Cengiz Çandar
(Radikal, 2 Mayıs 2012)
Bundan birkaç yıl önce Peter Galbraith, bana Irak’ta ‘bağımsız Kürt devleti’nin kurulacağına dair Penguin Yayınları’ndan bir kitap yazma önerisi aldığını söylemiş, bu konuda ne düşündüğümü sormuştu. Kitabı yazmayı kafasına koymuştu. Peter Galbraith’in Irak Kürdistanı’nın ayrı bir devlet olarak ortaya çıkması gerektiğine ilişkin kesin, kuvvetli kanaatleri vardı ve bunu hiçbir zaman zaten gizlememişti. Onu, 1980’li yıllardan beri tanıyordum ve zaman zaman “Lawrence of Arabia gibi Galbraith of Kurdistan’ diye tarihe geçmek istiyorsun” diyerek ona takılırdım.
Ben takılırdım ama bu tespiti reddetmezdi. Sorusuna, “Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti, Irak’ın parçalanması sonucunda ortaya çıkabilir. Ama Irak parçalanırsa bu, Irak’la kalmaz. Irak sınırları, Birinci Dünya Savaşı sonucunda yapay ve zorlama biçimde çizildi. Ne var ki Ortadoğu’daki bütün ülkelerin sınırları aynı dönemde, aynı şekilde çizildi. Dolayısıyla Irak sınırlarının bozulması, tüm sınırların çizilmesini yani kartların yeniden karılmasını beraberinde getirir. O nedenle de o iş Irak’tan bir ‘bağımsız Kürt devleti’ çıkmasıyla sonuçlanmaz” cevabını vermiştim. Benim cevabım, onun söz konusu kitap projesine pek uygun düşmüyordu. Pek de hoşuna gitmedi zaten. O kitabı yazmadı. ‘The End of Iraq’ (Irak’ın Sonu) adlı başka bir yayınevinden basılan, başka bir kitap yazdı. Demokrat Galbraith’in Cumhuriyetçi Amerikan yönetimine ağır eleştirilerini içeriyordu.
Peter Galbraith, büyük iktisatçı John Kenneth Galbraith’in oğluydu, Harvard-Oxford irtibatıyla geniş bir siyasi ve entelektüel çevrenin merkezindeydi. Örneğin, Benazir Bhutto, hem okul arkadaşı hem de çok yakın arkadaşıydı. Ayrıca, uzun yıllar Amerikan Senatosu’nun Dış İlişkiler Komitesi’nin başdanışmanı olarak, ABD yönetimi üzerinde önemli nüfuzu vardı. Irak, Türkiye, Suriye topraklarını karış karış bilir, ABD’nin ‘Bir numaralı Kürt uzmanı’ sayılırdı. Bu özelliklerine, Bosna Savaşı’nın en zorlu döneminde ABD’nin Zagreb Büyükelçiliği’ni ekledi, Bosna’ya ulaştırılan yardımlarda büyük rolü oldu ve savaşı durduran Dayton Anlaşması’nda Richard Holbrooke’tan sonra ‘iki numaralı aktör’ idi. Doğu Timor, BM gözetiminde geçiş dönemindeyken, bir ara Doğu Timor Dışişleri Bakanı sıfatını üstlendi. Son görevi Afganistan’daki BM Temsilciliği idi. Bütün bu görevleri sırasında Irak ve Irak Kürdistanı ile ilişkilerini hiç elden bırakmadı.
Irak anayasasının hazırlanışında, Iraklı Kürtlere danışmanlık yaptı ve federal anayasanın Kürtlere avantaj sağlayan bütün ademimerkeziyetçi hükümleri, büyük ölçüde onun etkisini taşır. Peter Galbraith’in sesi çoktandır çıkmıyordu. Erbil’de yayımlanan Rudaw dergisinde çok önemli bir söyleşisi çıkana dek. Galbraith, gelişen petrol endüstrisi, uluslararası yatırımlar, Türkiye ile yakın ilişkiler ve (Irak’taki) Kürtlerin ABD’nin bölgedeki tek güvenilir müttefiki olmalarından ötürü, ‘Kürt bağımsızlığı için şartların olgunlaştığını’ söylüyor. Rudaw’ın “Balkan ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıkları sırada, siz o bölgede ABD büyükelçisiydiniz. Tecrübenize dayanarak, şimdi Kürdistan’ın Irak’tan bağımsız olması için uygun zaman olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna ‘Evet’ cevabını veriyor ve devam ediyor: “Kürtler, 90 yıl boyunca Irak’ın bir parçası olmaya çalıştılar ve Irak onları (bu çabalarını) boşa çıkarttı. Balkanlar’da bir ülkenin parçalanmasından daha kötü bir şey olduğunu öğrendim, o da arzularına aykırı olarak halkı bir ülke içinde tutmaya zorlamaktır.” Hafta sonu İstanbul’da bir toplantıda Rudaw’ın yöneticisi ve yazarı Rebwar Kerim Veli ile aynı panelde yan yanaydık.
Rebwar, ‘Kürtlerin hiçbir zaman kendilerini Irak devletine ait hissetmediklerini’ konuşmasında söyledi. Bir ara bana ‘bağımsızlık’ konusunun, bundan önce olmadığı kadar ciddi biçimde gündeme geldiğini söyledi. Rudaw-Galbraith söyleşisiyle devam edelim: Sizce, Irak Kürdistanı’ndan bir Kürt devletinin engelleri nelerdir? Başkan Mesut Barzani ve Başbakan Neçirvan Barzani, tam bağımsızlık önündeki en önemli engelleri ortadan kaldırdılar. Türkiye ile sıkı bir siyasi ve ekonomik ilişki geliştirdiler, Kürdistan’da bağımsızlığın mali zeminini sağlayan bir petrol endüstrisi yarattılar ve Kürdistan’da çeşitli uluslararası yatırımları teşvik ettiler. Kürdistan’ın, Irak’ta ve patlamaya hazır bir bölgede Amerika’nın yegâne güvenilir ve demokratik müttefiki olduğunu ortaya koydular. Söyleşinin en can alıcı noktası, Rudaw’ın “Gelecekte ABD’nin bağımsız bir Kürdistan’ı desteklemesi hakkında ne düşünüyorsunuz” sorusuna Peter Galbraith’in şu cevabı: “ABD genellikle statükoyu destekler ve ayrılmayı muhtemelen gerçekleşene kadar desteklemeyecektir.
ABD’nin Kürtler kadar iyi bir dostu olmadığına göre, bu gerçekleştiğinde Kürdistan’ın bağımsızlığını kabul etmekten gayri bir seçeneği olmayacaktır.” Peter Galbraith’in, ABD’nin petrol devi ExxonMobil’in Irak Kürdistanı’na girişini “Kürdistan’ın petrol endüstrisine dünyanın en büyük petrol şirketinin orada yatırıma girişmesinden daha büyük bir güvenoyu olamaz” açıklaması da gayet çarpıcı. Irak Kürdistanı ve Türkiye’yle uzlaşılarak Kerkük’te sorunun çözülmesiyle ona Kerkük’ün eklenmesi halinde, ‘yeraltı zenginlikleri’nin Türkiye ile işbirliğinde işleneceğine dair spekülasyonlar kimi çevrelerde dolaşıyor. Bu arada, Erbil-Bağdat yani Barzani-Maliki gerilimine paralel bir gerilimin Ankara-Bağdat yani Tayyip Erdoğan ile Nuri Maliki arasında cereyan ettiğini biliyoruz. Suriye rejiminin muhaliflerinin Türkiye’de mevzilenmesinden gayri, Bağdat rejiminin muhalifleri de Türkiye’den ya geçiyor ya da Türkiye’de yerleşebiliyorlar.
Eğer, Irak’taki gelişmeler önlenemez bir seyirle Kürtlerin Bağdat’tan kopmasına yol açarsa ‘bağımsız’ olsalar bile, bunun ‘Türkiye’nin şemsiyesi’ altında olmadan var olabilmesi mümkün değil. Öyle bir gelişme, Suriye’deki Kürtleri de kuşkusuz tetikleyecektir. Tıpkı, Suriye’deki gelişmelerin, Irak’ın iç dengelerini etkilemesi ve Maliki’yi katı mezhepçi bir politikaya yöneltmiş olması ve bunun sonucunda ‘Şii-Kürt iktidar ekseni’nin çatlaması gibi. Bundan böyle, Kürtlerle ilgili her adımı, ‘Türkiye-Irak-Suriye üçgeni’nde görmek zorundayız. Türkiye’nin ‘içerde’ Kürtlere ilişkin attığı her adımı, Irak-Suriye’ye yönelik dış politikasının boyutları çerçevesinde anlamalıyız. Türkiye’nin her bölgesel dış politika pozisyonu da ‘içerde’ ve ‘dışarıda’ Kürtlerle ilgili boyutlarıyla mütalaa edilecek. Irak’ta ‘Kürt bağımsızlığı’nın gündeme giriyor olması, Türkiye’de birçok yerleşik ‘ezberi’ bozacak gelişmeleri ve sonuçları beraberinde getirecek. Suriye kadar, Irak’taki ‘iç gelişmeleri’ de izlemek şart.