Gazeteci Hilmi Hacaloğlu, basında sansürün kaldırılışının 109. yıl dönümünden bugüne Cumhuriyet davası hakkında yazdı.
Evrensel gazetesinin bugünkü nüshasında yayımlanan Hacaloğlu’nun yazısı şöyle:
109 yıl önce bugün sansür kaldırıldı.
24 Temmuz 1908, bu toprakların tarihi açısından en kutlu günlerden biriydi kuşkusuz. 1876’da ilan edilen meşrutiyeti bir yıl sonra askıya almış ve sonrasında 31 yıl boyunca imparatorluğu demir yumrukla idare etmiş müstebit kendi iradesiyle yeniden meclis düzenine kabul etmişti.
Türkler, Arnavutlar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler imparatorluğun özgürlük isteyen yığınları artık daha mutluydular. Demokrasiye giden uzun yürüyüşün önemli bir mihenk taşıydı 2. Meşrutiyet.
Bugün sansürün kaldırılması diye biz gazetecilerin kutladığı gün aslında meşruiyeti kutlamaktır. Meşruiyetin 2. Abdülhamit sansürünü son vermesiyle birlikte “hürriyet-i matbuat” mümkün olmuştur.
Peki nasıl kalktı? Yasayla mı? Düzenlemeyle mi? Meclis kararıyla mı? Hiçbiriyle. Gazeteciler 25 Temmuz’da Cağaloğlu’nda toplandılar ve son otuz yıldır yaptıkları uygulamaya son verdiler ve gazetelerini yayınlamadan önce kontrole yollamadılar. Bir gün önce Babıali önünde haykırılan “Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet” sloganı gazeteciler için işte böyle ete kemiğe büründü.
Basın özgürlüğünün yarattığı gazete ve dergi patlaması da göz kamaştırıcı.
Meşrutiyet öncesi “memalik-i Osmaniyye’de” 120 olan süreli yayın sayısı 1909 başında 800’ü aşmıştı. Sırf İstanbul’daki gazete ve dergi sayısı 52’den 399’a fırlamıştı.
Ama bu günlerin geçici olduğu çok çabuk ortaya çıktı. Önce İttihat Terakki’ye sert eleştiriler getiren Serbesti Gazetesi Başyazarı Hasan Fehmi Bey öldürüldü. Eski bir İttihatçı olan Hasan Fehmi Bey, Meşrutiyet sonrası döndüğü İstanbul’da beklediği ilgiyi göremeyince Serbesti gazetesinde İttihat Terakki’yi kıyasıya tenkit ediyordu. Öyle ki 2. Abdülhamit’in bile “hiç olmazsa bir az haya etsinler, bu serbesti gazetesi” dediği rivayet ediliyor.
Bu cinayetten altı gün sonra 31 Mart Ayaklanması baş gösterdi. Ayaklanma bastırıldı ama askeri sansür getirildi. O gün bu gün oldu Türkiye’de gazetecilere yönelik baskı, tehdit, gözdağı, cinayet, hapis bitmedi bitmiyor.
İşte belki de yazıyı okuduğunuz saatlerde İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde başlamış olan Cumhuriyet davası da gazetecilerin bitmek bilmeyen gazetecilik kavgasının bugünkü izdüşümü.
Hazırlanan iddianamede Cumhuriyet gazetesi enikonu teröre destekle vermekle suçlanıyor. Yunus Nadi’nin, Doğan Nadi’nin gazetesi, Uğur Mumcu’nun, Ahmet Taner Kışlalı’nın İlhan Selçuk’un, Ali Sirmen’in gazetesinden bahsediyoruz.
Savcının Cumhuriyet’in yönetici, yazar, çizer ve çalışanlarına yönelttiği ortak suçlama “Cumhuriyet gazetesinin silahlı terör örgütlerinin (FETÖ/PDY- PKK/KCK- DHKP/C gibi) eylemlerini meşru göstermeye yönelik yayınları bir kül halinde değerlendirildiğinde; şüphelinin üzerine atılı Terör Örgütü Üyesi Olmamak ile Birlikte Terör Örgütüne Yardım Etme suçunu işlediği kanaatine varıldığından” iddianamede böyle yer alıyor.
Vallahi kimse kusura bakmasın Kadri Gürsel mi? Silahlı terör örgütüne yardım etmiş? Yazdıkları, söyledikleri arşivlerde duruyor. Bugün FETÖ diye yerden yere vurulan yapılanma henüz Gülen Cemaati iken Gürsel, korkmadan yazıp konuşuyordu. Bunu geçtim, Gürsel’in nasıl bir gazeteci olduğunu gazetecilikle biraz ilgisi olan herkes bilir.
Ama dert başka. Zaten iddianamede de açık açık yazıyor. “12 Temmuz 2016 tarihli Erdoğan babanız olmak istiyor” yazısı, Türkiye’de otoriter bir rejim bulunduğu algısı yaratmak istiyor”muş. Nerede otoriter bir rejim varmış? Türkiye’de mi? Allah Allah!
Güray Öz, Musa Kart ve Turhan Günay’a yöneltilen suçlama daha sağlam. Öz’ün Günay’ın FETÖ soruşturmasına dahil olan bir, Günay ve Kart’ın dört kişiyle telefon irtibatı varmış. Bu üç kişinin telefonlarında kayıtlı toplam dört ByLock kullanıcısı varmış.
Bir de gazetenin yayın politikasına eleştiri getirmemişler, Öz, okurlardan gelen eleştiri mektuplarını yönetime iletmemiş. Unutmadan Turhan Öz, Ocak 2014 tarihinde Ağustos 2011-Eylül 2012 tarihleri arasında İMC Televizyonu’nda çalışan S.T.’den 600 lira havale almış.
Bu “deve dişi” suçlamalarla Cumhuriyet çalışanları, 267 gündür hapiste tutuluyor. El insaf!
Biliyorsunuz Ahmet Şık da bu dosyada yargılanıyor. 30 Aralık’tan beri cezaevinde. Bu ülkede bugün FETÖ dedikleri Gülen hareketine kim bayrak açtı? İmamın Ordusu’nu kim yazdı? Biraz izzet-i nefis biraz!
Peki bu davada yargılanan 11’i tutuklu, 17 Cumhuriyet gazetesi yazarı, yöneticisi, çalışanında Bylock var mı? Yok. Bank Asya’da paraları var mı? Yok! Pensilvanya’ya gidip el etek öpen var mı? Yok!
Yok, yok, yok. Ne var? Gazetecilik var, köşe yazıları var, haber var. En başından beri çokça konu edildi ama bir kez daha hatırlatmakta yarar bulunuyor. Bu iddianamede 667 kez haber kelimesi geçiyor. Hey maşallah.
Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonun Olağanüstü Hal koşullarında yapıldığını hatırlatmakta fayda var. Peki Olağanüstü Hal neden ilan edildi? Çünkü 15 Temmuz 2016’ta Türkiye cumhuriyet tarihinin en alçak günlerinden birini yaşadı. Alçak Darbe Girişimi yurttaşların ezici çoğunluğunun verdiği destekle engellendi. Sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’nden 9 bin asker ihraç edildi. Peki darbenin siyasi ayağı kim? O yok ortada. Darbenin sivil ayağı ortada çıkarmayanlar en başından beri en açık şekilde darbe girişimine karşı duran Cumhuriyet gazetesini neredeyse bu darbeyle ilişkilendirmeye çalışıyorlar.
Bunun ne hakla ne hukukla ne adaletle ne de vicdanla alakası var. Lafı uzatmayayım. Bugün biz “Dışarıdaki Gazeteciler” Cumhuriyet gazetesi davasını takip etmek için Çağlayan Adliyesi’ndeyiz. Çünkü birincisi arkadaşlarımızla, meslektaşlarımızla dayanışma içindeyiz. İkincisi, en iyi bildiğimiz şey gazetecilik. O nedenle mesleğimizi yapıyoruz. Üçüncüsü de “... ipek bir halıya benzeyen toprak/bu cennet bu cehennem bizim...”