Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, darbe girişimi sırasında cuntacı askerler tarafından rehin alınan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile ilgili olarak "MİT Müsteşarı’na yönelik komplo ihbarından sonra yapması gereken her şeyi doğru yapmadığı için eleştiriyorum. Ama doğrusunu isterseniz, hakkını da vermem gerek" dedi.
"Gözü dönmüş bir çete tarafından resmen esir alındı, en yakınındaki subay kafasına silah dayadı. Elleri bağlandı, nasıl çıkacağını bilemeyeceği Akıncı üssüne götürüldü" ifadesini kullanan Yılmaz, sözlerine şöyle devam etti:
"Bütün bu süre zarfında en küçük bir zaaf belirtisi göstermediği hem darbecilerin ifadelerinden hem de kendi sözlerinden anlaşılıyor. Bu kolay bir şey değil, herkesin başarabileceği bir iş de değil. İyi yetişmiş, ülkesine bağlı bir askerin yapabileceği bir şey. Çünkü orada söz konusu olan canıydı ve sıra can konusuna gelince herkesinkinin tatlı olduğunu da söylemek gerek. Darbecilere, ölüm tehdidinin varlığına rağmen direnmesi, teslim olmaması takdir edilmesi ve hakkı verilmesi gereken bir durum."
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Gerekeni tam olarak yapmadılar" başlığıyla yayımlanan (1 Haziran 2017) yazısı şöyle:
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın, TBMM Araştırma Komisyonu’nun sorularına verdiği yazılı yanıt, taslak rapor yayınlandıktan sonra komisyona ulaştı.
Neden bu kadar beklendi, neden yazılı yanıt verildi de kafalardaki soruları yanıtlamaya daha kolay olanak verecek komisyon “dinlemesine” katılmadı, bunlar ayrı sorular.
Normal olanı, Meclis’e gidip, milletvekillerinin sorularını yanıtlamaktı. Demokratik bir ülkede olması gerektiği gibi!
Genelkurmay Başkanı, MİT’ten gelen ihbarın bir darbe girişimi ihbarı olmadığını, MİT Müsteşarı’na yönelik komplonun ise daha büyük bir planın parçası olduğunu değerlendirdiğini söylüyor.
Bir ülkenin bir grup askerinin, ülkenin istihbarat kurumunun başındaki kişiyi kaçırmak, rehin almak gibi bir eylem içinde olmasının “daha büyük bir planın parçası” olarak değerlendirilmesinde bir sorun yok.
Ama bu bir darbe girişiminden başka neye işaret ediyor olabilirdi?
Bütün kuvvet komutanları niye uyarılmadı?
Subayların ve astsubayların mesai bitiminde kışlalarından çıkıp gitmelerine ve ortalığı darbecilere bırakmalarına neden müsaade edildi?
Bu emir verilmiş olsaydı, kanunlara ve mesleğine bağlı subaylar, kalkışmayı kışlanın içindeyken bastıramazlar mıydı?
Her kışlada değilse bile birçok birlikte, bu girişim yerinde bastırılabilirdi.
MİT Müsteşarı’nın, ihbarın alınması ve Genelkurmay Başkanı ile değerlendirilmesinden sonraki hareketleri de yanlış ve eksik.
Bu ihbar, “daha büyük bir planın parçası” olarak değerlendirildiğine göre, durumdan acil olarak Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın, Emniyet Genel Müdürü’nün haberdar edilmesi normal olanı değil miydi?
Müsteşar, Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürü’yle konuştuğunda, neden böyle bir olasılıktan söz edip, Cumhurbaşkanı’nın acilen uyarılmasını, bulunduğu yerin hızla değiştirilmesini, güvenli bir yere götürülmesini önermedi?
Helikopterleri, ağır silahları olan askerlerin karşısında, koruma müdürünün elindeki olanakların yeterli olabileceğini nasıl düşünebildi?
Bütün bunlar değerlendirmenin yetersiz ve hatalı yapıldığını gösteriyor.
Hakkını da vermek gerek
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı, MİT Müsteşarı’na yönelik komplo ihbarından sonra yapması gereken her şeyi doğru yapmadığı için eleştiriyorum.
Ama doğrusunu isterseniz, hakkını da vermem gerek.
Gözü dönmüş bir çete tarafından resmen esir alındı, en yakınındaki subay kafasına silah dayadı.
Elleri bağlandı, nasıl çıkacağını bilemeyeceği Akıncı üssüne götürüldü.
Bütün bu süre zarfında en küçük bir zaaf belirtisi göstermediği hem darbecilerin ifadelerinden hem de kendi sözlerinden anlaşılıyor.
Bu kolay bir şey değil, herkesin başarabileceği bir
iş de değil.
İyi yetişmiş, ülkesine bağlı bir askerin yapabileceği bir şey.
Çünkü orada söz konusu olan canıydı ve sıra can konusuna gelince herkesinkinin tatlı olduğunu da söylemek gerek.
Darbecilere, ölüm tehdidinin varlığına rağmen direnmesi, teslim olmaması takdir edilmesi ve hakkı verilmesi gereken bir durum.
Bir an için zaaf gösterip darbecilerin suyuna gitmeyi seçmiş olsaydı, bugün bambaşka bir ülkede yaşıyor da olabilirdik.
Elbette Orgeneral Akar’dan başka direnen komutanlar, subaylar da oldu. Şehitler verildi.
Bu felaketi def edebildiysek onların sayesinde oldu. Şükran da duymamız gerekiyor.