İsmail Özcan
Bir genelleme yaparak ana dilini doğru yazmaya özenmeyen, bunun için gerekli çabayı göstermeyen bir toplum olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu genellemeyi; anadilini doğru yazmaya özenmeyenlerin yalnızca eğitimsiz ya da kısıtlı eğitimli insanlar olmadığı, lise ve üniversite eğitimi almış insanlarımızın çok büyük çoğunluğu da bu kategoriye dâhil olduğu için yapabiliyoruz.
Bugün yükseköğrenim görmüş insanlarımızın pek çoğunun herhangi bir konuda yazmış olduğu üç beş cümlelik bir yazıda en az on tane dil yanlışına rastlamak mümkündür. Bunun sebebi, anadilini doğru kullanma konusundaki vurdumduymazlıktan, anadiline karşı ilgisizlik ve kayıtsızlıktan başka bir şey değildir. Hiçbir gelişmiş ülkenin belli düzeyde eğitim görmüş insanı, anadiline saygı konusunda, bizim aynı düzeyde eğitim görmüş insanımız kadar duyarsız değildir.
Türkiye’de uzun yıllardan beri resmi ve özel birçok kurumun, kuruluşun her an göz önünde olan isimlerinde, ilan, afiş ve reklâmlarında; yine birçok kurumun, kuruluşun mensuplarına veya kamuoyuna yönelik duyurularında; vatandaşların düğün, nişan vb davetiyelerinde Türkçenin doğru kullanım kurallarına hiç uyulmadığı; bu yüzden çok göze batan yanlışlar yapıldığı görülmekte ve bilinmekteydi. Bu alanda hiçbir düzelme yaşanmaz, hatta yanlışlar artarken buna bir de son yıllarda çığ gibi büyüyen sosyal medya yazışmalarındaki dil perişanlığı eklendi. İnternet aboneliği popüler olmaya başladığından beri sosyal medya platformlarında bilişim ve iletişim amaçlı yazışmalar, çeşitli nedenlerle yapılan yorumlar ve polemikler her türlü tahminleri aştı. Bu yazışmaların ortak paydası ise dilin özensiz, gelişigüzel kullanılması; çok sayıda anlatım, yazım ve noktalama yanlışlığı yapılmasıdır. Bu yanlışlar içinde bağlaç olan ve mutlaka ayrı yazılması gereken “de”lerin, “ki”lerin ve soru eki olan “mi”lerin bitişik yazılması facia boyutlarındadır.
İnsanların yazmaya özenmesi eleştirilecek değil, övülecek bir çabadır. Çünkü Çetin Altan’ın uzun yazarlık yıllarında sık sık vurguladığı gibi Türk insanına en zor gelen şeylerden biri herhangi bir konuda yarım sayfalık bir yazı yazmaktır. Bunun zorunlu sonucu da yine Çetin Altan’ın saptamasıyla Türk insanının anadilinin yazı boyutundan kopuk olmasıdır. Sosyal medya yazışmaları sayesinde bu olumsuzluklar bir şekilde aşılıyor. Sorun yazmada değil, yazmanın kuralsız, rastgele bir eylem sanılmasındadır.
İnsanımızın özellikle yazan insanımızın en büyük eksiği, anadilinde yazılmış olan örnek metinleri ve Türkçenin klasiği olarak kabul edilen kitapları okumamış olması; bir sözlüğe, bir yazım kılavuzuna başvurma alışkanlığı bulunmamasıdır. Bu, çok yaygın ve çok büyük bir eksikliktir. Bu sadece sıradan insanlarımız için değil, yüksek lisanslı, akademik dereceli, bürokraside statü sahibi, adı sanı bilinen vatandaşlarımız için de geçerlidir.
Türk mizahının unutulmaz yazarlarından Rıfat Ilgaz, vefatından kısa bir süre önce katıldığı bir televizyon programında şöyle bir açıklamada bulunmuştu:
“Anadolu’nun birçok yerinde köy kahvelerinde çok hoşunuza giden fıkralar, hikâyeler anlatan köylülerle karşılaşırsınız. Onlara, ‘Yahu şu anlattığın fıkrayı ya da hikâyeyi yaz da bana ver’ derseniz, apışıp kalırlar. Çünkü anlattıkları o güzelim fıkra ve hikâyelerin yazıya nasıl döküleceğini bilmezler.”
Rıfat Ilgaz’ın bu gözlemi, yazma eyleminin öyle sanıldığı kadar kolay olmadığının, özel bir ilginin, emeğin ve birikimin sonucu olduğunun bir kanıtıdır.
Sosyal medya yazarı vatandaşlarımızın yazmayı önemsedikleri kadar doğru yazmayı da önemsemeleri, bu konuda da biraz emek harcamaları dilimize saygının bir gereğidir.