza yardımcı oluyor: La ilahe ilallah...
Bir diğer çalışması girişte... O da hat video.
Çocuk odasına götürüyor bizi. Duvarda Bahadır Baruter çalışması var. Hani Penguen’in Bahadır’ı...
Dikey bahçe... Patrick Blank imzalı...
Kezban Arıca Batıbeki... Kafes içinde askerler...
Erol Akyavaş...
Evin gerçek sahibi sanat...


Extra Mücadele’den akrep Türkiye

Evin misafir odasında bana göre en etkileyici çalışma “Extra Mücadele”nin akrep şeklindeki Türkiye heykeli. Akrebin zehrini taşıdığı kıskacı hilal şeklinde. “Extra Mücadele” de ne diyenlere kendi internet sitelerinden küçük bir pasaj:

“Extra Mücadele 1997'de başlamış büyük bir projedir. Hayali siparişler üzerine çalışır. Aynen bir grafikerin müşterisi için bir işaret tasarlaması gibi toplumsal baskı altındaki bütün topluluklar için işaretler tasarlar. Onların hayali isteklerine uygun resimler yapar. Üniversiteye alınmayan türbanlı kız da, Kürtçe konuşması hoş karşılanmayan adam da, Avrupalılaşma hareketine karşı çıkan İslamcı da, İslamcı’nın karşı devrim arzusundan rahatsız olan ordu ve sol aydın da Extra Mücadele’nin hayali müşterileridir. Extra Mücadele’nin hiçbir politik düşüncesi yoktur. Taraf değildir. Olamaz.”

‘Neden’ isimli bu heykeli yapan ekibe gelince.  Tasarım: Antonio Cosentino, Memed Erdener, İlhan Sayın. Uygulama: İlhan Sayın.