Yaşam

İpekçi'den İpekçi'ye

03 Şubat 2010 02:00

T24- Haber Türk yazarı Umur Talu, Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi'nin babasının vurulduğunda üzerinde olan kanlı gömleğiyle ekranda söylediklerinden yola çıkarak,  "30 yıldır kanlı kalan gömlekler"e farklı örnekler verdi.  12 Eylül döneminde öğretmen Cengiz Aksakal'ın öldürülmesine de değinen Talu'nun bugün (3 Şubat 2010) yayınlanan "İpekçi'den İpekçi'ye" başlıklı yazısı şöyle:

NÜKHET İpekçi 31 yıldır sakladığı “kanlı gömlek”i çıkarınca...
Abdi İpekçi ile zaman durdu işte.
Çoğumuz için sadece o an duran zaman, binlerce aile için yıllardır her an hep o yerde duruyor.

“Devlette devamlılık” denen durum var, biliyorsunuz.
Bayrak hep dalgalanır, toprak bölünmez, her vatandaşın devlete karşı görevleri, vatan borcu...
Peki devlet böyle “anlar”da ne için var?
Koruma görevi... Koruyamadıysa hakikati bulma görevi...
Hakikati hukuka sunma görevi.
Hele “devlet birimleri, birimde birileri” bizatihi “plan, darbe, cinayet, suikast, infaz, katliam, provokasyon, organizasyon, tetikçi” abisi, hamisi, beyi, ağası, paşası, maşası, polisi, reisi olmuşsa...
“Devlette devamlılık” utanmak için de değil mi?
Bunca kanlı gömlekle utanç dolmuş bir devlet “büyük” olamaz.
“Büyüklük” vicdana, hukuka, hakikate, adalete dair bir şeydir; insan için de, ama devlet için de.
Kimi mensubu tetikçilerle halvet olmuş, kimi mensubu kollamış, cezaevinden kaçırmış ve yargısı, yürütmesi ve hatta yasaması “kanlı gömlek”in utancına bulanmış devlet “borç” içindedir. Bu devletin iç borcu, dış borcu, açığı filan hep konuşulur, iç ve dış “piyasalar”da. Ama 31 yılı kanlı gömleklerle geçiren eşlere, kızlara; hakikat ve adalet beklentisiyle gözyaşları yıllarca kurumamış evlatlara...
Ve her birimize hakikat ve adalet borcu aşırı yüklüdür.
Sanmayın ki, “borç yükü” sadece faili meçhule, plan ve darbe yolu döşemiş suikasta, katliama, kışkırtmaya dair.
Karakolda, cezaevlerinde işkenceyle kırılan, şiddet ve nefretle katledilen onca insan için de borçlu “büyük devlet”.
İşte 30 yıllık bir “kanlı gömlek” daha.
Öğretmen Cengiz Aksakal, 12 Eylül’de gözaltına alınmış ve bugünün kimi askeri, sivil, gazeteci paşasının hâlâ çok desteklediği “darbe işkenceleri”nde darbeden iki ay sonra öldürülmüştü.
Önce yıllarca dava sürdü, sonra iki “devlet görevlisi” işkenceden mahkûm oldu; Yargıtay kararı ancak beş yıl sonra onadı ama infaz olmadı. Ve o iki görevli, emekliliğe kadar orduda kaldı. Büyük devlet bu borcu yüzünden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde tam 30 yıl sonra tazminata mahkûm oldu: 30 yıllık kanlı gömlek için 45 bin Euro!
Eşi ile çocukları, Serkan Tahmaz’ın haberine göre, o tazminatla Şavşat “Devlet” Hastanesi’ne, diyaliz makinesi alıp bağışladı; en az 30 vatandaş böbrek işkencesinden kurtulsun diye! Açılısı “devletin kaymakamı” yaptı; “devlette utanç devamlılığı”nın temsilcisi olduğunu bilmeden belki.
Sanmayın ki, borç hep siyasi. İşte Haluk Özgen:
“Sevgili Umur Bey. Erleri hizmetçiliğe verenin cezası yazınızı okudum. 19 Ocak 2009’da Uludağ’da kayakta kaybolup 10 saat sonra arama ve kurtarma işi yapan jandarma tarafından bulunup 12’nci saatte yaşamını yitirmiş halde yanıma getirilen Ümit’in babasıyım. Sizden ricam, erleri hizmetçi yapmanın cezasını yazdınız. Çoğu kayak bilmeyen, torpilli olan, üst rütbelilere
eskortlukla görevli, kurtarma bilgisi almamış kişileri görevlendirenin cezasını da araştırıp yazar mısınız?"
Bitirirken; bitmeyen bir borç:
Tekel işçisi kiminin gördüğü gibi sadece “asalak” mıdır; yoksa devlet ve özel sektörün birikmiş emeklerinden ekstra rant topladığı “alacaklı” mı?
Abdi İpekçi ile başladık, Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda bitireyim, “içten” bir seslenişle: “Yaşlı ya da hasta diye kaderine terk edilmiş uzman erbaşlarız. Merhum İpekçi’nin katili kadar biraz da bizi dinleyin. Vatan için ölmeye çalışıp ölemeyenleriz. Kenara attıklarınız. Hak için, haklı olarak; ekmek için mücadele etmek farzdır diye Başbakan’a seslenenler.” Hükümet ve Genelkurmay ile devletin maddi, manevi borcuna rağmen çöpe attıklarından işte!