Yaşam

Hükümet kıyı işgali ayıbını sürdürecek mi, düzeltecek mi?

'İstanbul (Prens) Adaları'nda müthiş bir ayıp edilmekte, günah işlenmekte, kendimizi kötü tanıtmak için bizzat çaba harcamış bulunuyoruz sanki...'

22 Ocak 2013 19:56

 

Kürşat Doğuhan [email protected]

TBMM Dilekçe Komisyonu, devletin tasarrufu altındaki kıyılarda halkın kullanımına sınır koyması ile ilgili hazırladığı Rapor’da değişik bakanlıklardan değişik taleplerde bulunulduğunu Neşe Karanfil’in Radikal’deki 21 Ocak 2013 tarihli nüshasındaki Kıyıları Açın Raporu haberinden öğreniyoruz.

Ankara mahreçli bu habere göre “İçişleri Bakanlığı’ndan Gerçek ve tüzel kişilerin haksız işgallerinin yerinden yönetim birimlerince sona erdirilmesi isteniyor. Ayrıca denetim görevini yapmayan belediye başkanları ile mülki idari amirleri hakkında yaptırım uygulanmasının söz konusu olmasını…

Maliye Bakanlığı’ndan ise Ecri misil’in haksız işgalleri meşru kılıcı bir yöntem olmaktan çıkartmasını, kıyılarda oluşan mülkiyetin kamulaştırma yoluyla ivedi bir şekilde çözümü isteniyor.

Kültür-Turizm Bakanlığı’ndan ise Turizm işletmelerinin halkın kıyılarından yararlanmasına engel olan özel güvenlik görevlileri ve işaretleriyle ilgili tedbir alınması adeta hayati bir durum arz ettiği belirtiliyor. Maliye Bakanı Şimşek’in cevabında, mevzuat hatırlatılıyor, protokol yapılan/yapılmayan sahiller sıralanıyor; 2012 Mart kararıyla Karadeniz’in 15 ilinde kıyıların kiralanmasının belediyelere bırakıldığını öğreniyoruz. Maliye Bakanı’na göre bir kısmı sahilde bir kısmı deniz yönünde, üzerinde şahıslara ait tesis bulunan Hazine taşınmazları için de ‘buralarda yapılaşmaya izin verilmediği ancak mevcut olanlarla ilgili sorunun çözümü amacıyla kiralama yapılacağını” söylediğini öğreniyoruz.

 

Kıyı işgalleri, İstanbul Adalar ilçesinde merkezi otoritenin ayıbı

 

Kıyı işgalleri deyince, sanki bilerek, isteyerek, sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi, İstanbul (Prens) Adaları’nda müthiş bir ayıp edilmekte, günah işlenmekte, kendimizi kötü tanıtmak için bizzat çaba harcamış bulunuyoruz sankİ.

Tarih’te Prens Adaları diye bilinen, sonra İstanbul Adaları diye sıradanlaştırdığımız Marmara’nın dokuz adasından üçü (Tavşan veya Issız Ada – Neandros, Yassı Ada – Plati ve Sivri Ada – Oksia) insan yaşamına resmen kapalıdır. Genelkurmay’ın uhdesinde olmalarına karşın, Issız (veya Tavşan) Adası hariç kalan ikisi hükümetin tasarrufuna geçmek üzere; bunlardan Yassı Ada Kültür-Turizm Bakanlığı’nın girişimiyle İnsan Hakları-Demokrasi Adası’na dönüşeceğini öğrenmiş bulunuyoruz.

Zamanında, İstanbul’un tanınmış hekimlerinden Dr. Hıntiryan’a hizmetlerinin karşılığı Sultan’ın kendisine bahşetmiş olduğu, sonra (yoğurtların sahibi) Jak Danone’a geçmiş olduğu bilinen Kaşık adası-Pita, bugün Dinçkök ailesine ait; bu adalar içinde özel mülkiyet statüsünde olan tek adadır.

İstanbul’dan gelişe göre, Kınalıada-Proti, Burgazadası-Antigoni, Heybeliada-Khalki, Büyükada-Prinkipo ve sonuncusu Sedefadası-Terenindos’tur.

Yunanca ilk demek olan Proto’dan adını alan Proti (Kınalı) ada sahil şeridinin en uzun, dolayısıyla denize girmek için kıyının en cömert olduğu hem de İstanbul’dan gelindiğinde insan güruhunun en çabuk ve en çok döküldüğü ada olmasından dolayı, kıyı işgalleri-işgalcilerinden en mağdur olanıdır.

Coğrafi-teknik bakımdan Adalar ve özellikle Kınalı Ada hakkında özetle söylenecek bunlar…

 

Sosyoloji-etnolojik hakikate gelince…

 

Peki, rahmetli Hrant Dink’in çocukken madden mütevazı Ermeni öğrenci sonra ise belini biraz doğrultunca bir Ermeni vatandaş sıfatıyla yazları mutlaka gittiği, dahası Adalı sıfatını almaya hak kazandığı bu ada olduğunu söylersek, işin rengi belirginleşiyor sanırız…

Hele, bu adanın ikinci adının resmen Ermeni adası çıkacak kadar, nüfusunun en homojen yapıya sahip, yaz nüfusunun yüzde 90’ının hala Ermeni/Süryani vatandaşlardan teşkil ettiğini söylersek, sözünü ettiğimiz renk daha da belirginleşiyor gibi…

Kınalıada’ya değişik zamanlarda özellikle gidiyor; kıyıda dolaşıyor, kahvede oturuyor, esnafla, yazlıkçılarla, polis karakolunda, sağlık ocağında, ada çarşısında, balıkçılarla konuşuyoruz. Bu adadaki kıyı işgallerine şahit olurken insanların hafızalarına yöneldiğini, meskûn tarihimizin malum sayfalarını karıştırıp tarihin tekerrür edip etmeyeceğini ve yıllar önce Ege’mizin İmroz ve Tenedos’un nasıl Gökçeada ve Bozcaada’ya dönüştüğünü sorgulamaya başlamış olduklarını gözlemliyoruz.

 

Gökçeada ve Bozcaada’da ne olmuştu?

 

Nüfuslarının yüzde 98’i Rum Ortodoks olan, bu iki ada Lozan’dan onlara gözümüz gibi bakacağımıza söz vererek kurtarmışız(!). Sonra da bir yarı açık cezaevi açıp, yerli halkın kızları-kadınlarına taciz, sarkıntılık hatta tecavüzlerde bulunacak sabıkalılar getirmişiz, erkeklerini zorbalıkla kaçırmış, nüfusu Türkleştirerek şerefli bir misyonu yerine getirmişiz(!).

Son 25 yıldır, Kınalıada’da yaz-kış yaşamaya başlayan sakinlerden bazıları şezlongculuk tabir edilen bir rant kaynağı keşfetmiş olduklarını öğreniyoruz. Kamuya açık kıyılara ada ve dışarıdan gelen halka, koymuş oldukları şezlongları zorla kiralamaya başlamışlar, istemeyenleri de ikna ediyorlarmış.

Peki Hazine?.. Bunlara ecri misil karşılığında suçlarını işlemeyi sürdürmelerine göz yumduklarını net bir şekilde tespit ediyoruz. Oysa ecri misil veya işgaliye asla izin belgesi olmayıp; sadece bir malın, sahibinden rızasız kullanmakla, mal sahibinin zarara uğrayıp uğramadığına bakmaksızın, işgal, tasarruf veya fayda elde ettiği sebebiyle, fuzuli şagil tarafından ödenen bir tazminat olduğu belli.  

Adalar Belediyesi’nin eski yöneticileri gecekondu faaliyetinde olduğu gibi bunları oy kaynağı olarak görmüş, suç işlemelerine sadece göz yummamışlar dahası bizzat onlarla suç ortağı olmuşlar.

İdare el değiştirince yeni idarenin başına nesli tükenmeye yüz tutmuş, oy kaygısı taşımayan, en büyük derdi hukuk, adalet ve tek standart olan, eski kaymakam, doğrucu Davut Mustafa Farsakoğlu gelmiş.

2009, 2010, 2011 ve 2012 yaz dönemlerinde iflah olmaz bir inat ve sebatla, oy tasası taşımadan kıyı işgalcilerine amansız bir savaş açmışsa da Adalar Emniyet Müdürü, Belediye’nin her şezlongları toplamaya kalkıştığında, operasyonu öncesi “Size ancak saldırıda bulunulduğunda müdahale ederiz” demiş. Kaymakamlık da “Her takviye kolluk kuvveti talep edildiğinde yollayamayız” demiş…

Dilendiği paralarla bir paket tuz satın alıp denize atan; bunu neden yaptığını sorduğunuzda dünyanın tadı tuzu o kadar kaçtı ki, bari bir tutam tuz katkıda bulunmaya çalışıyorum diyen Kınalıada’nın köy delisi gibi, birçok insan şu soruyu sormaya başlıyor… Ezici nüfusu Ermeni/Süryani olan Kınalıada kıyılarının işgaline, orada yaşayan vatandaşlarımızın huzur, namus, güvenlik hatta hayatlarını göz göre göre tehlikeye atılmasına göz yuman Hazine, Milli Emlâk, emniyeti, hükümetiyle TC devletinin bu davranışı Gökçeada ve Bozcaada’yı hatırlatmıyor mu?

Umarız, 2013’te böyle bir algı ve intibaını derinleştirmez, istifa etmeyi bırakın hatta yurt içi ve dışında prestijini artırmak niyetinde (ne iyi ki öyle!) olan AKP hükümeti…

Umarız… TBMM Dilekçe Komisyonu’nun hazırlamış olduğu Kıyı İşgalleri ile İlgili Rapor’da belirtildiği gibi İçişleri, Maliye, Kültür ve Turizm ile Maliye Bakanlığı gereğini yapar ve bu ayıplı durumdan kurtuluruz.