Politika

Hükümet Sözcüsü: Referandum sonucu ne olursa olsun siyasi istikrar artacak

"Geçiş sürecinde Meclis'i güçlendirecek değişiklikler gündeme gelebilir"

01 Şubat 2017 09:15

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Prof. Numan Kurtulmuş, anayasa değişikliği referandumuyla ilgili olarak "Sonuç ne olursa olsun bu referandum süreci Türkiye’de siyasi istikrarı artıracak. Demokrasimiz daha da olgunlaşacak" dedi.

Anayasa teklifine göre cumhurbaşkanın partisiyle ilişiğini kesmemesine ilişkin getirilen eleştirilere de değinen Kurtulmuş, "Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte ciddi bir yönetim sistemi değişik­liği olacak. Sistemin tam manasıyla otur­ması uzun süre alacak. Temel yasalarda bazı değişiklikler gündeme gelebilir. Meclis’i güç­lendirecek mekanizmalar kurulabilir" dedi. 

Numan Kurtulmuş'un Habertürk'ten Kübra Par'a verdiği söyleşi şöyle:

Ekonomiyle başlayalım... S&P’nin ardından Fitch de Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir seviyenin altına düşürdü. Türkiye için sıkıntılı bir sürece girildiğini söyleyebilir miyiz?

Derecelendirme kuruluşlarının ver­diği notları tabii ki dikkate alacağız ama nasıl ki notlarımızı yükselttikleri zaman her şey güllük gülistanlık anla­mına gelmiyorsa, düşürdükleri zaman da “Eyvah, yandık bittik” diye düşün­memeliyiz. Bu kuruluşlar zaman zaman sübjektif kararlar da veriyor. Mühim olan ekonominin kendi gücüdür. Tür­kiye ekonomisi bütün dalgalanmalara rağmen makro dengeler açısından sağ­lam bir ekonomidir. Problem olsaydı derecelendirme kuruluşlarının verdiği notlar ve dövizdeki dalgalanmalar olumsuz etkilerdi.

Şu anda olumsuz etki­lemiyor mu?

Bunlar dönemsel geliş­melerdir. Türkiye eko­nomisini derinden etkilemeyeceği kanaatin­deyim. Dönemsel etkiler geçtikten sonra Türkiye bu süreci olumlu bir şekilde atla­tacaktır.

Fitch, en önemli gerekçe olarak Türkiye’deki politik risk ve belirsizliği gösterdi. Başkanlık tartışmaları eko­nomiyi kötü etkiliyor olabilir mi?

Olamaz. Bölge ülkeleri arasında siyasi ve ekonomik istikrarı olan yegâne ülke Türkiye. Bu tartışma­nın başkanlık seçimiyle ilgisi yok. Baş­kanlık sistemi Türkiye’nin yapısını ve rejimini değiştirecek bir Anayasa deği­şikliği değil; hükümet modelinde deği­şimi öngören bir tasarıdır. Parlamenter sistem ya da başkanlık sistemi arasın­daki tercihi milletimiz yapacak. Bu süreç son derece şeffaf ve demokra­tik olgunluk içinde yürütülecek. Sonuç ne olursa olsun bu referandum süreci Türkiye’de siyasi istikrarı artıracak. Demokrasimiz daha da olgunlaşacak.

Sonuç “Hayır” çıkarsa da siyasi istikrar artar diyorsunuz yani?

Milletin kararına saygı duymalıyız. Herkesin kampanyasını istediği gibi şeffaf, açık ve çok taraflı yürütebil­mesi bile Türkiye demokrasisine katkı sağlayacaktır.

Böyle diyorsunuz ama “Hayır” kampanyasının özgürce yürütülemeyeceği kaygısını taşı­yanlar var. Geçen hafta Kadıköy vapurunda bir grup genç “Hayır” şarkısı söylediği için “Cumhurbaş­kanı’na hakaret” gerekçesiyle gözal­tına alınmak istendi. Sedat Peker “Hayırcılar sokağa çıkarsa sokakta bekleyeceğiz” gibi tehditkâr sözler etti. Tüm bunları hükümet olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zor ve kritik bir bölgede yaşıyoruz. Türkiye; Libya, Suriye ve Irak olma­dıysa sandığın her zaman ortada olması sayesindedir. 1960 dar­besini, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı yaşadık. Bütün bu olağanüstü dönem­lerden sonra bile millet sandıkta kendi görü­şünü açıkça ortaya koya­bildi. Hükümeti kendi oylarıyla değiştirebildi. Allah’tan sandık var ve ortada duruyor. Bunu gözü­müzün nuru gibi korumalıyız. “Evet” diyen de olacak “Hayır” diyen de... Her­kes argümanını ortaya koyacak. Önemli olan kamplaşma içine girmeden, birbi­rini ötekileştirmeden olgunluk içinde ifade etmeleri...

“Şu anda olağanüstü hal ilan edilmiş durumda, yazarlar, gazeteci­ler, muhalif sesler tutuklanıyor. Bu dönemde ‘Hayır’ diyenler rahatça çıkıp kampanya yürütemezler” kaygısı taşıyanlar var ama...

Parlamentoda muhalif milletvekilleri çok açık ve hatta zaman zaman eleştiri sınırlarını aşacak şekilde görüşlerini dile getirdiler. “Evet” ve “Hayır” diyenlerin açık şekilde konuşabildiği bir süreç oldu. Hiç merak etmeyin, kampanya süresinde de aynı şey olacak. Herkes görüşlerini açıkça ifade edebilecek.

"Devlet memurlarına siyaset yasağı anlamsız"

Bazı üniversite rektörleri “Evet” kampanyasına katıldı. Kamu hizmetindekilerin bu kampanyalara katılması doğru mu?

Uzun yıllar akademisyenlik yapmış biri olarak söylüyorum, Türkiye’de devlet memurlarının siyaset yapma yasağı anlamsızdır. İşçilerin ya da serbest çalışanların siyaset yapıp, devlet memurlarının yapamaması manasızdır. Mühim olan insanların kendi görüşlerini korkusuzca, karşı tarafa hakaret etmeden, ötekileştirmeden söyleyecek cesarete ve olgunluğa sahip olmasıdır. Sporcular, sanatçılar, üniversite hocaları ne söylemek isterse söylesin.

"7 Şubat'tan itibaren sahaya çıkarız"

Peki bu değişiklik daha sakin bir dönemde konuşulsa daha iyi olmaz mıydı?

Zamanlamanın doğru olduğunu düşünüyo­rum. 15 Temmuz’da mücadele etmiş bir mil­let olarak bundan sonra daha etkin bir yönetim modeline kavuşmak için anayasa referandu­muna gidiyoruz. Referandumda “Evet” denilirse hem istikrarın hem de güvenliğin ciddi şekilde artacağını görüyoruz.

“Evet çıkarsa terör son bulur” sözleri­niz tartışma yarattı. Şu anki sistemde de AK Parti hükümeti tek başına iktidarda ve Cum­hurbaşkanlığı makamında Tayyip Erdoğan var. “Evet” çıksa da yine aynı ekip olacak. Ne değişecek de terör saldırıları azalacak?

Bir beka sorunuyla karşı karşıyayız. Suruç’tan bu yana DEAŞ ve PKK saldırılarına karşı savaşı­yoruz. 15 Temmuz’dan bu yana da devleti tes­lim almaya çalışan bir çeteye karşı topyekûn mücadele veriyoruz. Terörle mücadeleye şart­lar ne olursa olsun devam edeceğiz ama “Evet” çıkması milletimizin de terörle mücadeleye ver­miş olduğu desteğin açık şekilde ortaya çıkması anlamına gelecek.

Ama bu hükümet icraatlarının değerlen­dirileceği bir genel seçim değil; parlamen­ter sistemden başkanlığa geçişi tartışıyoruz. Halkın başkanlık sistemine verdiği destekle terörle mücadeleye verdiği destek arasında nasıl bir ilişki var?

Referandumdan “Evet” çıkarsa yürütme çift başlılıktan kurtulacak. Terörle mücadelede çok daha etkin karar alma mekanizmaları ortaya çıkacak. “Önceden terörle mücadelede zayıftık, ‘Evet’ çıkarsa güçleneceğiz” demiyorum ama “Evet” çıkması milletimizin hükümetin verdiği kararlara destek olduğu anlamına gelecek.

Referandum tarihi belli oldu mu?

Cumhurbaşkanı’mızın onaylamasıyla ortaya çıkacak. Muhtemelen nisan ayının ilk yarısına denk gelir.

Kampanyaya ne zaman başlayacaksınız?

Parlamentodaki süreç bittiğinde kampanya fii­len başlamış oldu. Şubat ayının 7’sinden itibaren partiler, siyasi figürler sahaya çıkar. Toplantılar, mitingler yapılır. Keyifli ve demokratik bir kam­panya olmasını diliyorum. Bütün milletimiz pro­vokatörlere dikkat etmeli. “Evet” ve “Hayır” diyen grupları birbirine düşürmek isteyenler olabilir.

"MHP ise daha çok güvenlik ve terörle mücadele ile ilgili sloganlar hazırlayacaktır"

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaklaşık 40 miting yapacağını duyduk. AK Parti’nin farklı bir stratejisi olacak mı? Sloganları­nızı belirlediniz mi?

Bunların üzerinde çalışılıyor. Büyük ihtimalle ekonomik ve siyasi istikrar, daha etkin bir yönetim modeli, daha hızlı karar ala­bilen bir yürütme, yürütmeyi çift başlılıktan kur­tarma ve güven­lik gibi konular kampanyanın ana başlıkları ola­caktır. Partinin çalışmaları ve Cum­hurbaşkanı’mızın faa­liyetleri eşgüdümlü olacak.

AK Parti tabanında da ikna olmayan bir kesim olduğu düşü­nülüyor. Onlara vereceğiniz özel mesajlar olacak mı?

Anayasa değişiklik teklifi kamuo­yunda yeterince tartışılmadı. Anket­lerden gördüğümüz kadarıyla kararsız seçmenler var. Bütün par­tilerin tabanında da kararsız seç­menler var. AK Parti seçmenini en iyi mobilize eden partidir. Ne getire­ceğini, hangi eksiklikleri gidereceği­mizi çok iyi anlatacağız. Kampanya yapıldıkça kararsızların süratle “Evet” diyeceklerine inanıyorum.

Son anketlerde durum nedir?

Hayatım boyunca seçim kam­panyasında net rakam verme­dim ama bu kampanyadan rahat bir şekilde “Evet” çıkacağını düşü­nüyorum. Herkesin gerekçelerini dinleyip, ona göre stratejiler gelişti­receğiz.

Anayasa değişik­lik önerisini MHP ile ortak hazırladınız ama ayrı kampa­yalar yürütecek­siniz. Neden?

MHP ve AK Parti siyasi önce­likleri farklı iki par­tidir. Çoğu müşterek olan tezlerle sahada “Evet” diyeceğiz. İki par­tinin de kendi önceliklerine göre kampanyalarını sürdürmeleri en doğrusudur.

MHP ve AK Parti kampanya­ları arasında fark ne olur?

Söylem anlamında çok büyük fark olacağını düşünmüyorum. Biz ekonomik ve siyasi istikrar üze­rinde duracağız. MHP ise daha çok güvenlik ve terörle mücadele ile ilgili sloganlar hazırlayacaktır.

Saadet Partisi “Hayır” diye­ceğini açıkladı. Eski partinizin bu tavrını nasıl karşılıyorsunuz?

Her parti kendi bileceği şekilde karar verir. Kendi kararlarıdır. Söyle­yeceğim bir şey yok.

"Geçiş sürecinde Meclis'i güçlendirecek değişiklikler gündeme gelebilir"

Önerdiğiniz modelle ilgili en çok dile getirilen endişe ”Otoriter bir tek adam yönetimine neden olur mu?” sorusu...

Hayır, bu model böyle bir şeye geçit ver­mez. 1982 Anayasası’nda Cumhurbaşkanı makamı çok yüksek yetkilere sahip. Vatana ihanet suçu dışında hesaba çekilmesi müm­kün değil. Buna karşılık, Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun da yüksek yetkileri var ama son derece de ağır sorumlulukları var. Bu sistem değişikliğindeki esas hedef yürüt­menin tek elde toplanması ve Cumhur­başkanı’na sorumluluk yüklenmesidir. Bu paketle tek adamlığın önüne geçilmiş olu­yor. Parlamento gerekli çoğunluğu bulduğu zaman Cumhurbaşkanı’ndan hesap sorabilir.

Ama Cumhurbaşkanı seçilecek kişi­nin Yüce Divan’da yargılanabilmesi için 600 milletvekilinden 400’ünün oyu gere­kecek. Meclis çoğunluğunu başkanın partisi belirleyecek. Kendi başkanlarını nasıl Yüce Divan’a sevk edecekler?

Milletvekillerinin büyük çoğunluğunu rahatsız eden bir uygulama ortaya çıktığında gerektiğinde bu çoğunluk bulunur. Burada asıl olan parlamentonun eline Cumhurbaş­kanı’nı yargılama yetkisinin verilmesidir. Bu devrim niteliğinde bir değişikliktir, demokra­siyi güçlendirir. Ayrıca bu Türkiye için ‘dar­besavar’ bir tedbirdir. Kapalı kapılar ardında pazarlık yapan unsurların işini bitirmiş olu­yorsunuz. Millet adına karar verecek yegâne mekanizma parlamentodur. Cumhurbaşka­nı’nın kurmuş olduğu hükümet bir yanlışlık yaparsa parlamento bunu denetleyebilir.

Ama bu sistem Cumhurbaşkanı’nın partisinin genel başkanı olmasına olanak tanıyor. Kendi belirlediği milletvekilleri onu nasıl denetleyecek?

Bu endişelere saygı duyuyorum ama Tür­kiye tüm bunları aşabilecek olgunluğa sahip­tir. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte ciddi bir yönetim sistemi değişik­liği olacak. Sistemin tam manasıyla otur­ması uzun süre alacak. Temel yasalarda bazı değişiklikler gündeme gelebilir. Meclis’i güç­lendirecek mekanizmalar kurulabilir. Geçiş sürecinin birkaç sene süreceğini düşünü­yorum. İnşallah çok sağlam bir yapı olacak. Türkiye’nin böyle bir birikimi ve kabiliyeti var.

“'Cumhurbaşkanı'nın kafasına esti, Meclis'i seçime götürecek' diye bir şey yok"

“Yeni sistemde milletvekilleri gücünü kaybedecek, bütçe tek bir adamın eline verilecek” eleştirisine ne diyorsunuz?

Bu da yanlış anlaşılan konulardan biri. Türkiye’de geçmiş parlamento tecrübelerine baktığımız zaman, en keyifli tartışmaların olduğu yer plan-bütçe tartışmalarıdır. Açıkçası bende bu tartışmalara katıldığımda demokrasinin nasıl işlediğini gördüğümü söyleyebilirim. Fakat o tartışmalar sonucunda şimdiye kadar bütçelerdeki toplam değişimin %1 bile olmadığını gördük. Parlamento çoğunluğuna sahip olan bütçeyi de rahatlıkla geçiriyor. Yeni sistemde de bütçe konusunda şu anda var olan sistemden bir sapmanın olmayacağını ve TBMM’de aynı tartışmaların devam edeceğini düşünüyorum.

Seçimle gelmeyen başkan yardımcıları ve bakanların geniş yetkilerle donatılacak olması da eleştiriliyor. ABD modelinde başkan yardımcısı seçimle geliyor, bakanlar ise senato denetiminden geçiyor. Bizdeki modelde sadece başkanın istemesiyle belirlenmesi ne kadar doğru olacak?

Parlamenter sistemde de böyle uygulanıyor. 15 yıllık AK Parti hükümetlerinde sayın Davutoğlu, Efkan Ala ve bendeniz dışarıdan atanan bakanlardık. Seçim hükümetinde de çok sayıda arkadaşımız dışarıdan bakan olarak atandı. Dolayısıyla mevcut sisteme çok da aykırı bir şey olmayacak.

Bazı belirsiz detaylar var. Mesela başkan yardımcıları arasında hiyerarşik bir ilişki olacak mı? Başkanın yokluğunda hangisi vekâlet edecek? Kaç başkan yardımcısı olacak?

Bunlar, başkan seçildikten sonra belli olacak. Zaten kanun hükmünde kararname yetkileri bunun için veriliyor. Bakanlıkların sayısının azaltılması ya da arttırılması gibi düzenlemeler idari düzenlemeler olarak yapılacak.

En çok tartışılan konulardan biri de Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i seçime götürmesi yani fesih yetkisi... Burada karşılıklı bir sistem getirmişsiniz ama Meclis’in seçim kararı alabilmesi için 5’te 3 çoğunluk yakalaması lazım. Oysa Cumhurbaşkanı canının istediği her zaman Meclis’i feshedebilecek gibi görünüyor. Neden böyle?

Bakın, şu anda bir yöneticilik oyunu oynanmıyor. Türkiye’nin ciddi ve büyük bir devlet birikimi var. Türkiye, konuştuğumuz kurumlarla ilgili ciddi tecrübeye sahip olan bir devlet. “Cumhurbaşkanı’nın kafasına esti, Meclis’i seçime götürecek” diye bir şey yok. Geçmişte Türk siyasi hayatında öyle şartlar oluşmuştur ki, Cumhurbaşkanı ayrı, Başbakan ayrı telden çalmıştır. Rahmetli Menderes ile Bayar, Ecevit ile Ahmet Necdet Sezer ya da Demirel ile Özal arasındaki ilişkiyi hatırlayınız. Karşılıklı seçime gitme yetkisi krizleri ortadan kaldırmak için tedbir olarak kurulmuş bir mekanizma. Cumhurbaşkanı Meclis’i tatile götürecekse kendi Cumhurbaşkanlığını da sonlandırıyor. Diyelim Meclis’le arasında ciddi farklılıklar oluşmaya başlamış, Türkiye karar alamıyor. Bu durumda, “Seni seçime götürüyorum ama ben de başkanlığı bırakıyorum” demesi gerek. Bu kolay söylenebilecek bir şey değil. Dolayısıyla bu kriz savar bir mekanizmadır.

Ama CHP’nin bu konuda bir şüphesi var. “Eğer Meclis başkanın 2. döneminde seçim kararı alırsa başkan, 3. bir dönem daha seçilebiliyor. Burada bir oyun var” diyorlar. Sistem buna müsait mi?

Rahat olsunlar. Bu ülkede öyle bir millet var ki… Derin bir basireti ve feraseti var. Bu tür siyasi oyunlara girenlere, cevabı sandıkta veriyor.

Ya yargının siyasallaşacağı eleştirisi? HSYK üye seçiminde Meclis’te ilk iki turda nitelikli çoğunluk aranıyor. Seçilemezse en çok oyu alan 2 kişi arasında kura çekiliyor. CHP, “AK Parti’nin karma komisyonunda 30 üyesi var. Son turda en çok oy alacak iki adayı istediği gibi belirleyebilir ve yedi adayın yedisini de bu şekilde seçtirebilir” diyor.

CHP’li arkadaşların en büyük yanılgısı mevcut durumu veri olarak kabul etmeleri.

Ama HSYK üyeleri 2019 beklenmeden, hemen seçilmeyecek mi?

Burada asıl önemli olan HSYK seçiminde TBMM’nin devrede olmasıdır. Nihayetinde TBMM’nin ayrı bir şahsiyeti var. Meseleye sadece milletvekili sayısı üzerinden bakmamak lazım. Milletvekilleri önüne gelen oylamada karar verecek. Ben bir problem olacağını düşünmüyorum.

"Dış politikada yeni bir döneme girdik"

Rusya ile arayı düzelt­tik, İran ile ilişki­leri ısıttık, Irak’la da bir görüşme oldu. Türkiye dış politikada yeni bir döneme girdi diyebilir miyiz?

Evet, diyebili­riz. Tek başına bir tek devletin Orta­doğu’daki den­geleri kurmasının imkân ve ihtimali yoktur. Bölgede uluslararası camianın müşterek hareket etmesini sağla­yacak adımlar atılmalı. Türkiye Suriye’de yeni bir barış perspektifinin ortaya konulması için, tabiri caizse makas değiştirdi. Kopmuş olan Türkiye ve Irak ilişkileri yeniden kurulmaya başlandı. Irak hükümetiyle sahada yine görüş ayrılıklarımız olabilir ama ortak menfaatleri­mizin olduğu aşikârdır. Rusya’yla uçak krizi az buz bir kriz değildi. Her iki devlet de kendi milli menfaatleri çerçevesinde devlet aklıyla hareket etti ve ilişkiler belli bir noktaya geldi. Bu, yeni ve önemli bir dönemdir. Dünya barı­şının anahtarı Ortadoğu barışıdır. Ortadoğu barışının sağlanması için herkesin samimi olması gereken husus teröre karşı ortak mücadeledir. Küresel terör ve küresel göç krizi büyük bir tehdit halindedir. Bütün ülkele­rin silahlı örgütlere karşı amasız, fakatsız karşı durması ve ortak bir cephe olması lazım.

"ABD’de yeni yönetimin Türkiye'nin tezlerine yakın hareket edeceğini düşünüyorum"

Yeni dönemde ABD ile ilişkilerin nasıl olacağına dair öngörünüz var mı?

Amerikan siyaseti bakımından yeni bir dönem olacağı anlaşılıyor. Bence, Trump’ın başkan seçildikten sonra söylediği en önemli cümle “Amerika’yı Amerikan halkının yönetimine açıyoruz” demesidir. Bu aslında etkin oligarşik çevrelere karşı bir mücadele içerisinde olacağının ilanıdır. Bunu ne kadar başaracağını önümüzdeki altı ay içerisinde göreceğiz. Bir başka önemli kararı da, Amerika’nın Ortadoğu politikalarında atacağı adımlardır. Gördüğümüz kadarıyla burada da yeni bir döneme girilecek. Özellikle Ortadoğu’daki askeri varlığını mümkün olduğu kadar azaltarak, Uzak Doğu’ya doğru bir yöneliş içerisine girecek. İki pratik noktada Türkiye ile ilişkilerinin nasıl  şekilleneceğini göreceğiz. Birincisi, FETÖ’nün Türkiye’ye iade edilip edilmemesi konusu. Bunun bir hukuki süreç olduğunu ve vakit alabileceğini ama bizim esas meselemizin hukuki süreç değil Amerikan yönetiminin niyetini görmek olduğunu söylüyoruz. Burada bir tavır değişikliğini bekliyoruz ve ümit ediyoruz. İkinci mesele ise PYD’dir. Suriye’deki barış sürecinin içindeki en önemli unsurlardan birisi Türkiye-PYD meselesidir. Biz Türkiye olarak açıkça, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt kardeşlerimizin varlığından asla rahatsız olmadığımızı ama orada bir örgüt devletinin kurulmasını asla kabul edemeyeceğimizi söylüyoruz. Burada da ben Amerikalıların bir tercih ile karşı karşıya kaldıklarını görüyorum. Ya üç beş bin kişiden ibaret PYD ile işbirliği yapacaklar, ya da 80 milyonluk bir Türkiye ile işbirliği yapacaklar. Yeni yönetimin her iki alanda da Türkiye’nin tezlerine yakın hareket edeceğini düşünüyorum.

Trump geçen günlerde Suriye’de güvenli bölgeye destek verdiğini açıkladı ama Türk Dışişleri buna karşı gayet temkinli bir açıklama yaptı. Nasıl bir plan var akıllarında? Türkiye’nin beklentisi nedir?

Detayını bilmediğimizden yorum yapmak için daha erken. Ama güvenli bölge keşke Türkiye istediği zaman yapılsaydı. 13 milyon Suriyeli yurdundan ayrıldı. Bunların yaklaşık 7 milyonu ülke dışına gitti. Uluslararası göçmen krizinin bu kadar büyük bir sorun haline gelmesini önlemek için keşke vakti zamanında güvenli bölge yapılabilseydi. Şu an Amerika’nın güvenli bölgeden kastı ne, onu bilmemiz lazım. Bundan sonra esas mesele, Astana’da başlayan sürecin başarıyla sonuçlandırılmasıdır.