T24- MERHABA hüzün...”
Hemen arkasından, çok daha büyük bir “Merhaba umut”.
Arkasından daha da, daha da büyük bir “Merhaba azim...”
Bu pazarın hikâyesinin özeti bu üç sesleniş.
Şimdi gözlerinizi kapatın, kendinizi onun yerine koyun, hissetmeye çalışın.
* * *
Vücudunuzun sadece yüzde 8’ini kullanabiliyorsunuz.
Sadece başınızın hareketlerini kontrol etmek için yıllarca mücadele etmek zorunda kalmışsınız.
Kimsenin yardımına ihtiyacınız olmadan tuvalete gidebilmek için, hareket edemeyen uzuvlarınızın bile kırılmasını göze almışsınız.
Bütün bunlara rağmen zeki ve başarılı bir satranççı olmuşsunuz; ama konuşamadığınız ve ellerinizi yönetemediğiniz için turnuvalara kabul edilmemişsiniz.
Ve bütün bunların nedeni, bir doktor hatası...
25 yaşınıza geldiğinizde o doktor hakkında neler hissedersiniz?
Bunlara bir de anne ile babanın ayrılmasını, yoksulluğu, 17 yaşında annesini kaybetmesini ekleyin.
Sonra düşünün...
* * *
Onur Eyüp Karadoğan, 1984 yılında Adana Doğumevi’nde dünyaya geldi.
Bebekler doğar doğmaz ağlar, ama o ancak yarım saat sonra ağlayabildi.
Çok zor bir doğum olduğu için, doktor vakumla almak zorunda kaldı... Ancak bunu yaparken, beyindeki bir damarı ezdi.
Beynine oksijen gitmediği için, spastik bir çocuk olarak hayata başladı.
Önümde işte bu spastik engelli gencin yazdığı kitap duruyor.
Adı “Azim”...
Ağlaya ağlaya okudum.
Bazı yerlerinde hüzünden, bazı yerlerinde ise yaşama azminin verdiği sevinçten.
Ama en çok, hayatının her gününe, “Neden ben” isyanı ile başlayabilecek genç bir insanın, bağışlayıcılığı karşısında hissettiğim karışık duygulardan.
Onu bu hale getiren bir doktor hatası ama o kitabına hepimize büyük bir insanlık dersi vererek başlıyor:
“Engelli olmama sebep olan doktora hiçbir kızgınlık duymuyorum. Çünkü o da böyle olsun istemezdi.”
“Ne ilginç değil mi? Bir yanda sizin engelli olmanıza sebep olan insan, aynı zamanda sizi hayata döndürüyor.”
Bu iki cümlede sadece bağışlayıcılık ve affetme duygusu yok.
Aynı zamanda, “Her şeye rağmen yaşama sevincinin” insana verdiği şükran da hissediliyor.
* * *
Beni en çok etkileyen bölümü kitabın yazılış hikâyesi.
Kitabı yayına hazırlayan üvey amcası yazar Tarık Günersel, sadece bazı tekrarlara dokunduğunu, geriye kalan her şeyin Karadoğan’ın kendi yazısı olduğunu söylüyor.
Bilgisayarda ve sadece büyük harflerle yazmış. Çünkü, o kadar zor şartlarda yazıyor ki, küçük ve büyük harf değişikliği için zaman kaybetmek istememiş.
Ellerini yönetemediği için, önce klavyeyi yere koyup, ayak parmakları ile yazmayı düşünmüş ama vazgeçmiş.
“Fakat bu fikri hayata geçiremezdim. Çünkü ablalarım da kullanmaktaydı. Bencil olup diğer kişileri yok saymak hayat görüşümle bağdaşmayan bir durumdu” diyor.
Sonra masanın üzerindeki kalem kutusunu devirip, bir kalemi ağzına almış ve tuşlara onunla basmayı denemiş.
Bu da başarısız olmuş. Çünkü kalemle istediği harfe değil, çevresindekilere basıyormuş.
Bir de “Ağzımdan akan salya tuşların üzerine düşüyordu” diyor.
Son çare olarak burnuyla tuşlara basıp yazmayı denemiş.
Başarılı da olmuş ancak iki nedenden dolayı vazgeçmiş.
Birincisi, burnuyla her hareketinden sonra doğru tuşa basıp basmadığını kontrol etmek için başını ve gövdesini geri çekmek zorunda kalıyormuş. Bu da kısa sürede bel ağrılarına yol açıyormuş.
Ayrıca, bu yöntemde de ağız akıntısı sorunu yaşamış.
Neticede kitabı, sol başparmağı ile yazmayı başarmış.
İlk başladığında sadece adını 8 dakikada yazabiliyormuş.
Şimdi ise Onur Eyüp Karadoğan ismini yazmayı bir dakikanın altına indirmiş.
Hayatının en büyük mücadelelerinden birini de satranç turnuvasına katılabilmek için vermiş. Bu mücadele 579 gün sürmüş.
5 Kasım 2006’da evine internet bağlanmış. İki günde internet kullanmayı öğrenip Türkiye Satranç Federasyonu’na bir e-mail atmış. Cevap gelmemiş. Ama bakın gelmeyen cevap için ne yazıyor:
“Şimdi kitabımdan ‘Beni dikkate almadılar’ diye suçlamada bulunabilirim. Yalnız bu hiç etik olmaz. E-mailim bir nedenden dolayı ellerine geçmemiş olabilir. Empati ile kendimizi Satranç Federasyonu’ndaki görevlinin yerine koyalım. E-mail gönderen birisi kendini yürüyemeyen, konuşamayan ve ellerini tam olarak kullanamayan bir spastik olarak tanımlıyor. Dalga geçen birinin yazdığını sanmış olabilir. Veya üçüncü bir sebep. Bu sebebi pek inanarak yazmıyorum. Yetkili kişi pek duyarlı değildi.”
Ve kitabın sonunda uzun, içten ve sahici bir teşekkür listesi.
* * *
Nefreti, kini, intikamı iç dünyasından kovabilmesi, insanı en yüksek mertebelere getiren duygulardan biridir.
Anayasa referandumundan “muzaffer” çıkıp da, hâlâ intikam ve nefret çığlıkları atan liberal aydınlarımızın bu kitabı okumalarını çok dilerdim.
Spastik bir gencin sol başparmağı ile yazdığı bu kitaptan alınacak büyük insanlık dersleri var.
(*) Onur Eyüp Karadoğan: “Azim;
Spastik engelli bir gencin mücadelesi”, CanGençlik Yayınları, 2010( www.cangenclikyayınları.com.)
(Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök'ün 19 Eylül 2010 tarihli yazısı)