Amy Guttman*
Rehberim Farah, 30'larının sonlarında uzun boylu, ince bir kadın. Kot pantolon ve sade görünüşlü bir manto giyiyor. İran'da kadınların kamu alanlarında enseden dize kadar bedeni örten manto ya da pardesü tarzı bir giysi giymesi zorunlu. Farah'ın uzun ve düz siyah saçları eşarbının altına sıkıştırılmış ama, ensesinde toplanmış bukleler eşarbına rağmen görülüyor.
On değişik çeşit kuru erik ve diğer ürünlere bakmak için Tahran'ın kuzeyindeki Tejriş Meydanı'ndaki pazara gidiyoruz birlikte. Farah için daha kolay olduğu, benim içinse, Tahran'a gelen çoğu turistin görmediği bir tabloyu yakalayabildiğim için, metroyla gidiyoruz.
Sabahın ilerleyen saatleri...
Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı oturuyor ama, şimdi olduğu gibi, kalabalığın yoğunlaştığı saatlerde bu kural gevşiyor. Diğer birkaç kadınla birlikte, erkeklerin yanı sıra, klimalı modern vagonda, genci yaşlısı hep birlikte ayakta yolculuk ediyoruz.
İki durak sonra ve 20 kadar yolcunun inmesiyle, kadın erkek ayrılığı doğal olarak yeniden başlıyor. Birbirlerini görecek mesafede olsa da, kadınlar bir uçta, erkekler diğer uçta, ayrı ayrı oturuyor.
Şık giyimli birkaç kız, cama vuran görüntülerini hayranlıkla izliyor. Parlak renkli elbiseleri altına dar taytlar giymişler. Başlarındaki eşarpları geriye ittirirken konulmuş sınırları da zorluyorlar adeta. Tepeden tırnağa çarşaflı, muhafazakar görünümlü bir grup kadının yanına oturuyoruz. Bu kadınlarsa daha önce karşılaştığım, sözünü sakınmayan, çoğu liberal kadınların hiçbirine benzemiyor.
Farah, "Biz aynı dili konuşan ama geleneksel ve modern diye ikiye bölünmüş bir milletiz." diyor.
Meraklı bakışlar
Aramızda İngilizce konuşurken, metroda kadın erkek herkes soru dolu bakışlarla, dikkatle bizi izliyor. Şu birşeyler çeviren iki kadın kim ve ne konuşuyorlar?
Ben bir yandan Londra metrosundaki sabah seferlerini, cep telefonlarında kaybolmuş veya dinledikleri müziklerle uyuklayan yüzlerce kişiyi hatırlarken Farah, son 30 yıldır İran kadınlarının yaşadığı büyük değişimleri anlatıyor.
Tahran metrosunda yol alırken, İran'daki cinsiyet eşitliği konusunda canlı ve hesapta olmayan ders alıyorum.
Farah bu olgunun Batı'dan yapılan ilk ithalatlarla değil, 1979 devrimiyle başladığını söylüyor. Erişim, eğitim ve kötüye giden ekonominin bileşimi, kadınların bugün bağımsız davranabildiği, meslek sahibi olabildiği ve ev yaşamına yardımcı olmaktan gocunmayan eşler bulabildikleri bir toplum yaratmış.
Farah, devrimin kadınlar için çok olumlu sonuçlar getirdiğini söylüyor; "Devrimi yapanlar kadınların evden çıkıp gösterilere katılmasını destekledi. Güçlerini göstermek için kadınları kullandılar. Ama bu kadınların, aynı zamanda evleri dışında da varolma hakları olduğuna inanacaklarını beklemiyorlardı." diyor.
İran'ın cini lambadan çıkmıştı bir kere...
Bu kadınların kimileri ilahiyat fakültelerinde faal kişiler oldu; kimileri yargıçlık ve mühendislik gibi mesleklerde yükseldi. Farah, "Radikal veya köktendinci, yaydıkları ne olursa olsun, dediklerine inanayım inanmayayım, kadınların bir sesi var ve bu beni mutlu ediyor." diyor gururla.
Metrodaki yolcular, İranlı kadınların iş hayatında da boy gösterdiğini gayet iyi kanıtlıyor. Etrafımızda hep işlerine giden kadınlar var. Ayetullah Humeyni'nin beklemediği sonuçlardan biri de bu oldu. İran ekonomisi devrimle birlikte büyük darbe yiyince, kadınların da işgücüne katılmaktan başka yapabileceği birşey yoktu.
"Erkekler, eşlerinin de gidip para kazanabileceğini kabullenmek zorunda kaldı." diyor Farah. Küçüklüğünde yalnızca varlıklı ailelerin kızlarının dışarda çalışmasına izin verdiğini hatırlıyor ve "Şimdiyse tüm erkekler, kalıcı bir işi olan, iyi maaş alan kızlarla evlenmeyi tercih ediyor. Çoğunlukla kadınlar, kocalarına kıyasla daha fazla ve daha uzun süreyle çalışıyor. Dolayısıyla da kocalar temizlik ve yemek gibi ev işlerini daha fazla yapar oldu." diye sürdürüyor.
İranlı kadınların konumunu değiştiren şey, 1982'de, devrimden yalnızca 3 yıl sonra, hükümetin mevcut eğitim sisteminin yetersiz olduğunu ve sıradan İranlıya açık olmadığını ve gerekli becerileri kazandırmadığını idrak etmesiydi.
Böylece Azad Üniversitesi kuruldu. Kâr gütmeyen, ulusal eğitim kurumları ağıydı bu. Büyük kentlerde, kasabalarda ve hatta köylerde şubeleri kuruldu. Orta ve alt sınıflardan kızlar daha önce hiç erişemedikleri eğitim olanaklarına kavuşuyordu.
Farah, "Benim gibi kızlar, ailelerinde ilk kez üniversiteye gidebilen bireyler oldu. Bu kadınlar çocuklarına, kendilerinin içinde yetiştiği eşitliği öğretti." diyor. İranlı kızlara, işinin ehli olma ve kendilerine güvenme olanağı yaratılmıştı.
Farah'a üniversitede ne okuduğunu soruyorum; "Tabii ki kadın araştırmaları" diye yanıtlıyor gülümseyerek.
Rehberim şimdi İran'da üniversite mezunu olmak isteyen kızların sayısının, erkeklerden fazla olduğunu; bunun da bir toplumsal sorun yarattığını anlatıyor; "İranlı kızların çoğu, kafa yapısı ve eğitim olarak kendileriyle eşit olmayan erkeklerle çıkmayı düşünmüyor bile..." diyor.
Tahran metrosunda amatör müzisyenler yok. Bunun yerine çarşıya çıkacak vakitleri kalmayan kadınlara mutfak aletleri satan bir adam dolaşıyor vagonlarda.
Tejriş durağına yaklaşıyoruz ama alıcısı çıkmıyor satılan ürünlerin. Bu kadınlar yeni bir süngere veya toz bezine ihtiyaç duyuyorlarsa, kocaları gidip alıyor olmalı...
* BBC Türkçe