06 Temmuz 2014 13:42
Zaman gazetesi yazarı ve siyaset bilimci Prof. Mümtaz’er Türköne, Ortadoğu’da yaşanan ve son dönemde Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) gerçekleştirdiği olaylar hakkında “Bir ‘Lümpen Müslümanlar’ dünyası teşekkül etti, küresel ölçekte. Lejyonerler gibi sağdan soldan toplanıp sadece kan döküyorlar. O yüzden, ‘Cinayet işlemek, insan öldürmek hangi inancın, hangi imanın hangi hükmü olabilir’ tartışması, ‘İslam nasıl bir siyasi düzen öngörüyor’ tartışmasından çok daha acil bir mesele” dedi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de değerlendiren Türköne, CHP ve MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun AKP’nin “bağışıklık sistemini çökerttiğini” iddia ederek, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisini toparlayamadığını söyledi.
Mümtaz’er Türköne, Tayyip Erdoğan’ın Köşk’e çıkması durumunda AKP’nin başına geçecek isim için, “Çok güçlü bir isme ihtiyaç duyarsa Abdullah Gül’ü devreye sokar. Ama kendi mirasının yeterli olacağı kanaatine varırsa, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu gibi yine güçlü bir isme mirasını devreder” ifadelerini kullandı.
Bugün gazetesinden Fatih Vural, Mümtaz’er Türköne ile Ortadoğu’da yaşananlar ile Cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında konuştu. Bugün gazetesinde “Mümtaz'er Türköne: İslamiyet'in karanlık çağı başladı” başlığıyla yayımlanan röportaj şöyle:
Siyaset bilimci Mümtaz’er Türköne, küresel ölçekte bir ‘Lümpen Müslümanlar’ dünyasının teşekkül ettiğini ve bunların lejyonerler gibi toplanıp sadece kan döktüğünü söylüyor.
İslam dünyasında vahşet odaklı bir nihilizmin ortaya çıktığını belirten Mümtaz'er Türköne, “Bunu bir Karanlık Çağ başlangıcı olarak görüyorum” diyor.
Geçtiğimiz günlerde “Temel ve Çatı” isimli yazınızda, “Çatı hesabı, siyasi hesaba uymuyor. Erdoğan karşısında yüzde 55’lik bir blok oluşturma planı işleyecek gibi görünmüyor” dediniz. Eklemeddin İhsanoğlu’nun adaylığından sonra fikriniz değişti mi?
Büyük ölçüde değişti çünkü temele uygun bir çatı oluşturuldu. Galiba İhsanoğlu dışında tartışılan bütün isimler de temele aykırıydı. Temelin peşinde olduğu şeyi düşünmemiz lazım.
Nasıl bir temel bu?
Bir Temel fıkrasına dayanıyor. Temel cüzdanını çaldırmış. Diyorlar ki “Yahu fark etmedin mi” O da, “Ya fark ettim de, benim elim mi, başkasının eli mi anlayamadım” diyor. (Gülüşmeler) Bu soygunu yapan hükümetin Temel üzerinde bıraktığı izlenim önemli! Ben çatı arayışını, yüzde 45’lik bloğa karşı bir yüzde 55 arayışı olarak görüyordum. Ekmeleddin Bey, yüzde 45’i de içeren bir aday. Böyle birisini bulmak, siyasi bir deha eseri olmalı!
CHP ve MHP için Tayyip Erdoğan’a kaybettirmek önemli. Kimin kazandığının bir önemi yok. Erdoğan kaybederse, hem siyasi dengede, hem de 2015 Seçimleri’nde moral üstünlük sağlamış olacak. Öbür taraftan halk, galiba son zamanlarda iktidarın dizginsiz, denetimsiz, kontrolsüz tahakkümünden bir miktar rahatsız.
Ekmeleddin İhsanoğlu ismi AK Parti ve Erdoğan için sürpriz oldu mu sizce?
Adı açıklandıktan sonra, Tayyip Bey’in kendini toparlayamadığını düşünüyorum.
Gardını neden düşürsün?
Çünkü AK Parti seçmeni için, CHP veya MHP’ye mâl edilecek ideolojik, siyasi, kültürel bir kimliği yok. Mehmet Akif’in en yakın arkadaşlarından birinin oğlu. Geçmişi temiz. Hiçbir çamur iz bırakmaz. Ekmeleddin Bey’i yakından tanıyorum. “Pensilvanya’nın adayı” diye bir kampanya yürütülüyor fakat böyle bir bağlantı bulmaları da imkânsız. Yani AK Parti’nin bütün bağışıklık sitemini çökertecek bir aday.
Ben, Tayyip Bey’i kick boksçu gibi vurduğunu deviren, tekme tokat giren bir sporcu; Ekmeleddin Bey’i de çok zarif mücadele eden bir eskrimci olarak görüyorum.
Bir eskrimciyle, bir kick boksçu karşı karşıya gelirse?
Birinin zarafeti, tekniği, inceliği; öbürünün gücü, kuvveti, tahrik kabiliyeti insanları etkiler. O anda, “Toplum hangisini istiyor” sorusunu sormanız lazım. 17 Aralık’tan sonra, hükümetin yolsuzluk soruşturmalarını örtmek için giriştiği gayretle oluşturduğu tahribatın, bu seçimin temel dinamiklerinden biri olacağını düşünüyorum. Hem zamanlaması, hem siyasetin dengeleri ve arayışları için Ekmeleddin İhsanoğlu ismi, nokta atışı.
İhsanoğlu, CHP içinde bir dönüşüme sebep olabilir mi?
Ankara’da Mansur Yavaş’la sonuç alınamadı ama başarılı olundu. CHP’nin değişmez denilen omurgasını değiştirdi. Bu, çok daha güçlü biçimde Ekmeleddin İhsanoğlu’nda yaşanır. CHP, 10 Ağustos’a kadar, kapısının önünden geçmemiş insanlarla muhatap olmak, onlara bir şey anlatıp onlardan bir şeyler öğrenmek zorunda. CHP’nin sadece itiraz üzerine inşa edilen o marjinal eğilimlerden kurtulması için de bir fırsat, Ekmeleddin Bey.
Yakından bildiğiniz milliyetçi kesim için?
Babası İhsan Bey’in yakın dostu olan Mehmet Akif, milliyetçi ve muhafazakâr dünyanın ortak paydası. Ekmeleddin Bey de Yozgatlı, Bozok Yaylası’nın evladı. Nitekim MHP’den herhangi bir itiraz gelmedi. Asıl önemlisi, MHP ve CHP, AK Parti ile nasıl rekabet edeceklerini bu tecrübe üzerinden daha yakından öğrenecekler.
İhsanoğlu’nun handikapları neler?
En başta, seçim stratejisinde hata yapma ihtimali var. O da Tayyip Bey’in zeminine inmek, onu kutuplaştıran, kamplaştıran stratejisinin bir parçası haline gelmek. Böyle bir yarışa gireceğini sanmıyorum. Ama özellikle CHP ve MHP’den böyle bir baskı gelebilir. Ekmeleddin Bey’in kampanyası, siyasi olmayan bir şekilde yürümeli.
Bu durumda Abdullah Gül’e nasıl bir rol biçiyorsunuz?
Bu, doğrudan doğruya Tayyip Bey’in, geride bırakacağı partiye dair endişeleriyle alakalı. Çok güçlü bir isme ihtiyaç duyarsa Abdullah Gül’ü devreye sokar. Ama kendi mirasının yeterli olacağı kanaatine varırsa, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu gibi yine güçlü bir isme mirasını devreder. Fakat mevcut tabloda, 17 Aralık ve 25 Aralık’tan sonra ancak güçlü bir isim, geride bıraktıklarını koruyabilir.
Erdoğan Köşk’e çıkarsa, daha güçlendirilmiş bir Cumhurbaşkanı mı göreceğiz?
Siyaset, imkân sanatı. Tayyip Bey, buna en çok riayet eden politikacılardan birisi. Gücünü artıracağı imkânları görürse artırır.
Gezi’de Başkanlık hayalinin kaçtığı düşünülürse, gücü artırma imkânı bulabilir mi sizce?
Ben o fırsatı kaçırdığını düşünüyorum. Gezi’den sonra, 17 ve 25 Aralık soruşturmaları da aynı sonucu verdi. Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda da en fazla 4-6 ay civarında, beklentiler ve arzular test edilir. Arkasından tıpkı Özal ve Abdullah Gül gibi Cumhurbaşkanlığı makamının sınırlarına döner. Ben AK Parti’deki halefinin de, 2015 Seçimlerinden önce özerkliğini ilan edeceğini ve Cumhurbaşkanlığı makamıyla hükümet arasındaki dengelerin, seçimden önce yerine oturacağını düşünüyorum.
Öyleyse bir Putin-Medvedev ilişkisi görmeyeceğiz.
Mümkün değil. Türkiye’nin doğasına aykırı. Rusya’da ve benzeri olarak Ukrayna’da, Sovyetler dağıldıktan sonra oligarşi gücünü korudu. Bizde bu oligarşi teşekkül etmedi. Tayyip Bey, oligarşinin unsuru sayılacak insanlara diz çöktürdü. Fakat liderliğini onlara kabul ettiremedi. Rusya’da oligarşi, Putin sayesinde işliyor. Doğal kaynaklar vasıtasıyla devletin ekonomik gücü çok büyük.
Türkiye’de ise ihalelerle ve kent rantıyla bu ekonomik iktidar sağlanıyor. Tayyip Bey’in tökezlediği anda, büyük sermaye yeniden bağımsızlığını ilan eder. Şu anda kârdan zarar etmemek için Erdoğan’a boyun eğiyorlar. Ama Cumhurbaşkanlığı makamı, artık onların itaatini sağlamak için yeterli değil.
Karşılıklı bir Machiavellizm var…
Elbette. Tayyip Bey, büyük sermayenin ekonomik ihtiyaçlarını çok iyi öngördüğü için uyum sağladı. Türkiye’de Tayyip Bey’in kontrol gücü, siyasetten çok, ekonominin üzerinde. İktidarına süreklilik kazandıran ve toplumda da kabul edilmesini sağlayan, bu ekonomik güç. Hatırlayalım, 30 Mart Seçimleri’nde son beş güne girildiğinde, dolar pat diye düştü. Bu kadar büyük bir iktidar!
30 Mart Seçimleri’ne damga vuran, o ekonomik gücün etkisiyle “Ya Erdoğan giderse” sorusu mu oldu?
Bu, “Ya Erdoğan giderse” diye basitleştirilecek bir soru değil. 17 ve 25 Aralık soruşturmalarıyla Erdoğan yok edilseydi, tutuklansaydı, AK Parti iktidardan inseydi; bu, Erdoğan ve AK Parti’ye bağlı istikrarın sonuydu, toplumun bazı kesimleri için. Ama Cumhurbaşkanı olması ya da olamaması, toplumda böyle bir dilemma yaratmıyor. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun şansı da burada.
Tayyip Bey, Cumhurbaşkanı olmasa da AK Parti’nin iktidar tekeli devam edecek gibi görünüyor. O yüzden istikrar için tehlike değil. Tam tersine, kontrolsüz ve denetimsiz bir güç arayışı içinde bulunan Erdoğan’ı frenlemek, meşru sınırlar içinde tutmak için bir fırsat. AK Parti’nin yüzde 20-25 civarında kemik bir kitlesi varsa, geri kalanı istikrara oynuyorsa, Cumhurbaşkanlığı için o geriye kalanların tercihinin Tayyip Bey olması için bir neden yok.
Ekmeleddin Bey’i Tunuslu Hayreddin Paşa’ya benzetiyorsunuz. Seçilirse, onun da Hayreddin Paşa gibi bir süre sonra bırakma niyeti ortaya çıkabilir mi?
Ben bu benzetmeyi entelektüel dünyaları için yaptım. Tunuslu Hayreddin Paşa da, Ekmeleddin Bey de, hem İslam dünyasını hem de Batı’yı çok iyi tanıyan entelektüellerdir. Ekmeleddin Bey, tesadüflerin eseri değil. Aristokratik bir aileden geliyor. Kariyeri ve geçmişi çok sağlam. Benim çok önemsediğim Mekke Bildirisi, Ekmeleddin Bey’in eseridir. Şu anda tam da İslam dünyasının ihtiyaç duyduğu şey, o. “Müslüman’ın malı, canı ve namusu, Müslüman’a haramdır” diye özetlenebilecek, İslamiyet’in ana teması üzerine inşa edilmiş bir bildirge.
En son geçen sene Almatı’da bir otelin lobisinde uzun uzun sohbet ettik. Ortadoğu’daki aşiret reislerinin, politikacıların her birini tek tek ve yakından tanıyor. Mesela rüzgârın tersine iki laf söyledi. Birincisi, Esed’siz geçişin mümkün olmadığını söyledi. İkincisi, Mursi’nin devlet başkanlığının, Mısır gerçeklerine uymadığını söyledi. İkisinde de haklı çıktı.
Hükümet de tam bu noktadan vuruyor. “Biz mazlumun yanındayız. O ise değil” diyor.
Ekmeleddin Bey, Mursi’nin karşısında, Sisi’nin yanında yer almadı. Mazlumları korumak için gerçekçi olmanız lazım. Mursi’yi bu kadar pompalayan, pervasız hale getiren bizim hükümetimizdi. O zaman Mısır’da dökülen kanda da vebali var. Bu muhasebeyi, Mısır’daki İhvan Teşkilatı da yapıyor şu sırada. Sonuç alamayacağınız bir hamleyi, siyasette yapamazsınız.
Başta Mursi’nin adaylığına İhvan da karşı çıktı. AK Parti zorladı. “Parlamento seçimlerinde bazı yerlerde aday göstermeyelim, hepsini biz kazanmayalım” diyordu İhvan. Bizim hükümet, “Hayır, her yerde gösterin” diye itiraz edip her yerde aday göstermelerini sağladı. Burada önemli olan haklı çıkmak. Ekmeleddin Bey haklı çıktı.
İhsanoğlu’nun olası bir Cumhurbaşkanlığı, Türkiye’nin Ortadoğu’da kaybettiği itibarı yeniden tesis edebilir mi?
Bir fırsat, bir imkândır. En önemlisi, Ekmeleddin Bey’le Türkiye bir manevra yapabilir. Mevcut hükümetle manevra yapma imkânı yok.
Ahmet Necdet Sezer-AK Parti benzeri bir gerilim yeniden yaşanabilir mi?
Bu daha çok, hepimizin şikâyetçi olduğu, Türkiye’deki ‘kuvvetler ayrılığı’ ile ilgili bir çatışma olabilir. Böyle bir çatışma da Türkiye’nin lehine! Hukukun egemenliğiyle ilgili Ekmeleddin Bey’in atacağı adımların da toplum tarafında destek bulacağını düşünüyorum.
CHP’nin muhafazakârları anlama çabası, yeni bir sekülarizmin inşası için fırsat olabilir mi?
Bunu söylemek, çok daha acil ve zorlu problemlerin yanında çok lüks bir tartışmaya girişmektir. Esas, şiddetin yansımaları ve onun İslamiyet’le bağlantıları ile ilgili tartışmaya girmemiz gerekiyor. “İslam insanların yaşamı hakkında ne diyor” sorusuna eğilmemiz gerekiyor. Küresel ölçekte bir İslami nihilizm dalgası var. İntihar bombacıları gibi, gidip bir yere ne kadar zarar vereceğinizi hesaplıyorsunuz! Bir gelecek endişeniz yok. Küresel ölçekte yayıldı, bu. Işid de böyle bir mesele.
Bir ‘Lümpen Müslümanlar’ dünyası teşekkül etti, küresel ölçekte. Lejyonerler gibi sağdan soldan toplanıp sadece kan döküyorlar. O yüzden, “Cinayet işlemek, insan öldürmek hangi inancın, hangi imanın hangi hükmü olabilir” tartışması, “İslam nasıl bir siyasi düzen öngörüyor” tartışmasından çok daha acil bir mesele.
Selefilik, Türkiye için de bir tehlike mi?
Cihatlı Selefilik, Türkiye sınırları içine giremedi. Ama bizim dışımızdaki İslam dünyasında müthiş bir cazibesi var. Bu tartışmanın bir an önce başlayıp, panzehirlerinin üretilmesi gerekiyor.Tarih kendini tekrarlıyor. 1801’deki Kerbela Baskını’nda Vahhabiler, 5 bin Şii’yi öldürmüştü. Arkasında bedevi aşiretlerin vahşeti vardı. Bugün ‘İslami terörizm’ adı verilen, bir tür vahşet odaklı nihilizm eğiliminin bir an önce durdurulması gerekiyor. Bunu bir Karanlık Çağ başlangıcı olarak görüyorum.
Türkiye, bu Karanlık Çağ’ın önüne geçebilir mi?
Bu Karanlık Çağ’ı önleyecek güç, potansiyel hâlâ sadece Türkiye’de var. Türkiye, Sünni dünyanın uzun süredir ana merkezlerinden birisi. Onların da Sünni dünyadan gelen mesajlara daha açık olduklarını varsayabiliriz. Suudi sermayesi, Körfez emirlikleri desteklese de, artık onları da aştı. Korkunç bir vahşet dalgasının işaretleri görülüyor. Söylendiği gibi IŞİD’de mahfuz olan Irak-Şam Devleti kurulursa, kim bilir kaç yıl daha kan dökmeye devam edilecek.
Onca insanımızın günlerdir IŞİD’in elinde rehin olduğunu düşünürsek, Türkiye’nin söylemini dikkate alırlar mı?
Türkiye’nin hâlâ manevi ve ahlaki bir üstünlüğü var. Suriye iç savaşından beri Türkiye’nin silah desteği yaptığı kesimler dönüştü. Türkiye hâlâ başlangıç noktasında duruyor ama onlar artık terörist! Türkiye bütün bu yaptıklarından geri dönüş yapamıyor. Musul meselesi de böyle görünüyor. Ahlaki olarak bu şiddeti mahkûm edebilecek sadece Türkiye var.
Bu aralar sıklıkla Hayrettin Karaman’ı yazıyorsunuz… Onunla ilgili geliştirdiğiniz ‘parti müftüsü’ kavramını açar mısınız?
Bu hükümetin yaptığı iddia edilen yolsuzluklarda, Hayrettin Karaman’ın iddialarının nirengi noktası olduğunu düşünüyorum. Yolsuzluğu meşrulaştıran fetvalar verdi. Vakıflara devlet ihaleleri üzerinden bağış verilmesi, bir kapıyı araladı. O kapıdan herkes girdi. Hükümet tarafından kullanılan devlet iktidarının, ekonomik iktidarın arkasında Hayrettin Hoca’nın fetvaları var.
Hayrettin Karaman’ı sanırım tanıyorsunuz. Neden böyle bir yönelişin içine girdi?
1960’lı yıllardan beri, Türkiye’deki İslami hareketlerin yaşadığı tecrübelerin merkezinde yer almış bir isim. Çok ezilmiş. İmam-Hatiplere sahip çıkan, din derslerini genişleten bir hükümete bütün ilmi gücüyle destek verme ihtiyacı hissettiğini ama yanlış yaptığını düşünüyorum. Hayrettin Karaman’la hesaplaşmadan, bu hükümetin yanlışlıklarının meşruiyetiyle hesaplaşamayız. Onunla uğraşmamın sebebi, bu. Kendisini severim. Ama fetvalarını yanlış buluyorum.
Türkiye’deki tarikatlar ve cemaatler, neden kendilerini devlete bağlamak isteyecek kadar zayıflar?
Peynir büyük, mesafe kısa. Çok ezilmiş, çok yoksulluk çekmiş İslami camialar, birdenbire, bu hükümetin sunduğu imkânlarla çok büyük bir zenginliğe ve güce kavuştular. Şimdi de zararını görüyorlar. Hayrettin Karaman mantığı bu zararı meşrulaştırdı. Bundan sonra İslami hareketlerin, zümrüd-ü anka kuşu gibi kendi küllerinden doğabilecek kadar uzun bir sürece ihtiyaç duyacaklarını düşünüyorum. Türkiye’nin İslami ve entelektüel birikimi heba edildi.
© Tüm hakları saklıdır.