T24 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan günler önce 'Başbakanlık Sistemi' hakkındaki görüşlerini 'Bu sistemi istiyorum' şeklinde bir sözle açıkça ifade etti. Siyaset dünyası ise açıklamanın ardından tekrar sitemin Türkiye'de yaratacağı zaaflar üzerinde derin tartışmalara girdi. Eski Adalet Bakanı ve anayasa hukukçusu Prof. Hikmet Sami Türk'te tartışmalara, '88 yıllık Türkiye Cumhuriyeti, anayasal bir padişahlık olur!' yorumuyla katıldı.
Eski Adalet Bakanı ve anayasa hukukçusu Prof. Hikmet Sami Türk ile görüşen ve Türk'ün bu konudaki değerlendirmelerini kaleme alan Vatan gazetesi yazarı Mine Şenocaklı'nın bugün (31 ocak 2011) yayımlanan röportajı şöyle:
Türkiye’de başkanlık sistemi anayasal padişahlık doğurur!
Türk, başkanlık sisteminin en iyi uygulandığı ülkenin ABD olduğunu söylüyor, ardından önemli bir uyarı yapıyor...
Eski Adalet Bakanı ve anayasa hukukçusu Prof. Hikmet Sami Türk, başkanlık sisteminin en iyi uygulandığı ülkenin ABD olduğunu söylüyor, ardından önemli bir uyarı yapıyor; “Ama orada kuvvetler ayrılığı prensibi çok sert biçimde uygulanır. Üstelik 222 yıllık bir anayasaları var. Oysa parlamenter sistemlerde kuvvetler ayrılığı yumuşak uygulanır, hele ki bizim gibi ülkelerde!” Peki başkanlık sistemi Türkiye’de nasıl işler? İşte kısaca yanıtı; “88 yıllık Türkiye Cumhuriyeti, anayasal bir padişahlık olur!”
Başbakan Erdoğan’a başkanlık sistemi çekici geliyor ama Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabiliriz. Yani Türkiye’de parlamenter sistemin bize verdiği demokrasiyi kaybedebiliriz....
Neredeyse 30 yıldır gündemde başkanlık sistemi... Dönem dönem hararetli tartışmalar yapılır, ardından rafa kalkar. Ancak ilk kez bu denli ısrarcı bir talep var, en azından Başbakan Erdoğan, dilinden düşürmüyor, hatta sistemin nasıl işleyeceğine dair açıklamalar yapıyor. İşin ilginç yanı, bu kez Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç, yani AK Parti’nin kurucuları, açıkça çekincelerini ortaya koyuyorlar.
Bir haftadır bu konu, gündemin birinci maddesi... Herkes kendine göre bir fikir belirtiyor. Ben bu konuyu çok önceden gündeme getirip, kamuoyunu uyaran ve hatta hemen referandum arifesinde, “Eğer sonuç ‘evet’ çıkarsa AK Parti başkanlık istemini getirmeyi düşünüyor” diyen eski Adalet Bakanı ve anayasa hukukçusu Prof. Hikmet Sami Türk ile konuşmanın doğru olacağına karar verdim. Türk halen DSP Meclis Üyesi, yani siyasetten de kopmadı. Hemen aldım randevuyu, Çankaya’daki evinde buluştuk.
Çalışma odasında karşıladı beni, elinde iki kitapla...
Biri ‘Amerikan Anayasası’, diğeri ise ‘Bu işin teorisyeni’ dediği Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu’nun ‘Türkiye İçin Başkanlık Sistemi’ idi... Anladım ki, her zamanki gibi söyleşi öncesi hazırlıklarını yapmıştı. Zaten sorularıma aldığım her cevap bunun kanıtı oldu.
“Başkanlık sistemi yolundaki ilk adım, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin düzenlemeydi” diye girdi söze... Başkanlık sisteminin en iyi uygulandığı ülkenin ABD olduğunu söyleyerek devam etti, ama önemli bir ekleme yaparak: “Orada kuvvetler ayrılığı prensibi çok sert biçimde uygulanır. Üstelik 222 yıllık bir anayasaları var. Oysa parlamenter sistemlerde kuvvetler ayrılığı yumuşak uygulanır, hele ki bizim gibi ülkelerde...” Yani Türk’e göre, başkanlık sistemi ülkemizde tek adam rejimi yaratacak açık kapılara sahip. Başbakan’a bu sistemin çekici gelebileceğini söylüyor Türk, ama Türkiye için sonuçlarının hiç de çekici değil, tam tersine karanlık olabileceğini vurguluyor: “Türkiye Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabilir. 88 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nde anayasal padişahlık doğabilir!”
BAŞKANLIK SİSTEMİ AKP İÇİNDE YOL AYRIMINA NEDEN OLABİLİR
Başbakan Erdoğan, “Başkanlık sisteminin tartışılmasında fayda var” dedi ama Cumhurbaşkanı Gül çekinceleri olduğunu söyledi. Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bu konuya sıcak bakmadıklarını belli ettiler...
Bu çok ilginç. Çünkü bu kişiler AKP’nin kurucuları, yani bu partinin en önemli kişileri. Bu konuda ileride rollerin yeniden dağıtılması söz konusu olacak. Eğer böyle bir sisteme gidilirse bir rol, yol ayrımına gelinebilir.
O zaman Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Mehmet Ali Şahin’e ne tür roller düşebilir ya da düşmez?
Onu zaman gösterecektir.
Demirel ve Özel zamanında da bu sistem tartışıldı. O zamanlar niye karşı çıkıldı, olmadı?
O zamanlar bu kadar açıkça telaffuz edilmedi. Ama şimdi Başbakan bunu açıkça söylüyor ve bu konunun bir anlamda teorisyeni olan TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu da şimdi bu konuyu halka anlatabilmek için gerekirse kapı kapı dolaşabileceklerini ifade ediyor. Burhan Kuzu 1997’de basılan kitabında, ki sanırım doçentlik tezi bu, Türkiye için tüm ihtiyaçlara cevap verebilecek hükümet modelinin başkanlık modeli olduğunu sonucuna vardığını söylüyor. Bunu tartışmakta yarar var. Çünkü Başbakan da öyle anlaşılıyor ki bu görüşü benimsiyor.
Zaten Başbakan da “Halkımız her şeyi bilsin, bu konu tartışılsın” diyor...
Bu rahmetli Özal’ın da çok kullandığı bir formüldü. Eğer önerdiği bir şey kamuoyunda tepkiyle karşılanırsa, “Ben bunu tartışılması için söyledim” derdi ve işi fazla tırmandırmazdı. Ama öyle anlaşılıyor ki Erdoğan tırmandırmaya kararlı. Tabii bu önümüzdeki seçimde anayasayı tek başlarına değiştirebilecek bir çoğunluğu kazanabilirler mi ve gerekirse halkoyuna sunulduğu takdirde bu kabul edilir mi? Çünkü 12 Eylül 2010 günü yapılan halk oylamasında yüzde 58 oyla değişiklikler kabul edilmekle birlikte, yüzde 42 gibi hiç de küçümsenmeyecek bir oranda seçmen de hayır oyu kullanmıştır.
BAŞKANLIK SİSTEMİNDE BAŞKAN ORDUNUN DA BAŞKOMUTANI
Genellikle başkanlık sistemi deyince güçlü başkan anlaşılıyor ama parlamenter sisteme göre farkları neler?
Aslında ABD 50 devletten oluşan bir birleşik devlettir. Dolayısıyla orada devlet yönetimiyle ilgili erkler bu 50 devlet arasında paylaştırılmıştır. Bir de federal devlet var. Başkenti Washington olan ABD. Bu 50 devletin her birinde ayrı governor, yani vali olarak çevirebileceğimiz bir başkan var. Her birinde ayrı meclisler var. Dolayısıyla onların her birinin kendi yetkileri, yasaları var. Bir de Birleşik Devlet var. O nedenle ABD’de bütün yürütme gücü başkanda toplanmış değil. Bu 50 devletin valileri arasında paylaşılmış olan bir yetkidir. Bir de şunu söyleyelim; Birleşik Devletler düzeyinde iki meclisli bir parlamento var. Bu meclislerden birisi devletleri temsil eden ‘senato’, diğeri halkı temsil eden ‘temsilciler meclisi’. Temsilciler meclisi her federe devletin, Türkçe’de biz eyalet diyoruz, nüfusuyla orantılıdır. Buna karşılık senatoda bütün devletler eşit olarak iki üye ile temsil edilirler. İki yılda bir temsilciler meclisi yenilenir. Senatonun ise üyelerinin 3’de 1’i yenilenir. Ama senato üyelerinin görev süresi 6 yıldır. İşte başkan böyle bir mecliste çalııyor.
Başkanın yetkileri neler?
Amerikan Anayasası dünyanın en eski yazılı anayasası. 1787’de hazırlanmış, 1789’da yürürlüğe girmiş. Dolayısıyla 222 yıldan beri yürürlükte. Bu anayasaya göre başkanın yetkileri şöyle sıralanıyor. Birincisi; başkan silahlı kuvvetlerin başkomutanı... Bir de federe devletlerin milis güçleri var ve eğer ABD silahlı kuvvetleri ile aktif hizmette iseler, onların da başkomutanı. İkincisi; yazılı olarak yürütme organının bütün birimlerinden görüş isteyebilir. Bu arada senato onayı ile kabinesinin üyelerini atar. Orada bizim bakan olarak adlandırdığımız kişiler sekreter olarak adlandırılmaktadır. Bu şekilde 13 sekreter var. Bunların birinin adı sekreter değil. Bu adalet bakanı olarak Türkçe’ye çevirebileceğimiz, ‘attorney general’. Aslında başsavcı demek... Onun dışında hepsi sekreter olarak geçer. Örneğin şu andaki Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Secretary of State’tir. Tam anlamı devlet bakanı... ABD’de bu şekilde senatonun onayı ile atanmış 13 sekreter var. Demek ki başkan tek başında hareket edemiyor. Fakat parlamenter sistemde olduğu gibi meclisten kabinesi için bir güvenoyu istemesi söz konusu değil. Çünkü direkt halk tarafından seçiliyor başkan ve sekreterlerini, bakanlarını kendisi atıyor.
Ya diğer yetkileri?
Üçüncüsü; örneğin ölüm cezalarını müebbet hapse dönüştürmek, cezaların niteliğini değiştirmek veya af yetkisini kullanmak... Dördüncüsü; senatonun 3’te 2’sinin onayıyla yabancı ülkelerle antlaşmalar yapmak. Beşincisi; senatonun onayı ile büyükelçiler, konsoloslar atamak. Anayasa mahkemesi niteliğindeki yüksek mahkemenin hakimlerini atamak ve ABD hükümetinin kanunla öngörülmüş bütün memurlarının atamasını yapmak. Altıncısı; geçici atamalar yapmak. Eğer senato tatilde ise senatonun onayına gerek olmadan bu atamaları yapabilir.
Bu rahmetli Özal’ın da çok kullandığı bir formüldü. Eğer önerdiği bir şey kamuoyunda tepkiyle karşılanırsa ‘Ben bunu tartışılması için söyledim’ derdi ve işi fazla tırmandırmazdı. Ama öyle anlaşılıyor ki şimdi Erdoğan tırmandırmaya kararlı!
'EYALET SİSTEMİ ÜLKEYİ PARÇALAR'
Ahmet Altan, “Dünyadaki örneklerine baktığınızda, başkanlık sisteminin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesinin tek bir yolu var, yerel yönetimleri güçlendirmek ve eyalet sistemine geçmek, merkezi iktidarı bölüştürerek yaymak. Başbakan Erdoğan ‘federatif sistem’ hakkında ne düşündüğünü açıklamalı. Yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir sistemde ‘başkanlık’ mı istiyor yoksa bütün iktidarın ‘tek bir adamın’ elinde toplandığı bir başkanlık mı? Merkezi sistemde ‘başkanlık’ felaket olur” diyor. Acaba Başbakan federatif bir sistem getirip böylece Kürt meselesini de çözerim diye düşünüyor olabilir mi?
Eğer Amerika’daki federal dengeyi sağlamak için Türkiye’de benzeri bir sisteme yönelecek olursa, o takdirde BDP’nin önerdiği özerk bölgeler anlayışı uygulamaya konmuş olur.
Ama BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, “Başkanlık sistemi ya da yarı başkanlık sistemi Türkiye’nin siyasi gelenekleri, demokrasi kültürü, mevcut siyasi partiler sistemi gibi birçok nedenle Türkiye‘ye demokrasi getirebilecek bir sistem değildir” diyor...
Ama diğer yandan özerk bölgelerden de söz ediyorlar. Demek ki Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık sisteminin Amerika’daki gibi bir federatif sistemi getirmeyeceğini düşünüyorlar. Başkanlık sistemindeki dengeleri sağlayan unsurlardan biri de federal yapıdır. Çünkü devlet yönetimi ile ilgili bütün iktidar, bütün güç Washington’da toplanmış değildir. Bütün o federe devletler arasında dağılmıştır. Tabii ki başkanlık sistemi tek başına düşünülmemeli. Bütün o Amerika’daki dengeler içerisinde düşünülmeli. Ama onu sağlayacağız diye ülkemizi bazılarının istediği gibi özerk bölgelere ayıracak olursak, ki BDP 26 özerk bölgeden bahsediyor, ülkenin parçalanmasına giden süreci kendi elimizle başlatmış oluruz. Bu çok tehlikeli bir yaklaşım.
Dolayısıyla başkanlık sistemi ayrılmanın önünü mü açar?
ABD’de olduğu gibi ayrı eyaletler yapalım dersek evet. Osmanlı İmparatorluğu eyaletlerden oluşan bir devletti ama sonunda Anadolu ve Trakya dışında bütün eyaletleri kaybetti. Bu çok zor. Çünkü onların sınırları çizilecektir. Yarın öbür gün bu özerk bölgelerden biri bağımsızlık ilan ederse ne yapacaksınız?
Peki sizce gerçekten de sivil diktaya doğru bir gidiş olur mu?
Eğer düşündüklerinin hepsini yaparlarsa, yapmak isterlerse, başkanlık sistemini getirirlerse, ABD’deki dengelerin olmadığı Türkiye’de bu gidiş diktaya kayabilir. Bakın, 1946 seçimlerinden sonraki ilk başbakan Recep Peker de CHP’de otoriter bir başbakandı. Ama ona karşı Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün demokratik rejimi yerleştirme çabasıyla parti içerisinde desteklediği bir genç milletvekilleri grubu vardı; onlar “35’ler” olarak adlandırılırlardı. Aralarında Nihat Erim de vardı. 35’lerin parti içindeki muhalefeti nedeniyle Recep Peker çekilmek zorunda kalmıştı. Bugün AKP içerisinde böyle bir partiiçi muhalefet yok. O anlamda Başbakan partisine tam olarak hakim... Aslında bu bir anlamda dikensiz gül bahçesi ama partiiçi muhalefetten de çekinmemek gerekir. Uzlaşmayı tartışarak sağlamak gerekir. Herkesin Başbakan’ın söylediklerini, isteklerini bir çeşit emir kabul ederek yapması demokrasi değildir.
O zaman Bülent Arınç’ın, Mehmet Ali Şahin’in bu çıkışları küçük de olsa parti içi muhalefetin adımları sayılabilir mi?
Dilerim ki, bu iktidarın kullanmaktan hoşlandığı bir deyimle başkanlık sistemi hayırlara vesile olsun!
Obama gibi değil Peron gibi olur
Amerika’da kuvvetler ayrılığı çok güçlü diyorsunuz. Türkiye’de bugün en büyük tartışma da bu. Dolayısıyla başkanlık sistemine geçilirse ne olur?
Parlamenter sistemle başkanlık sistemi arasındaki en önemli fark, parlamenter sistemde kuvvetler ayrılığının yumuşak biçimde, başkanlık sisteminde ise sert biçimde uygulanmasıdır. Başkanlık sisteminin ABD’de başarıyla uygulanmasının nedeni, her şeyden önce ABD’nin federal yapısı ve onun içerisinde devlet yönetiminde erklerin bütün bu 50 devlette paylaşılmış olması. Her biri ayrı bir devlet, her birinde yasama, yürütme, yargı erkleri ayrı. Ve bu federe devletleri temsil eden iki meclisli bir parlamento yapısı var. Yasama ve yürütme ilişkilerinin bir karşılıklı kontrol ve denge içinde yürütülmesi söz konusu. Buna ‘checks and balances’ denir. Bir de ABD’de aralarında çok fazla ideolojik farklılık bulunmayan iki parti arasında Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti arasında iktidar el değiştirir. Genellikle yapılan seçimlerde başkanlar 4 yılda, en çok da 8 yılda bir yenilenir. Burada tabii sistemin başarıyla uygulanmasının bir nedeni de, iktidar ve muhalefet partileri arasında çok büyük ideolojik farklar olmaması. Diyalog kolaylıkla kurulabiliyor ama zaman zaman kongre çoğunluğunun farklı partilerde olması orada bile sistemin tıkanmasına neden olabiliyor. Parlamenter sistemde söz konusu olan başbakan ve bakanların parlamentoya karşı sorumlu olması ve gerektiğinde güvensizlik oyuyla düşürülebilmesi başkanlık sisteminde söz konusu değil.
Dolayısıyla başkanın görev süresi boyunca onun kişiliğinde bir istikrar yakalanmış oluyor. Belki birçok politikacıya çekici gelen bu... Ama bu sistem ABD’ye özgü dengeler içerisinde yürüyen bir sistem. Buna karşılık benzeri sistemler uygulamaya çalışan ülkelerde bu başarı her zaman elde edilemiyor. Örneğin Güney Amerika ülkelerinde başkanlık sistemi genellikle diktaya yönelen rejimler getirmiştir.
Son günlerde Başbakan yalnız başkanlık sisteminden değil aynı zamanda iki partili bir parlamento yapısından da söz ediyor...
Genellikle bu çoğunluk seçim sistemlerinin düzenlendiği ülkelerde söz konusu... ABD’de böyledir. Öyle anlaşılıyor ki şimdi başkanlık sistemini tam olarak düşünmeye başladı. Orada en çok bir muhalefet partisi parlamentoda olacak... Yani ABD modeli tam olarak uygulanmak isteniyor.
Yani Başbakan Obama gibi mi olmak istiyor sizce? Ya da şöyle sorayım, Erdoğan Obama gibi mi olur, yoksa Peron gibi mi?
Obama gibi olmaz. Peron gibi olabilir. Benim kaygılarım var... ABD’deki dengeler bu sistemi benimseyen ülkelerin hiçbirinde yok aslında. Ve o nedenle de Güney Amerika ülkelerinde genellikle diktaya yönelmiştir bu rejimler. Başka ülkelerde de demokrasiden uzaklaşıldığını görüyoruz. Oysa Türkiye’de parlamenter sistemde 1876’dan bu yana zaman zaman uzun veya kısa ara dönemler olmakla birlikte önemli bir tecrübe birikimine sahibiz. Tamamen ABD’nin özel koşulları içerisinde başarıyla yürüyen, ki orada dahi zaman zaman tıkanmalara yol açabilen bir sistemi Türkiye’ye getirmeye çalışmak sıkıntı yaratabilir. Başkanın ABD’de biraz önce sıraladığım gibi çok fazla yetkileri de yok. Bu yetki biraz da ABD’nin gücünden kaynaklanan, öyle görülen bir yetki... ABD Anayasası’na baktık. Başkanın görev ve yetkilerini açıkça belirtiyor. Örneğin büyükelçi atamak için senatonun onayı gerekiyor. Bizde buna gerek yok. Yüksek mahkeme üyelerini atayabilmek için senato onayı gerekiyor, yüksek görevlerdeki memurların atanması için senato onayı veya izni gerekiyor. Dolayısıyla varsayılan yetkiler gerçekte yok ama söylediğim gibi 4 yıllık bir istikrar dönemi var başkanın kişiliğinde. Bu da en çok iki dönem oluyor.
Oysa parlamenter sistemde aynı kişinin iki dönemden fazla başbakan olmasına engel yok.
Evet. Örneğin Erdoğan 2002 seçimlerinde başbakan oldu, 2007 seçimlerinde oldu... Bundan sonraki seçimlerde de kazanırsa tekrar başbakan olmasına bir engel yok. Daha ne istiyor? Ama başkanlık sisteminde bu sınırlanmıştır. Çünkü o şekilde aynı kişinin sürekli iktidarı elde tutmasının diktaya yol açabileceği kaygısı var. ABD İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşı vermiş olan bir ülke, dolayısıyla bu güçlü iktidardan kaçınılmıştır. Hep böyle karşılıklı dengeler aranmıştır. Bazılarına, örneğin Sayın Başbakan’a başkanlık sistemi çekici geliyor. Ama Türkçe’de bir söz vardır; “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak...” Eğer Başbakan bunu gerçekleştirmek isterse ve 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra böyle bir değişikliğe yönelecek olurlarsa Türkiye tam bu atasözünde olduğu gibi Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan olabilir. Yani parlamenter sistemin bize verdiği demokrasiyi kaybedebiliriz. Başkan, eğer Başbakan’ın kafasındaki düşüncelerle çok güçlü yetkilerle donatılacak olursa, ki çünkü hem devlet başkanı hem başbakanlık işlevleri aynı kişide birleşiyor, o takdirde Türkiye’de bir anayasal padişahlık doğabilir!