24 Haziran'daki çifte seçimlerden sonra geçilen yeni sistemde Meclis'in işlevsizleştiği tartışılıyor. Cumhuriyet yazarı Şükran Soner de iktidar çevrelerinin toplum önünde konuşmalarına Osmanlı'dan başladıklarını hatırlatarak atıfta bulunulan padişahların bile Meclis kararlarını ciddiye aldığını yazdı. Soner, "İktidarın en çok kutsadığı Abdülhamid Han yönetiminde bile Meclis yok muydu?" diye sordu.
Soner'in "Devletten Saray yönetimine..." başlığıyla (4 Eylül 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Başkanlık başta, tüm yandaş sözcüleri, Osmanlı’ya, Saray’a, siyasal İslama bağlılık vurgulamalarıyla söze giriyor, algı yönetiminde en başarılı sunumlar için yarışıyorlar ya.. Kasıtlı olmasa dahi en çok bağlılıkta altını çizdikleri Osmanlı rejiminin, Saray’ın olmazsa olmaz devleti yönetme ilkelerini çoktan ayaklar altına aldılar.. Osmanlı’nın üç kıtaya, çok kültürlü, çok kimlikli, çok dinli yapıyı ayakta tutabilme uğruna, farklı inançlar, kimlikler üzerinden devletin üst yapısının ayakta tutulabilmesi uğruna, başvurduğu çok farklı medeni hukuk, miras hukuku, inanç, yönetim yapısı çeşitlendirmelerinin ayrıntılarına girmeden...
İktidarlarının en çok kutsadığı Abdülhamid Han yönetiminde bile, Saray’ın kararlarını ciddiye aldığı, işleyen, kararları işlevsel bir Meclis yok muydu? Hani son dönemlerde, kimi dönem koşullarının zorunluluklardan da olsa, Gazi Meclis, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı taçlandıran Başkumandanlığına, Büyük Taarruz zaferi ile taçlandırılan, Kurtuluş, Kuruluş savaşları dönemlerine selam çakılıyor ya.. Çok zorlu koşullar, ödenen bedellere karşın Gazi Meclis’in çalıştırılması ciddiyeti, katlanılan çıkarılmış çok kasıtlı engellere karşın etkinliğinden hiç mi ders çıkarılmaz?
Sözde Başkanlık rejiminin olmazsa olmaz önkoşulu gereği güçler ayrılığı, güçlü Meclis, bağımsız yargı, tüm kamu kurumları işleyişleri zorunluluğu yokmuş gibi. Türkiye’nin geleceği adına en yaşamsal kararların alındığı bir dönemden geçiyoruz. Ortadoğu, hele de Suriye’deki Türkiye açısından en yaşamsal kararların alınmakta olduğu süreçte, sıcak savaşlar, çatışmacı gelişmelerin odağında icraatlarına geçilmeden bırakınız Meclis iradesine, onayına, oyuna sunulmayı, bilgisinin ulaştırılması zahmetine katlanılmış bir tek icraatın tanığı olabildik mi? Alınmış Saray kararlarının icraatlarının sonuçlarına ilişkin gelişmeleri, içinde yer aldığımız rolleri, ancak çok sonraki gelişmeler üzerinden, satır arası haberler, görseller, çoğunlukla da çatışmacı tarafların itirazlarından, Amerika, Rusya, İran, Esad, İsrail.. cephesi açıklamalarından olabildiğince sonuçları üzerinden öğrenebiliyoruz...
***
Malazgirt, 30 Ağustos üzerinden tarihçiler, tarih belgeleri üzerinden bilgi verirlerken bir kez daha gördük ve öğrendik ki.. Cumhuriyetin Kurtuluş Savaşı destanı ile birlikte, laik Cumhuriyetin değerlerinin, ulusal bağımsızlık savaşının dünya lideri olarak dünya tarihine damgasını vurmuş Mustafa Kemal, attığı adımların her aşama, her sürecinde Gazi Meclis’e hesap vermemezlik yapmaya kalkışmamış.. Gazi Meclis, Kurtuluş Savaşı’nın her adımı üzerinden değil sadece, devletin yönetimine, eğitimine, yatırımlarına, sıfırdan kurulmakta olan sanayisine, adaletin işleyişine, uluslararası ilişkilere, yaşamın her alanına, öncelikle Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla noktalanabilmesine dönük kararların odağında, söz ve karar sahibi gücüyle açık çalıştırılmıştır.
Yüzde doksan beş üstü tek sesli olarak kamuoyu güdülenmesinin emrindeki medyamızda tek satırlık haber olmasa bile, sözde bağımsız yargının yeni yılının açılış töreni bile Saray’dan yapılırken HSK Başkanvekili, açıklamasında yargıçlardan kıyamet gününü düşünerek karar almalarını isteyebiliyor. Barolar yargı alanında olumsuz sürecin katlandığını ortaya koyan gelişmelerin çarpıcı örneklerini vermek zorunda kalıyorlar. 363 gün tutuklu kaldıktan sonra 10 Eylül’de ilk kez yargıç önüne çıkarılmaları öngörülen tutuklu avukatlar, güvenlik gerekçesiyle duruşmaya götürülmeyeceklerini protesto etmek için dünden itibaren açlık grevi eylemi başlatmak zorunda kalıyorlar.
Şöyle bir akıl, mantık süzgecinden geçirerek düşünmeye çalışırsak, tarihin tersine akışı üzerinden işletilmesi, haksızlık, hukuksuzluk üzerinden neler neler sayabiliriz.. Sözde günümüzde, her şeyden önce yürürlükte, geçerli bir laik Cumhuriyetin anayasal düzeni var değil mi? Başkanlık düzeninin dünyada bir benzeri olmayan, ucube, başkanlık rejimlerinin ilkelerini de ayaklar altına almış, hem partili, hem başkan, tek adam rejimi, sivil diktatoryal modeli uygulamasında dahi.. Uyulması gereken devlet kurumlarının bağımsızlıkları, Meclis işleyişinin, diktatoryal modelde bile uyum zorunlulukları, hak-hukuk-adalet işleyişi düzeni zorunlulukları var değil mi?