Cem Erciyes
(Radikal, 15 Eylül 2012)
Cami balkonu meselesi
Nedense bu ülke bazı insanlardan nefret ediyor. Onların ‘dayak yemesinden’ özel bir zevk alınıyor. Her birine duyulan nefretin sebeplerini bulmak zor değil, ama bunlar o kadar ipe sapa gelmez ve tutarsız şeyler ki kabullenmek imkânsız. O nedenle hepsi de meşhur olan bu insanları ‘nedensiz nefret özneleri’ diye tanımlamak mümkün.
Nefret özneliğinde bir numaralı isim Orhan Pamuk. 30 Ağustos’ta Takvim gazetesi ‘Pamuk’a 2. Tokat’ manşetiyle çıktı. Milli bayram dolayısıyla milliyetçilerin, ulusalcıların garantili nefret öznesi Orhan Pamuk’u şöyle bir dövmek iyi fikir gibi gelmiş olmalı. Hani Metin Akpınar “Pamuk kimmiş ya, zaten romanları da okunmuyor” demişti ya. İkinci hamle de İlber Ortaylı’dan gelmiş ve Ortaylı “Ne İngilizce ne Türkçe biliyor” demiş. Haberde ‘Takvim’e konuştuğu’ söylenen Ortaylı’nın sözlerini hatırlayalım: “Genocide’i soykırım anlamında kullanıyor. Oysa doğrusu ‘zorunlu yer değiştirme’dir. Kendisi İngilizce bilmediği gibi Türkçeyi de bilmiyor! Bir kitabında ‘imam ikindi namazı saatinde cami balkonuna çıkarak ezan okudu’ yazıyor. Bir kere namaz saati olmaz, vakti olur. Cami balkonu yoktur minare şerefesi vardır! Ezanı da imam değil müezzin okur. Bu örnekle de sabittir ki yaşadığı bir toplumun kültüründen haberi olmayan bir yazar, Nobel de alsa doğru eserler ortaya koyamaz.”
Tabii bu sözler o gün sosyal medyada ikinci bir dalgaya dönüştü, Orhan Pamuk sevmezlerin, ona haddini bildiren İlber Hoca’ya olan hayranlığını katladı. İkinci dalga diyorum çünkü Ortaylı aslında bunları 2006’da söylemişti. O zaman da internet sozlüklerinde epey ‘entry’ yapılmıştı; hâlâ duruyor...
Pamuk aleyhinde artık söylene söylene eprimiş, ‘okunmuyor’, ‘Türkçesi bozuk’ filan gibi yargılarla birlikte bu ‘cami balkonu’ meselesini de duymuşluğum vardı. Ama bir şehir efsanesi olarak ciddiye almadığım bu sözün, Prof. Ortaylı tarafından gazete manşetlerine taşındığını görünce nereden çıktığını merak ettim. Bir de baktım ki, yine Ortaylı’dan çıkmış. Ortaylı, 2006 yılında Adana Seyhan’da düzenlenen bir konferansta neredeyse kelimesi kelimesine aynı şeyleri söylemiş. O zaman, Melih Aşık da bunu köşesine taşımış ve sosyal medyada da epey ilgi görmüş. Muhtemelen Takvim gazetesi de Ortaylı’nın 2006’daki sözlerini hatırlayarak, Pamuk’a bir tokat daha attırmaya karar vermiş....
Benim esas merak ettiğim, Orhan Pamuk’un bu cümleleri nerede ve hangi bağlamda yazdığıydı. Bütün kitaplarını yeniden kelime kelime taramaya kalkışmadım tabii. Ama sağ olsun yayıncısı, bilgisayar marifetiyle bunu benim için yaptı. Yazı ve konuşmaları dahil bütün kitaplarını taradılar ama söz konusu bölümü bulamadılar. Bir tek ‘namaz ve saat’ kelimeleri ‘Kar’ romanının 95. sayfasında yan yana geliyor. “Onlar namaz saatini bekleyip uzun uzun dedikodu ederken...” diye, o kadar...
Sordum soruşturdum... İşin ilginci bütün edebiyat dünyası da bu meseleyi hatırlıyor ve Pamuk’un bunu yazdığına emin. Ama hangi kitapta ve hangi bağlamda onu bilen yok. İletişim Yayınları, yazarın kitaplarında hiçbir değişiklik yapmadığını söylüyor. Yine de her ihtimale karşı Can Yayınları’ndan çıkan bazı kitapların ilk baskılarına da baktırdım, yine yok... Görünüyor ki bu ‘cami balkonu’ meselesi bir şehir efsanesinden ibaret.
Öyleyse Türkiye’nin en ünlü tarihçisi de okumadığı ama bir yerlerden duyduğu bu şehir efsanesini köpürtmüş duruma düşüyor ki, bu ayrıca vahim. Umarım Ortaylı, bu sözleri hangi kitapta okuduğunu açıklar, mesele bir şehir efsanesi olmaktan çıkar, biz de belki o bölümün bağlamını ya da yazarın Türkçeyle ilişkisini filan konuşup bir edebiyat tartışması yapma fırsatı buluruz.
Orhan Pamuk ise bu konuda sessiz. Eh ne de olsa, Nobel Ödülü aldığı hafta, Türkiyeli aydınların Çiçek Bar’da basın toplantısı yapıp, “Hayır, Orhan bu ödülü hak etmemiştir” dediği bir ülkenin yazarı o...
Özellikle dünya çapında ün kazanan sanatçılara yönelik bu nedensiz nefretin ana kaynağı ‘görüş farkı’. Çok güzel romanlar yazdıkları, filmler çekip besteler yaptıkları için sevdiğimiz insanlar, hoşumuza gitmeyen şeyler söyleyince Türkiye’nin gururu olmaktan çıkıp hemen ‘nefret öznesi’ne dönüşüyorlar.
Bu rezalet, bambaşka görüşlere sahip bir başka sanatçı, Fazıl Say için de tekrar edip duruyor. Dünya çapında bir müzisyen olduğu için onun hiç ağzını açmaması, konser salonundan dışarı çıkmaması gerekiyor sanki. Şunu da söylemeden edemeyeceğim; Fazıl Say’a yapılan saldırılara çok üzülen, ona yakın olduğunu bildiğim bazı arkadaşlarımın da twitter’daki Orhan Pamuk tsunamisinde neşeyle sörf yaptıklarını gördüm ve gözlerime inanamadım... Anladım ki, ünlü sanatçıyı dövmenin dayanılmaz hafifliği, demek ki herkes için geçerli.