06 Aralık 2010 02:00
T24- Yazar Neşe Düzel'in röportaj yaptığı emekli Büyükelçi Temel İskit, WikiLeaks'in sızdırdığı belgerde Amerikalı diplomatları bilgilendiren Türk kaynakların “laik” kesimden olduğunu söyledi. İskit, bu sebeple Washington'ın Türkiye siyasetini ve AKP sürecini yanlış değerlendirdiğini savundu.
Neşe Düzel'in Taraf gazetesindeki Pazartesi Konuşmaları köşesinde yayımlanan (6 Aralık 2010) söyleşisi şöyle:
NEDEN TEMEL İSKİ
Uluslararası ilişkilerin, çıkar üzerine kurulduğunu biliyorduk ama, bu kadar dedikodu, riya, ikiyüzlülük ve yalan üzerine kurulu olduğunu, devletlerarası ilişkilerin kişisel düşmanlıklarla idare edildiğini bilmiyorduk. Tam bir hafta önceydi... WikiLeaks, dünyanın 270 merkezindeki Amerikan diplomatik misyonunun ve büyükelçilerinin, görev yaptıkları ülkelerle ilgili Washington’a yolladıkları gizli raporları ve Washington’dan aldıkları gizli mesajları dünya kamuoyuna duyurmaya başladı. Devlet denen ve ‘kutsal’ olduğuna inandırılmaya çalışılan yapıların içinin ne kadar çürümüş olduğu, böylece iyice açığa çıktı. Gerçi WikiLeaks, Amerikan diplomasisine ait 251 bin gizli yazışmadan henüz çok azını açıklayabildi...
Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’ne ait sekiz bin küsur belgeden henüz yüz tanesi bile yayınlanmadı ama... Bu kadar şeffaflık bile Türkiye dâhil dünyadaki devletleri, hükümetleri sarsmaya yetti. Biz de WikiLeaks sızıntılarının Türkiye’nin iç ve dış politikasını ilgilendiren kısmını, bundan sonra neler yaşanacağını, Amerika, İsrail ve Azerbaycan ile ilişkileri, 41 yıl Dışişleri’nde çalışmış olan Temel İskit’le konuştuk. İran’dan Roma’ya, pek çok merkezde diplomatlık yapan ve son büyükelçilik görevlerini Paris ve ardından Brüksel’de tamamlayan Emekli Büyükelçi Temel İskit’in, dünyada diplomatik ilişkilerin teorisini ve uygulamasını anlattığı ‘Diplomasi’ kitabının yenilenmiş ikinci baskısı önümüzdeki ay çıkacak.
***
NEŞE DÜZEL: Amerika’nın gizli diplomatik yazışmalarının, WikiLeaks tarafından yayınlanması, dünyayı ve uluslararası ilişkileri nasıl etkileyecek?
TEMEL İSKİT: Hemen etkilemeyecek. Mesela WikiLeaks sızıntıları, Azerbaycan-Türkiye, Amerika-Rusya ilişkilerini sarsmayacak, koparmayacak. Ama bu gizli bilgiler tabii ki bir yere not edilecek ve zamanı geldiğinde ikili ilişkilerde kullanılacak.
Nasıl kullanılacak?
Eğer o ülke hasmane davranırsa, “Bak sen bana vaktiyle böyle demiştin, yapmıştın. Şimdi de ben bunun karşılığını veriyorum” gibisinden, ödenmesi gereken bir fatura olarak ortaya çıkarılabilecek. Ama asıl önemli olan, bu sızıntılar, uluslararası ilişkiler ve diplomasinin yürütülüş tarzını etkileyecek.
Hangi yönden etkileyecek?
Bundan sonra ülkeler birbirleriyle ilişkilerinde biraz daha dürüst olmak ve dedikodudan kaçınmak ihtiyacını hissedecekler, Büyükelçiler iki, üç kere kontrol etmeden bir şey yazamayacaklar. Zaten insanlar da onlarla kolay kolay konuşmayacaklar. Neticede bu, uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesidir. Nasıl ülkeler demokratikleşiyorsa, günümüzde uluslararası toplum da demokratikleşiyor. WikiLeaks uluslararası ilişkilerde saydamlık ve demokratikleşme sürecini hızlandıracak.
Diplomatik yazışmalar, hep Amerikalı diplomatların yazdıkları gibi midir?
Diplomaside iki gelenek var: Anglosakson ve Kara Avrupası geleneği. Amerika ve İngiltere’nin Anglosakson geleneğinde, büyükelçiler ne bilgi alırlarsa Merkez’e aktarma eğilimindedirler. Bilgileri daha az süzgeçten geçirirler. Bu bilgi benim için değerli olmayabilir ama, Merkez, başka kanaldan gelen bir bilgiyle bunu birleştirip farklı bir sonuca ulaşabilir. “Ben yollayayım, Merkez değerlendirsin” yaklaşımıdır bu. Buna mukabil Fransa, Almanya gibi Kara Avrupası’nda ve bizde, büyükelçi bilgileri filtreler. Aldığı bir haberi iki, üç kere çek ettikten sonra Merkez’e yazar. Çünkü yazdıkları doğru çıkmazsa, güvenilirliği azalır o büyükelçinin.
Bizim diplomatlarımız da Ankara’ya aynı tür bilgiler mi gönderir?
Tabiatıyla... Bir büyükelçinin en temel görevi, bulunduğu ülkenin siyasi, ekonomik, askerî sistemi ve gücüyle toplumun sosyolojisiyle, psikolojisiyle ilgili bilgi toplamak ve rapor etmektir. Mesela ben Brüksel’den günde en az on kapalı zarf gönderirdim.
Büyükelçi o bilgileri nasıl elde eder?
Büyükelçi, bulunduğu ülkenin sadece devlet yetkilileri ve siyasileriyle değil, işadamları, gazeteciler, sanat ve kültür dünyasının insanları gibi o toplumun bütün kesimleriyle görüşür.
Diplomatlar, konuştukları herkese dair bir rapor yazarlar mı merkezlerine?
Önemli gördüklerini yazarlar.
Bir diplomatla konuşurken, konuştuklarımızın rapor edileceğini bilmeli miyiz?
Kural olarak evet. Bunda hiç şüphe yok. Bir de şu noktayı tamamlayayım... WikiLeaks’in bugüne dek açıkladığı Amerikan belgeleri içerik açısından iki kategoriden ibaret. Büyük kısmını, büyükelçiliklerin çeşitli kaynaklardan edindikleri bilgiler üzerine yaptıkları yorumlar, tahminler oluşturuyor. İkinci kategori ise yorumlardan değil vakalardan, olaylardan oluşuyor. İkinci kategoriye giren yazışmalar çok daha ciddi!
Buna sızıntılardan örnek verir misiniz?
Mesela Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev’in Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Burns’a Türkiye hakkında söyledikleri... O buluşmada Amerikan büyükelçisi de hazır bulunuyor ve bu görüşmeyi rapor haline getiriyor. Bu yazışma artık büyükelçinin yorumu falan değildir. O raporda kayda geçen konuşmaların yalanlanması da mümkün değildir.
WikiLeaks sızıntılarında, Türkiye’deki Amerikalı diplomatların Türkiye ve hükümet hakkında yazdıklarını okuduğunuzda ne düşündünüz?
Edelman başta olmak üzere görev yapan dört Amerikan büyükelçisi de, Türkiye’deki siyasi hayatı ve gelişmeleri yanlış değerlendirmişler. Saçmalamalarının iki nedeni vardı. Bir, Türkiye’nin 28 Şubat sonrasında kimsenin beklemediği bir sürece girmesi ve AK Parti gibi İslami hüviyete sahip bir partinin iktidara gelmesi. Bu konuda şanssızlar çünkü çok yeni bir şeydi bu. İkincisi, gene Edelman başta olmak üzere, dört büyükelçi de AK Parti konusunda peşin hükümlüydü. Kırılma noktası da 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçmemesi oldu. Amerikan devleti büyük bir şok geçirdi.
En fazla Edelman’ın ön yargılı olduğunu söylediniz. Büyükelçi Edelman zaten bir neocon değil miydi?
Evet. O da, “Ortadoğu’da Amerikan hâkimiyetini kuracağım, Irak’ı işgal edeceğim, petrole hâkim olacağım” diyen bir neocondu. İslami referansları olan AK Parti’nin reformlar yapabileceğini, AB yolunda ilerleyebileceğini, İslam’la demokrasiyi barıştırabileceğini kesinlikle göremedi, olayları değerlendiremedi. Sonuçta dört Amerikan büyükelçisi de Washington’u yanıltıcı mahiyette mesajlar geçtiler. Zaten Washington da onlardan öyle raporlar bekliyordu, çünkü orada da o sırada neoconlar iktidardaydı. Bush iktidarı, büyükelçilerinden duymak istediğini duydu ve politikasını da ona göre oluşturdu. Kaynakları yanlıştı bu büyükelçilerin...
Kimdi kaynakları?
Benim gördüğüm kadarıyla “laik” denen kesimdi. Bunu açıkça söylemek lazım. O dönemde Amerikan büyükelçisiyle görüşenler daha ziyade “beyaz Türkler”di...
Kim bu beyaz Türkler?
İstanbullu işadamları, Cumhuriyet gazetesi çizgisi düşünürleri, yazarlar, bazılarının adında stratejik kelimesi olan, ulusalcılara bağımlı birtakım sivil toplum kuruluşları... Amerikan büyükelçileri onlarla konuşarak yanıldılar. Kısacası...
Evet...
Amerika’nın Ankara büyükelçilerinin temas ve bağlantı noktaları, Türkiye’deki yüzde 42’lerdi. Yüzde 58’lerle bağ kuramadılar ve Türkiye’nin büyük bir değişim geçirdiğini göremediler. Sonuncusu ayılmaya ve gerçekleri görmeye başlamıştı ki o da Bağdat’a tayin oldu. Şaka değil! AK Parti sekiz yıldır tek başına iktidarda. Dört yıl yanılırsın ama sekiz yıl boyunca yanılmak olmaz.
Amerikan büyükelçilerinin Washington’la yazışmaları, bize Amerika-Türkiye ilişkileri konusunda ne tür ipuçları veriyor?
Bugüne kadarki bir mit ortadan kalktı. Amerika’nın bizim kaderimizde birinci rol oynayan unsur olduğu efsanesi bitti. Birinci ipucu bu. Bizi Amerika’nın idare etmediğini artık biliyoruz. WikiLeaks sızıntılarının ait olduğu 2000-2010 yılları arasındaki dönemde, Amerika’nın Türkiye üzerindeki etkisinin sınırlı olduğu ortaya çıktı. Hatta şaşkınlar ve Türkiye’yi yanlış değerlendiriyorlar. Amerika’nın Türkiye’deki iktidarları getirip götürdüğü efsanesini artık unutmak lazım.
Amerikan Büyükelçisi Edelman, Başbakan Erdoğan’ın İsviçre’de hesapları olduğunu yazmış.
Edelman, “İki ayrı kaynaktan Erdoğan’ın İsviçre’de sekiz ayrı hesabı olduğu duyumunu aldık” diyor.
Raporu okuyan Washington’daki yetkililer, bununla ilgili ne tür işlemler yapmışlardır ya da bir işlem yapmışlar mıdır?
Yaptıklarını sanmıyorum. Oysa bu öyle büyük bir itham ki... Geçiştirilecek bir şey değil bu. “Kardeşim sen bana başbakanla ilgili bu bilgiyi verdin, ama bu bilgi nedir, kimden gelmiştir” diye Washington’dan bir soruşturma yok. Olsaydı, WikiLeaks sızıntılarında, Edelman’ın Washington’ın bu sorularına verdiği cevap mesajı ortaya çıkardı. Edelman, “Nasıl kullanacağına sen karar ver” diyerek, Türkiye’de ne işitirse, Washington’a yollamış. Vahim bir şey bu.
Amerikan devletinin hafızasına girmiş bu bilgi...
Evet. Üç milyon kişinin eriştiği bir sisteme girmiş. Bir büyükelçinin yapabileceği en büyük hatalardan biri, kontrol etmeden bilgi yollamaktır. Hele bu kadar vahim neticeleri olabilecek bir bilgiyi yollamak, büyükelçilikle bağdaşmaz.
Sizce Edelman neden böyle bir şey yazdı Erdoğan hakkında?
Herhalde Edelman, Erdoğan hükümetinin adeta bir açığını arıyordu ve şu İslamcıların bir ayakları kaysa yaklaşımındaydı.
Büyükelçilerin o ülkeyle ilgili görüşleri değiştikçe, ülkelerin birbirleriyle ilişkileri de değişir mi?
Demokratik ülkelerde büyükelçi politikanın oluşmasına katkıda bulunur ama, nihai rol oynamaz. Politikaya seçilmişler karar verir. Bir de bugünün dünyasında dış politikayı oluşturan kaynaklar o kadar çeşitlendi ki... Artık dışişleri bakanları, büyükelçilere gerek duymadan karşılıklı oturup konuşuyorlar. Eskiden Türkiye’de dış politikayı askerle birlikte Dışişleri olarak biz yapardık.
Askerle görüş ayrılığına düştüğünüzde, sizin mi sözünüz geçerdi?
Hiç görüş ayrılığımız olmadı ki askerle. Zaten Cumhuriyet’in başında dış politikayı Atatürk yapıyordu ve iş bitiyordu. İnönü döneminde dış politikaya, askerle birlikte İnönü karar veriyordu ve biz de icra ediyorduk. 1950, Demokrat Parti iktidarına kadar Türkiye bayağı bir diktatörlüktü. Fakat 1950’den sonra da, Soğuk Savaş dönemi olduğu için dış politikayı asker ve Dışişleri yaptı.
Başbakan Erdoğan’ın dediği bürokratik oligarşi değil mi bu?
Tamamen. Dışişleri, bunun bir parçasıdır. Ayrıca Soğuk Savaş’ta dış politika yoktu ki... Siyah ve beyaz vardı. Biz Amerika, NATO ne derse onu yapardık. Sonra Sovyetler Birliği yıkıldı. Turgut Özal’la birlikte siyasilerin dış politikayı yapabildiği istisnai bir dönem yaşandı. Bu dönem kısa sürdü ve ardından 1990-99 arası Türkiye’nin kayıp on yılı yaşandı. Dışişleri o dönemde siyasilere canının istediğini yaptırdı. Türkiye’nin AB’ye aday ülke olmasıyla ve demokratikleşmeye başlamasıyla birlikte, dış politika Dışişleri’nin elinden çıkmaya, siyasilerin kontrolüne girmeye başladı. Bunda Ahmet Davutoğlu’nun büyük rolü var.
Bu yayınlanan belgelere baktığınızda, Amerika’nın Türkiye’yle ilgili düşünceleri konusunda bir ipucu edindiniz mi?
Amerika’da, “Türkiye’nin ekseni kayar mı? Türkiye ne kadar güvenilir bir müttefik?” diye bir kuşku görüyorsunuz. Türkiye’nin dış politikası konusunda Amerika’yı ilgilendiren somut noktalar İran ve İsrail. Amerika, Türkiye’nin güvenilirliğinde, İran ve İsrail politikalarını dikkate alıyor. Türkiye İran konusunda ne yapıyor? İsrail’le ilişkileri ne? Bunlara bakıyor. Aslında Türkiye’nin İran’a kayma yaşamadığı, aksine kendini korumak için ciddi bir arabuluculuk yapmaya çalıştığı, İran’ı durdurmaya uğraştığı giderek anlaşıldı ama... İsrail tahrikine devam ediyor. Bakın... İsrail olmasa, bizim Amerika ile ilişkilerimiz çok iyi olur. İsrail faktörü olmasa biz İran meselesini hallederiz. Ama İsrail faktörü, Amerika-Türkiye ilişkilerinde belirleyicidir.
İran’la ilgili en büyük sorun, nükleer silaha sahip olacak olması... WikiLeaks belgelerinden öğreniyoruz ki, İran’ın sahip olmaya çalıştığı nükleer silahlar Türkiye’de zaten varmış? Vatandaşlardan habersiz daha neler var bu ülkede?
Dünyadaki nükleer politika şu: Şimdiye kadar sahip olanlar sahip olmakla kalsın. Yeniler kulübe girmesin. Türkiye’de nükleer silah olduğu öteden beri söylenirdi ama WikiLeaks’le şimdi ispat edildi. Bu silahların tetiği Amerika’nın elinde
Türkiye, başbakanı hakkında yazılmış Amerikan büyükelçiliğinin raporlarını görünce, buna diplomatik olarak nasıl tepki gösterir?
Özür diledi diyorlar. Bundan daha ötede bir şey göremiyorum. Çünkü dava işi tutmaz. Viyana Sözleşmesi’ne göre, diplomatları mahkeme önüne götüremezsiniz. Büyükelçilerin dokunulmazlıkları, görevleri bitmiş olsa da mutlaktır, devam eder.
WikiLeaks belgelerinden, İsraillilerin sürekli olarak Türk ordusunu müdahaleye yönlendirmeye çalıştıkları anlaşılıyor. İsrail neden bizim ordunun iç siyasete müdahalesini istiyor?
Bu hiç şaşılacak bir şey değil. İsrail, bütün dünyanın İsrail’e yakın, onun hayatını sürdürmesini sağlayacak bir politika uygulamasını ister. Bunun için de her şeyi göze alır. Başka ülkenin iç politikasına da müdahale eder, gerekirse casusluk yapar, silah satar, her şeyi yapar. İsrail var olabilmek için mütecaviz bir politika güder. İslam’ı en büyük düşman olarak görür, İslam’a yakın bir iktidarı da kendisine hasım bulur.
İsrail’le Türk ordusunun ilişkileri nedir?
Bu ilişkiler epeydir gelişiyordu. AK Parti’den önceki dönemden söz ediyorum. Amerika, Türkiye’ye silah satışında daha pinti ve kıskanç davranmaya başlamıştı. Buna mukabil İsrail, bizi kendi yanına alabilmek için ve askerleri de kendisine dost edebilmek için, bize hem ucuz silah ve malzeme satışını mümkün kılan hem de bize daha fazla teknoloji aktarma imkânını veren sözleşmeler yapmaya başladı. Bir anlamda askerimizi, “kendine bağımlı kılma” sürecine soktu. Askeri kendine bağımlı kılmak için siyaseti de bağımlı kılmaya kalktı ve 28 Şubat’ı destekledi.
İsrail’le Türk ordusunun ilişkileri şu anda nedir?
Epey yakın bir ilişki var. Askerî mukaveleler uzun vadelidir.
Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e karşı çıkışlarının altında, İsrail’in bu yaptıklarını bilmesinin rolü olabilir mi?
İsrail’in Türkiye’de darbe olmasını isteyebileceğini biliyorlardı. Mesela MOSSAD başkanının bu yöndeki yaklaşımını bildiklerinden eminim ben. Buna rağmen, Ankara, İsrail’le ilişkileri efendice götürüyordu. Hükümetin İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yaptığı bir dönemdi o. Başbakan Erdoğan, Filistin meselesini çözeceğini düşünüyor ve kendini neredeyse Nobel Barış ödülünün eşiğinde görüyordu. “Artık İsrail ve Suriye el sıkışacaklar” derken...
Ne oldu?
Tam da o gün İsrail Başbakanı Ariel Şaron’la görüşülmüşken, akşamına İsrail Gazze’yi bombaladı. Ve, Erdoğan çıldırdı. Bunu birkaç yerden biliyorum. Yani Gazze’nin bombalanması, İsrail’le ilişkilerde dönüm noktası oldu. Erdoğan, kendini ihanete uğramış hissetti. Ve o zamandan beri de İsrail’le ilişkilerimiz baş aşağı gitti, hiç düzelmedi. Sonra bizimkilerin göz yumdukları Mavi Marmara olayı araya girdi. Ve İsrail’le politikamız çatışmacı bir yöne doğru gitti.
Türkiye Azerbaycan için Ermeni açılımını bitirdi. WikiLeaks sızıntılarıyla açığa çıkan yazışmalar ise Azerilerin Türkiye’ye hiç de dostça bakmadıklarını gösterdi. Türkiye bu gerçeği daha önce bilmiyor muydu?
Hükümetler ve Dışişleri seviyesinde biz hep bildik bunu. Ben iki, üç sene Bakü-Ceyhan müzakerelerinde bulundum. Bize en az dostane davranan, en çok güçlük çıkaran, en itimat edilmez biçimde en ikiyüzlü ülke Azerbaycan oldu. Karadeniz Ekonomik İşbirliği gibi bölgesel işbirliklerinde de Türkiye’ye hiç yardımcı olmadı. Azerbaycan, Türkiye’nin yüzüne gülüp arkadan destek vermeyen bir ülke olarak bilinir.
İki taraf da “iki devlet bir millet” sloganından vazgeçmiyor ama. Azerbaycan’ın politikası, niye diplomatik ilişkileri etkilemiyor?
Popülizm yüzünden etkilemiyor. Türkiye’de Türk kavramı siyasi bir kavramdır. Türklük kavramını büyütmek bizim içimize işlemiş. Irkçılık tarafımız bu bizim. Etnik kardeşlik ne demekse... Hatırlayın biz Sovyetler çöktükten sonra bir çılgınlık yaşadık. Türkî Cumhuriyetler! dedik. Adamlar gülüyorlardı, Rus abiden sonra bir de sen mi çıktın diye... Azerbaycan bize ne kadar riyakârlık ederse etsin, tamamen iç politikadaki milliyetçilik ve oy hesapları yüzünden biz her şeye boyun eğeriz. Onu desteklemeye, ona silah satmaya devam ederiz. Onların devlet haline gelmelerinde bizim büyük payımız var.
© Tüm hakları saklıdır.