Medya

'İktidarın 'Hayır' diyenlere hakaret etmesinin sebebi, kararsız AKP ve MHP'li seçmenler"

"16 Nisan akşamı hayır oylarının önde çıkma ihtimali, referanduma bir ay kala hâlâ geçerli"

18 Mart 2017 20:00

Cumhuriyet yazarı Prof. Ahmet İnsel, 16 Nisan'da halk oylamasına sunulacak anayasa değişikliği konusunda MHP seçmenlerinin büyük bir kısmının, AKP seçmenleri arasında da dikkat çekici bir azınlığın 'kararsız' kaldığını savunarak "İktidarın 'hayır' oyu verme çağrısında bulunanlara karşı ağır hakaret niteliği taşıyan suçlamalarında dozu giderek arttırmasının nedeni bu" dedi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım, sık sık "terör örgütlerinin 'Hayır' dediğini" savunuyor. 

Ahmet İnsel'in "AKP ve MHP seçmeninde kararsızlık" başlığıyla yayımlanan (18 Mart 2017) yazısı şöyle:

Anayasa değişikliği konusunda MHP seçmenlerinin büyük bir kısmının, AKP seçmenleri arasında dikkat çekici bir azınlığın kararsız kaldığını, sandığa gitmeme veya hayır oyu vermeye yatkın olduklarını birçok araştırma gösteriyor. İktidarın “hayır” oyu verme çağrısında bulunanlara karşı ağır hakaret niteliği taşıyan suçlamalarında dozu giderek arttırmasının nedeni bu. Hayır oyu verecek olanları terörizmle ilişkilendirebilmek için, kaybetme korkusunun aklı ve dili bütünüyle hâkimiyeti altına almış olması ya da propaganda sanatının en karanlık ustalarından Gobbels’in şeytani zekâsına ve hiçbir sınır tanımayan cüretine sahip olmak lazım. 

Bu kaybetme korkusunun yarattığı panik hali, uluslararası ilişkilerde, telafisi orta vadede son derece zor bir tahribatı göze alarak kullanılan sıfatlara, diplomasi tarihinde görülmemiş girişimlere neden oluyor. Diğer taraftan, askeri darbe sonrasında sıkıyönetim altında yapılan anayasa referandumlarından hiç farkı kalmayan bir hayır kampanyası yasağı ve fiili engellemeler giderek artan biçimde uygulanıyor. 
Ama görünen o ki, AKP tabanında ve yerel teşkilatlarında “Cumhurbaşkanlığı sistemi” olarak tanımlanan yeni rejimde, seçmenle seçilen arasındaki ilişkinin öneminin kalmayacak olmasının yarattığı endişe yaygın. Yürütmenin hem devletin hem hükümetin başı olan cumhurbaşkanı tarafından tayin edilenlerden oluşması ve cumhurbaşkanlığı sekreteri konumunda olacak bakanların varsa seçmenleriyle bağlarını koparmaları, Türkiye’de on yıllardır yerleşmiş bir seçmenvekil ilişkisinin varlık nedenini ortadan kaldırıyor. Bin odalı sarayda toplanmış cumhurbaşkanlığı kabinesinin seçmenle yegâne bağı cumhurbaşkanı olacak. O da beş yılda bir seçim kampanyasında. 
Bunun, iktidar partisi başta olmak üzere, yerel teşkilatlarda yaratacağı boşluğu tahmin etmek zor değil. Nitekim AKP yerel teşkilatlarında anayasa referandumu kampanyası konusunda çoğu yerde hissedilen gönülsüz tavrın bir nedeni bu. MHP teşkilatı, Meclis’in işlevinin önemli bir kısmının ortadan kalkmasının kendilerinde yaratacağı tahribatı açık biçimde dile getiriyorlar. MHP seçmenlerinin de, gücü bütünüyle elinde toplayacak olan başkanın halkoylamasıyla seçilmesinin yaratacağı fiili iki parti sisteminin kendi partilerini ortadan kaldıracağının bilincinde oldukları, AKP’nin yaptırdığı anketlerden bile ortaya çıkıyor. 
Sadece muhalefetin değil, AKP ve MHP seçmenlerinin bir kısmının rahatsız oldukları bir diğer konu, cumhurbaşkanının konumu. Önerilen değişiklik, herkesin hemen kavrayacağı büyük bir çelişki barındırıyor. Değişiklik önerisinin 8. maddesi, yürürlükteki anayasanın 104. maddesini değiştiriyor. Bu değişikliğe göre, “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.” Devletin başı olarak, “Cumhuriyetin ve Milletin birliğini” temsil etme görevi verilen bu cumhurbaşkanı, eğer halkoylamasında evet oyu önde gelirse, referandumun hemen ertesinde parti üyesi olabilecek. Parti üyesi, belki genel başkanı olarak yürütme faaliyetini yürütecek olan bir cumhurbaşkanı, hangi milletin birliğini temsil edecek? Bu ancak tek parti rejiminde varlığı iddia edilebilecek bir “birlik”tir. Yoksa Cumhurbaşkanı’nın şimdi ifade ettiği gibi, örneğin anayasa değişikliğine hayır oyu vermiş olanlar milletten sayılmayacaklar, terörist, vatan haini, millet düşmanı mı olacaklar? Bugün Türkiye’de esas büyük, açık ve yakın bölücülük tehdidi bu değil midir? Devlet Bahçeli’yi bile en sonunda bundan rahatsızlığını ifade etmeye kadar götürmesi anlamsız değil. 
16 Nisan akşamı hayır oylarının önde çıkma ihtimalinin referanduma bir ay kala hâlâ geçerli olması, Türkiye toplumunun yarısının, belki yarısından fazlasının dayatılmak istenen tek adam sultasını çeşitli nedenlerle kabul etmeme dirayeti gösterdiğine işaret ediyor. Meydanlara inen “tarafsız” Cumhurbaşkanı bunu son bir ayda değiştirebilecek mi, göreceğiz?