10 Aralık 2009 02:00
T24 - Dünyada 81 milyon satan 'Da Vinci Şifresi' adlı kitabın yazarı Dan Brown son kitabı 'Kayıp Sembol' ün (The Lost Symbol) Türkiye tanıtımı için İstanbul'a geldi. Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, ünlü yazar ile röportaj yaptı.
Özkök'ün Dan Brown ile yaptığı söyleşi:
DAN Brown’la uzun süredir konuşmak istiyordum.
Aslında Amerika’da evinde, çalıştığı mekanlarda görümeyi arzuluyordum.
Olmadı.
Dün İstanbul’da Swissotel’de buluştuk. Ömür Gedik’le birlikte onunla bir saate yakın sohbet ettik.
Bugüne kadar basın önüne pek çıkmayan bir insandı.
Altın Kitaplar’ın 50’nci kuruluş yıldönümü için İstanbul’a geldi.
Otelin tepesinde geniş bir salonda buluştuk.
Onunla ilgili epey şey okudum.
Bende hep uzak, soğuk, içine kapanık bir insan havası bırakmıştı.
Tam zıddı bir insanla karşılaştık.
Sıcak, hemen temas kuran, açık, rahat konuşan bir insan.
Kendinden emin.
Konuşmadan aldığım izlenim şu.
İstanbul’u yeni romanları için izlemeye almış.
İşte onunla yaptığımız bir saatlik sohbetten kalanlar.
“Da Vinci Şifresi” ve “Kayıp Sembol” kitaplarının sizin için anlamı nedir? Bunlar sıradan birer komplo teorisi mi? Sadece birer roman mı yoksa içlerinde gerçek olan şeyler de var mı?
Ben alternatif tarih yazıyorum. Yazdıklarımın içinde alternatif tarihin araştırılmasıyla gelen pek çok gerçek var. Tarih her zaman kazananlar tarafından yazılmıştır. Bu nedenle öğrendiğimiz tarih her zaman olanları anlatmaz. Bu kitaplar da gerçekten olmuş olabilecekleri yazıyor.
Hangi tarih doğru, sizinki mi kilisenin mi
Bir anlamda da bu Hz. İsa’nın ilk inananları tarafından yazılmış bir tarih. Peki hangisi, onlarınki mi yoksa sizinki mi resmi tarih?
Bu iki tarihin birbirlerine taban tabana zıt olduğunu düşünmüyorum. Onların hikayesi yanlış değil ama bazı gerçekleri dışarıda bırakmış durumda, eksikleri var. Bu iki tarih arasında ayrılıklar olması da bence iyi bir şey çünkü bazı gerçeklerin tartışılmasına olanak sağlıyor. Diyalog yaratmış oluyor.
Bunlardan başarılı bir roman çıkabileceği fikri nereden aklınıza geldi?
Ben çok satma amacıyla yola çıkmadım. İstediğim önce benim ilgimi çeken bir şeyler yazmaktı. Benim ilgimi çekerse başkalarının da ilgisini çekeceğini düşündüm. Kendimin zevkle okuyacağı bir roman yazdım. Okuyucular da benim zevkimi paylaştı.
Romanlarınızdaki tarihi kişilikler nereden geliyor?
Mitlere olan ilgim büyük. Romanlarımdaki kahramanlar da arketipik karakterler. Langdon bir anti kahraman. Aklı dışında süper bir gücü yok. Kötü karakterler ise kötülüğün sembolleri. Onların insancıl özellikleri pek yoktur. Canavarlaşırlar.
Silas albino çünkü temizliğin sembolü
Ya Silas’ı nasıl tanımlarsınız?
Silas yazdığım en sempatik karakter. Onunla birlikte kilisenin ne kadar iyi olabileceğini gösterdim.
Silas neden albino?
Çünkü bu da sembolik. Beyaz saflığın, temizliğin sembolüdür. Sevgiyi bulduğu tek yer kilisedir. Yaptığı her şey karanlık bir şeye döner ki bu ironiktir.
Yazdığınız romanların Hıristiyanlar üzerindeki etkilerini görebiliyorum. Bir Müslüman olarak ben tabii ki romanlarınızın etkisi ve sonuçlarını değerlendirmek konusunda daha rahatım. Bana göre Hıristiyanlığın resmi tarihini değiştirdiniz. Hıristiyanlığın tarihini değiştirdiğinize inanıyor musunuz?
Bilmiyorum. Bana olan pek çok kişiye de oldu. İsa ve Magdalena’yı (Meceryeli Meryem) araştırdığımda öğrendiklerim karşısında benim hissettiklerimi pek çok kişi de hissetti. İsa’nın insancıl yönlerinin algılanması benim gibi pek çok kişiye de daha mantıklı geldi. Pek çok Hıristiyan için pek İsa’nın insani yönlerinin öne çıkması inançlarına ters bir durum teşkil etmiyor.
İsa’nın insanlaşması tabii ki önemli. Ama kesin inançlılar için kabulü zor bir şey değil mi?
Tabii bazı radikaller için roman dine küfür etmek olarak algılandı, eleştirildi. Benim için ise durum farklı. Bana göre İsa’nın bize daha fazla benziyor olması benim dine olan inancımı daha arttırıyor.
Bence Hz. İsa çarmıha gerilmedi
İsa şimdi bana da çok daha sempatik ve insani geliyor. Kilise neden bu kadar çok tepki verdi sizce?
Bunu onlara sormalısınız. Ben de şaşırmıştım buna. Onlara göre Tanrı ve insan arasında kilise var. Benim kitaplarımda ise insan Tanrı’ya daha yakın. Tanrı’ya ulaşmak için kiliseden geçmek zorunda değilsiniz. Bu yolu da tercih edebilirsiniz tabii ama zorunlu değilsiniz. Kiliseyi kullanmak size kalmış. Kilise bundan rahatsız oldu sanırım.
İnançlı bir insan mısınız?
Öğreniyorum diyebilirim. Benim için Hz. İsa’nın var olduğuna inanmak mümkün. Öğretilerinin güçlü olduğuna inanmak ve hayatımı onun öğretilerine göre yönetmek de mümkün. Ama aynı zamanda onun Tanrı’nın oğlu olduğuna inanmıyor olmam da mümkün. Tanrı’nın dünyaya gelip, Meryem Ana’yı hamile bıraktığına ve İsa çarmıha gerildikten sonra göğe yükseldiğinde inanmamak da mümkün.
Sizce İsa gerçekten çarmıha gerildi mi? Gerilmediğine inandığınız söyleniyor. Ama romanınızda bu yok.
Emin değilim ama çarmıha gerilmediğini kanıtlayacak pek çok şey var. Ama ben bunu kullanmanın bir anlamı olmadığını düşündüm. Hikayemde buna yer yoktu. Kitapları yazarken tansiyonu düşürmemek için dışarıda bıraktığım pek çok şeyden biri bu.
Dr Langdon size benziyor mu?
Benden çok daha cesur, zeki ve kesinlikle daha ilginç bir yaşamı var. Ama tabii ki ortak yönlerimiz var. Özellikle de sembollere olan düşkünlüğümüz.
Indiana Jones’u sever misiniz? Kitaplarınızda biraz ondan da var sanki.
İndianı Jones’u kim sevmez. Severim ama o daha çok çizgi roman karakteri gibi. Yine de benzerlikleri var.
Bir yazar olarak Da Vinci Şifresi’nden sonraki psikolojinizi merak ediyorum. O kadar başarılı bir romandan sonra bir başkasını yazmak için oturmak zor olmalı.
Bu başarı tabii ki insana ağır geliyor. Çünkü beklenti doğuyor. Da Vinci Şifresi sırasında Kayıp Sembol üzerinde çalışıyordum. İki üç hafta her şey farklı geldi. Ama sonrasında her şey normale döndü. Şimdi hâlâ saat 04.00’te kalkıyorum. Ve yarattığım karakterler kitapların ne kadar sattığı ya da satacağı ile ilgilenmiyor.
Nasıl çalışıyorsunuz?
Sabahları 04.00’te kalkıyorum. Aklımın hiçbir şeyden bir şeyler ürettiği o rüya sürecinden uyanıp, çalışmaya, yazmaya başlamak çok önemli. Kalktığımda asla e aillerime bakmıyorum, telefon konuşması yapmıyorum, zaten o saatte arayacak kimse de olmuyor. Evimin yanındaki küçük ofise geçip orada kendimi yazmaya veriyorum. Orada internet, faks ya da telefon yok zaten. Sadece bir buzdolabı var.
Yalnız mı çalışıyorsunuz, yoksa bir ekibiniz var mı?
Yalnız çalışıyorum. Bu kitapların nasıl yazılması gerektiğiyle ilgili kesin çizgilerim var. Kendim yapmayı seviyorum.
Daha şimdiden lego dinler dönemi başladı
Üslubunuz harika. Buradaki gazetecilik okullarına akıcı ve heyecan verici olmayı öğretmek için sizin kitaplarınızı ders kitabı olarak okutmalarını önermiştim. Bunu nasıl sağlıyorsunuz? Sizi etkileyen yazarlar var mı?
Evet, sayfayı çevirtmeyi başarmak lazım. Çok roman okuyan biri değilim, çünkü öğrenmeyi severim. Romanlar hayali konulardan bahsettiklerinden çok ilgimi çekmiyorlar. Ama bir gün Sydney Sheldon’ın romanlarından birini okuyordum. Bunun gibi bir şey yapabilirim dedim kendi kendime. Filmler izleyerek büyüdüm. Kısa hikayeleri çok severim. Zaten uzun olunca dikkatim dağılır. Masamda bir kum saatim var. Her saat başı yazmayı bırakır, ufak egzersizler yaparım. Bunlar fizyolojimi canlı tutmak için gereklidir. Kafein ve egzersiz akıcı ve heyecanlı kitaplar yazmamda önemli etkenler.
Robert Langdon’la devam mı?
Evet bir sonraki kitabımda yine o olacak.
Yeni kitabınız da dinlerle mi ilgili olacak?
Din içinde iyilikler ve kötülükler için potansiyel taşıyor. Dünyadaki dinlerin birbirlerini anlamalarının önemli olduğunu düşünüyorum. Kavgalar beni üzüyor. İnsanların kimin Tanrısı daha doğru tartışmaları üzerinden birbirlerini öldürdükleri bir dünyada yaşıyoruz. Amerika’da masonlar var. Müslümanlar’i, Yahudiler’i, Hıristiyanlar’ı bir araya getirip, farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Detayları unutun, Tanrı’yı evrenin büyük mimarı olarak görün diyorlar. Hepimizin tek bir yüce varlığa inandığı bir gerçek. Birleşelim, birlikte ibadet edelim diyorlar.
Fransız düşünür Jacques Attali’nin sonr kitabını okudum. İleride lego dinler olacak diyor. Herkes farklı dinlerden bir parça alacak ve bunlardan kendine ait bir din oluşturacak. Böyle bir inanç futurizmi yapılabilir mi?
Günümüzün dinlerinin lego dinler olduğunu düşünüyorum. Hıristiyanlık başka dinlerden çok şey almıştır. İslam da öyle. Önceki dinlerden ve eski mitlerden alıntılar vardır içinde. Hıristıyanlıkta Tanrı’nın uzun sakallı gösterilmesinin bir nedeni vardır. Zeus da öyledir çünkü.
Kayıp Sembol'deki Türk hapishanesi
Da Vinci Şifresi’nin olağanüstü başarısından sonra hayatınız nasıl oldu?
Yazar olarak hayatım değişmedi. Ama özel hayatım artık daha az özel. Utangaç değilimdir ama özel hayatımı kendime saklamayı severim. Sırlarım bana kalmalı. Da Vinci Şifresi’nden sonra insanlar hayatımı daha çok merak eder oldular. Bu da benim için bir mücadele.
Ben sizin utangaç, içe dönük ve yalnız olduğunuzu düşünüyorudm. Ama şu anda konuştuğum kişi çok farklı. Hangisi sizsiniz? İçinizde iki farklı kişilik olduğunu düşünüyor musunuz?
Yazan kişi içe dönük biri. Ama diğer yanım dünyayı araştırmak ve insanlarla konuşmayı gerektiriyor. Bu da içe dönük olmaması gereken yanım.
Masonlardan nasıl tepkiler aldınız?
Kötü adamlar olarak gösterilmedikleri için memnunlar. Ama olmayanları da var.
İstanbul ilginizi çekiyor mu?
Bunun için buradayım. Öğrenecek çok şey var.
Kitabınızdaki bir paragraf Türkiye’de bir cezaevinden söz ediyor? Bu detay nereden aklınıza geldi?
Bu romanda önceden gidip görmediğim tek yer.
Midnight Express filminin bilinçaltınızda bıraktığı bir iz olmasın? O filmi seyrettiniz mi?
Evet ama benimkinin onunla bir alakası yok. Cezaevleri değişimin olduğu yerler. Bir tünel gibi. Oradan çıkınca farklı bir insan oluyorsunuz. Kitabım da bununla ilgili. Karakterim de orada bir değişim geçiriyor.
Çok merak ettiği bir şey var. Da Vinci Şifresi romanında “İsa’nın Son Yemeği” tablosunun çok özel bir yeri var. O tabloya biz de baktık ama aynı şeyi görmedik. Orada İsa’nın yanında oturan kişinin bir kadın olduğuna gerçekten inanıyor musunuz?
Kesinlikle. Dün akşam Milano’da o tablonun bulunduğu yerdeydim. Bir ara tek başıma kaldım. Bütün bunları düşündüm. Evet orada yazdıklarımın doğru olduğuna inandım. Bu tabloyu kendime çok yakın hissediyorum. Bunun romana açılan kapı olduğunu düşünüyorum.
İyi çocuklar böyle sorular sormaz
Bilim ve din arasında büyük bir savaş var. Sizce hangisi kazanacak?
Dinine bağlı bir aileden geliyorum. Kilise korosunda söyledim. Bir gün rahiple sohbette ona kimisi Big Bang’i savunuyor, kimisi ise ‘dünya bir günde şöyle yaratıldı’ diyor, hangisi doğru diye sordum. Rahip “iyi çocuklar böyle sorular sormazlar” dedi. O gün dinin saçma olduğunu düşünüp bilime yöneldim. Sorularıma tam cevap alamadım ve dönüp dolaşıp yine dine geldim. Din ve bilim aynı sorular etrafında dolaşıyor. Ve bence ortak bir noktada birleşiyorlar. Bunların ikisinin arasında bir köprü oluşmak üzere. Kayıp Sembol ya da Tanrı insan gibiyse ne olur, bunun cevabını arıyor.
İslam’ı da yazmayı isterdim
Hıristiyanlar, Museviler ve Masonlarla ilgili yazdınız. İslam’ı yazmayı hiç düşünmediniz mi?
Yazmayı çok isterdim ama şu anda henüz yeterli bilgiye sahip değilim. Kendimi eğitmem lazım.
İki ay önce Mekke’deydim. Kabe’yi tavaf ederken sizi düşündüm.Orada olsanız müthiş bir araştırma yapabileceğinize inandım.
Dinlerin üzücü ortak özelliği kısıtlayıcı ve yasaklayıcı olmaları. Ama bu her din için geçerli. Bu benim, sen bunun bir parçası olmazsın deniyor.
Romanlarınızda kullandığınız yerlere geçelim. Romanlarınızı okuduktan sonra Paris’i gezdim. Daha önce görmediğim sembolleri gördüm orada. Siz bunları nasıl keşfettiniz?
Semboller hep dikkatimi çekmiştir. Paris’i biliyorsunuzdur ama romanlarımı okuyunca Paris’i bilmiyormuşum diyebilirsiniz
© Tüm hakları saklıdır.