Cumhuriyet gazetesi yazarı Murat Sabuncu, geçtiğimiz Cumartesi günü gerçekleşen kongrede AKP kadrolarındaki en çarpıcı değişimin ekonomide olduğunu belirterek, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek yerine “milli ekonomiyi savunduklarını” belirten bir ekibin geldiğini söyledi.
İş dünyasının, millilik kavramının sermaye çekme konusunda zorlanan ülkeyi iyice sıkıntıya sokacağı görüşünü aktaran Sabuncu, “milli ekonomi” ifadesine ise ilk tepkilerinin “demode” olduğunu belirtti.
“13 yıldır iktidarda bulunan AKP “bugüne kadar uyguladığı ekonomik programı neden değiştirme ihtiyacını duydu?” diye soran Sabuncu, ekonomi aktörlerindeki ilk izlenimin “endişe verici” olduğunu belirtti.
“Erdoğan’ın geçen hafta Huber Köşkü’nde Dünya Bankası Başkanı’nı kabul ederken verdiği fotoğraftaki isimler (Albayrak, Bulut, Ertem) gelecek için yeterince fikir veriyor” diyen Murat Sabuncu’nun Cumhuriyet’te “Ekonomide ‘milli’ endişe” başlığıyla yayımlanan (15 Eylül 2015) tarihli yazısı şöyle:
AKP’de Kongre’nin ardından yeni yönetim şekillendi. Gerek MKYK gerek MYK’de en çarpıcı değişim ekonomi kadrolarında oldu. Türkiye’de en uzun süre ekonomiyi yöneten Ali Babacan ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek parti yönetiminden çıkartıldı. Yerlerine “milli ekonomiyi savunduklarını” söyleyen bir ekip geldi. Ekibin başını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak çekiyor. Onunla beraber yine Erdoğan’a yakın Bülent Gedikli, Nurettin Canikli ve Naci Ağbal da yönetimde. Ağbal aynı zamanda partinin ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı oldu. Ekibin “beyin” takımında Erdoğan’ın danışmanları Yiğit Bulut ile Cemil Ertem de bulunuyor.
Burada iki soru gündeme geliyor. Birincisi 13 yıldır iktidarda bulunan AKP “bugüne kadar uyguladığı ekonomik programı neden değiştirme ihtiyacını duydu?(Hem de kendi iktidarda olduğu dönemi de eleştirerek).... İkincisi bu değişim Türkiye’yi nereye sürükler? Dün AKP içinden ve ekonomi çevrelerinden (devlet ve özel sektör) yaptığım görüşmeleri burada aktarayım.
Konuştuğum çevrelerin ortak uyarılarından, dünyada ortaya çıkan Türkiye’yi de yakından ilgilendiren parametrelerden özetle başlayayım:
* Amerikan Merkez Bankası (FED) perşembe günü 9 yıl sonra ilk kez faiz artırımına gidebilir. Bu hafta olmasa da en geç önümüzdeki yıl başında bu durum gerçekleşecek. Dolar yükselerek Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkeler için borç krizi yaratma riski taşıyacak.
* 3 TL’nin üstünü gördüğü şu günlerde bile dolar Türkiye’de şirketleri zorlamaya başladı. Çünkü özel sektörün döviz cinsi borcu yüksek. Bu yılın temmuz sonu itibarıyla özel sektörün yurtdışından sağladığı uzun vadeli kredi borcu, 2014 yıl sonuna göre 10,4 milyar dolar artarak 178.2 milyar dolar düzeyinde. Kısa vadeli borçlar ise 70 milyar dolar. Yılbaşından bugüne TL’nin dolar karşısındaki değer kaybının yüzde 32 olduğu düşünülürse şirketlerin neden zorlandığı anlaşılır.
* Dünyadaki tek risk Fed değil. Dünyanın en büyük ekonomilerinden Çin’in yaşadığı sarsıntı buna bağlı olarak Brezilya’nın içine girdiği kaos da durumu zorlaştırıyor. Pazar günü Uluslararası Ödeme Bankası’nın (BIS) “Çin, Brezilya ve Türkiye’deki kredi büyümesi sadece batık borçlardan kaynaklanacak etkilere yönelik risklerin artmasına yol açmıyor, bu durum aynı zamanda bu ülkelerde ufukta bankacılık krizi olduğu işaretini veriyor” açıklaması da kaygıları artırdı. Türkiye’nin bankacılık sektörü çok güçlü olmasına rağmen dünyadaki bu olumsuz algı bile ülkenin “hangi kategoriye” sokulduğunun göstergesi.
* Ülkelerin riskini gösteren CDS’ler (kredi iflas sigortası) 294 seviyesinde. Bu oran geçen sene sonunda 150 idi. İç siyasetteki belirsizlik ve yaşanan çatışma ortamı ülkenin risklerini artırırken kredi kuruluşlarının da bu tabloya bakarak not düşürmesi muhtemel.
* Şu anki kurla bile (3.07) Türkiye halkı fakirleşti. Kişi başına milli gelir yeniden 10 bin doların altına geriledi. Kurun daha da yükseleceği de neredeyse kesin.
İşte Türkiye’nin son seçimlerinde en yüksek oyu almış partisi bu riskler eşiğinde ekonomideki duruşunu ve kadrosunu değiştiriyor. Yiğit Bulut yeni durumu dünkü yazısında “Neo-liberal teslimiyetçi sürecin sonu” olarak tarif ediyordu. Yani kendi partisinin ve bakanlarının (başta Ali Babacan) uyguladığı politikaları eleştiriyordu.
Peki, yeni model yani “milli ekonomi modeli” nedir? AKP içinde son döneme kadar ekonomi yönetimine yakın olanlar parti içinde böyle bir model ve çalışmanın olmadığını söylüyorlar. Yani Erdoğan’ın yakınındaki bir kaç kişinin kafasındaki proje. Tahminleri ise “başta Merkez Bankası ekonominin bağımsız kurullarının kontrol altına alındığı, devlet gücüyle zaman zaman piyasaya da (ricayla ya da sopayla) müdahale edildiği sistem.
Dün AKP ile koalisyon müzakeresi yapan CHP’li heyetten bir kaynakla konuştum. Ekonomi kısmı konuşulurken bu konu hiç telaffuz edilmemiş. Yani Ahmet Davutoğlu’na rağmen “yeni tanım” Saray ağırlıklı bir zorlama.
Gelelim iş dünyasına. “Milli ekonomi” kavramına ilk tepki “demode”. Yatırım anlamında yabancı ve yerli ortaklıkların büyümeye ve istihdama katkısını sıralayıp “millilik kavramı” zaten sermaye çekme konusunda zorlanan ülkeyi iyice sıkıntıya sokar. Farklı bir işadamı “milli ekonomi” kavramının yaratacağı çağrışımları şöyle sıraladı:
Yabancı sermayenin dışlandığı, kamu ihalelerinde yerli sermayeye avantajlar tanındığı, vergilendirmede farklılıkların yaratıldığı, sermayenin gitmesine sebep olabilecek endişelerin ortaya çıkabilecek durumlar.
Gelelim bürokrasiye. Endişeliler. Sebebi açık. İktidar müdahalesinin artacağı dönem geliyor. Yok muydu müdahale? Vardı. Ama Babacan araya girip iknaya çalışıyordu. Artık o da yok. En büyük sorunu Merkez Bankası yaşayacak. Erdoğan tarafından vatan hainliğiyle bile suçlandı Erdem Başçı. Gitti geldi hatta. Şimdi bir yandan dünyadan gelen riski yönetmeye çalışacak (ki kura karşı elindeki tek silah faizler onu da kullanmasına izin vermiyorlar) bir yandan bağımsızlığını korumaya çalışacak. Mümkün mü? Zor... ”milli ekonomiciler” Merkez Bankası’nın “iktidarın istediği şekilde” hareket etmesini sağlayacak bir yöntemi (baskıyla ya da yasayla) bularak özerkliğini tırpanlayacak. Bu da Türkiye’nin ekonomik anlamda güvenirliğini sarsacak. Hazine’ye 1 yılı aşkın süredir müsteşar atanamadığının altını çizelim. BDDK’den TMSF’ye kuruluşların da AKP’nin isteğiyle hareket ettiğine.
Şimdi kimileri “şu an seçim hükümeti var, 1 Kasım’da AKP yine koalisyona zorunlu kalabilir, endişe için erken değil mi” diye düşünebilir. Tam tersine dünyanın içinden geçtiği zor süreç ve Türkiye’nin dibine geldiği kriz ortamında ülkenin en yüksek oyu almış partisinin “ekonomi vizyonu” dikkatle izlenir. Ve ekonomi aktörlerindeki ilk izlenim “endişe verici”...
Son söz AKP’deki kaynaklardan. Erdoğan’ın geçen hafta Huber Köşkü’nde Dünya Bankası Başkanı’nı kabul ederken verdiği fotoğraftaki isimler (Albayrak, Bulut, Ertem) gelecek için yeterince fikir veriyor.