Birgün gazetesi yazarı Bülent Mumay, Afrin'e yönelik düzenlenen Zeytin Dalı Harekâtı'na karşı yayımladıkları bildirinin ardından Türk Tabipleri Birliği'nin 11 üyesinin gözaltına alınmasını yazdı. 'Doktorların ilk görevi yaşatmak' diyen Mumay, "Aldıkları eğitim de, ettikleri yemin de her türlü şiddete karşı olmalarını gerektiriyor" dedi. Mumay, "Hani Chopin’in Cenaze Marşı yerine Itri’nin tekbirlerini getirenler, Hipokrat Yemini’nin yerine de yandaşlık yemini hazırlasınlar. Böylece hekimler devlet eliyle ettikleri yeminlere uyma uğruna barış bildirileri yayımlamazlar" ifadesini kullandı. Mumay, "Hani davet edilseler, 5 dakikada karakola yürüyerek gelip ifade verebilecek insanlar neden evleri basılarak gözaltına alınıyor? 80 yaşındaki İlhan Selçuk’un, Türkan Saylan’a şafak sökmeden kumpas baskınlarını yapanlardan mı miras kaldı acaba? Sadece kandırmakla yetinmemişler demek ki" yorumunda bulundu.
Mumay'ın "Savaşa hayır” diyenler gözaltında Öcalan’a övgüler düzenler nerede?" başlığıyla yayımlanan (31 Ocak 2018) yazısı şöyle:
Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) “Zeytin Dalı” operasyonuna ilişkin iki paragraflık açıklamasını, devletimiz terör propagandası saymış. İktidarın ve yandaş medyasının hedefe koyduğu TTB üyeleri, dün sabah saatlerinde gözaltına alındı. TTB’nin “terör propagandası” sayılan iki paragraflık açıklamasını paylaşalım önce:
“Biz hekimler uyarıyoruz: Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur. Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir.”
“Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz. Savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır. Savaşa hayır, barış hemen şimdi!”
Yukarıdaki metnin teröre destek olduğunu savunanlara, öyle yandaş gazetecilerin ya da sivil toplum örgütlerinin değil, bizzat AKP hükümetlerinde koltuk sahibi olanların açıklamalarını hatırlatalım. Ellerini koyabilecekleri bir vicdanları kaldıysa, aşağıdaki açıklamaları okusunlar. Sonra tekrar TTB’nin açıklamasına göz atsınlar. Bakalım hangileri teröre destek sayılacak:
»“Öcalan’ın olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi var.” (Eski Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan)
»“Öcalan’ın mesajları, bizim de düşüncemiz.” (Eski Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay)
»“Sayın Öcalan demeyi ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan çıkardık.” (Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç)
»“Öcalan, bölgenin durumunu daha sağlıklı yorumluyor.” (Eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin)
»“Öcalan, Türkiye’nin önünü açıyor.” (Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yiğit Bulut)
»“Barışı ne uğruna harcamak istiyorsunuz? En azından Abdullah Öcalan kadar ilkeli olun.” (Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı Abdurrahim Boynukalın)
»“Öcalan, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunuyor.” (AKP Milletvekili Mehmet Metiner.)
Vicdanınız ne diyor? Bulabildiniz mi?
Eyyy YÖK, Hipokrat Yemini ne olacak?
Doktorların ilk görevi yaşatmak. Aldıkları eğitim de, ettikleri yemin de her türlü şiddete karşı olmalarını gerektiriyor. YÖK’e bağlı onlarca tıp fakültesinden mezun olan doktorlarımız, ancak aşağıdaki yemini ettikten sonra diploma alabiliyor:
“(...) hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime, (...) din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime (...) namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”
Hani Chopin’in Cenaze Marşı yerine Itri’nin tekbirlerini getirenler, Hipokrat Yemini’nin yerine de yandaşlık yemini hazırlasınlar. Böylece hekimler devlet eliyle ettikleri yeminlere uyma uğruna barış bildirileri yayımlamazlar. Başları da belaya girmez.
Bu yöntem de ‘kandıranlar’dan mı miras kaldı?
Hani eli silahlı teröristlere, suç şebekelerine falan yapılan operasyonlardan söz etmiyorum. Gazetecilere, aydınlara, sanatçılara, sivil toplum önderlerine yönelik operasyonlar, size de bir dönemi anımsatmıyor mu? Hani davet edilseler, 5 dakikada karakola yürüyerek gelip ifade verebilecek insanlar neden evleri basılarak gözaltına alınıyor? 80 yaşındaki İlhan Selçuk’un, Türkan Saylan’a şafak sökmeden kumpas baskınlarını yapanlardan mı miras kaldı acaba? Sadece kandırmakla yetinmemişler demek ki... FETÖ’cüler içeride ama yöntemleri hâlâ...
ÖSO ile Kuvvacılar arasındaki 7 fark
Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP’nin eleştirdiği Özgür Suriye Ordusu’nu özetle şu sözlerle savundu: “ÖSO, Kuvayı Milliye gibi sivil bir oluşumdur. (…) ÖSO’nun bizim kahraman askerlerimiz ile yan yana çarpışması iftihar edilecek bir görüntüdür.”
Cumhurbaşkanı’dır. İstediği şeyle övünebilir. Ama ÖSO’cuları Kuvayı Milliye’ye benzetmesi hiç şık olmadı. Kuvayı Milliye’nin ne olduğunu söylemeye gerek yok. Ama ne olmadığını kısaca hatırlatırsak, ÖSO’cularla arasındaki fark gün gibi ortaya çıkar:
»Kuvayı Milliye, herhangi bir devlete sırtını yaslamadı. Memleketi, 7 düvele karşı başkalarının lejyoneri olarak kurtarmadı.
»‘Kuvayı Milliyeciler, savaştıkları askerlerin cesedinden kalbini söküp yemedi.
»Kuvvacılar, ilkokulun önünde bomba yüklü aracı havaya uçurmadılar. Panikle kaçan çocukların arasında intihar bombacısı patlatmadılar. Dolayısıyla 45 çocuğu da öldürmediler.
»Alevi kadınları kafeslere koyarak şehrin içinde gezdirmediler.
»Kuvvacıların saygı duyduğu bir şeyh “Alevileri kıyma yapıp köpekleri besleyeceğiz” de demedi.
»Düşman pilotun kafasını kesip mangalın üzerine koyduktan sonra da poz vermediler.
»Posta memurlarını çatıdan aşağı atmayı hiç düşünmediler bile.
Eski Musul Başkonsolosu CHP’li Öztürk Yılmaz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Afrin operasyonundaki müttefiki ÖSO’cuları IŞİD’e benzetince, hükümetin de yandaş medyanın da hedefi haline geldi.
Yılmaz’a en sert yandaş salvosu, “yavuz” medyasının amiral gemisi Sabah’tan geldi. Dünkü 1. sayfasında, 2014’te IŞİD tarafından rehin alınan Yılmaz için şu başlık atıldı: “Sahte Kahraman.”
Tesadüf bu ya, Yılmaz’ın ÖSO’yu eleştirmesinin ardından Sabah gazetesi şunu ortaya çıkarmış: Yılmaz, konsolosluğu basanlara kendini “Muhasebeci Kenan” olarak tanıtmış. Yerine polis memurunu konsolos olarak göstermiş.
Oysa aynı Sabah gazetesi, Öztürk Yılmaz ile birlikte konsolosluk çalışanlarının 2014’te kurtarılmasının ardından şu başlığı atmıştı: “Selam olsun adsız kahramanlara.”
Gazete, dönemin Başkonsolosu Yılmaz’ın bireysel kahramanlığını ise şu cümle ile duyurmuştu: “Başına silah dayadılar, yine de konuşmadı.”
Sabah’ın tek tutarlılığı başlıktaki “kahraman” sözcüğünde. 4 yıl önce “isimsiz”di, şimdi ise “sahte.”