Yaşam

“Herkes çıplak, herkes yalnız”

Can Dündar, günümüz kadın-erkek ilişkileri ve magazinin bu ilişkileri nasıl yönlendirdiğine dair bir yazı kaleme aldı.

24 Temmuz 2010 03:00

T24 - Gazeteci-yazar Can Dündar, Erdinç Acar'ın sevgilisi Ece Erken için Bodrum'da bir tepeye lazerle 'Seni Seviyorum' jestinden yola çıkarak, günümüz kadın-erkek ilişkilerini ve magazinin bu ilişkilerdeki rolünü eleştirdi.

Can Dündar'ın Milliyet gazetesinde bugün (24 Temmuz 2010) yayımlanan yazısı şöyle:

Geçen pazar Bodrum’da dostlarla yemek yerken birden karşı dağda lazerle yazılmış yazılar gördük.
Reklam yazısı sandık.
İşin aslı, sonradan anlaşıldı:
Meğer orada “Seni seviyorum Ece Erken” yazıyormuş.
Sevgilisi Erdinç Acar’ın, Erken’e ilan-ı aşkıymış.
Yani; evet reklammış, ama aşk reklamıymış.

* * *

Refik Halit Karay, “Üç Nesil Üç Hayat” kitabında, “Meşrutiyet öncesinde aşk, gizli ah’lar, of’lar, iç çekmeler, iğne ipliğe dönmeler, verem olmalardan ibaretti” diye yazar.
Delikanlı, yüzünü bile göremeden sevdiği yavuklusuna aşkını ilan etmek için penceresi önüne bir parça kömür, bir limon, bir de kuru ekmek bırakır.
Kömür, “Aşkından yandım kavruldum” demektir.
Limon, “Sevdanla sararıp soldum.”
Kuru ekmek ise “Yeter ki kavuşalım, ömrümce kuru ekmek yemeye razıyım.”
Acar’ınki bu kadar dokunaklı değil belki, ama daha okunaklı...
Üstelik dağa lazerle yazı yazdırmak, dağı delip şehre su taşımaktan daha zahmetsiz...
Ve kesinlikle kuru ekmekten fazlasını vaat eden bir jest...
Meşrutiyetle Cumhuriyet farkı bu (!)...

* * *

Öykünün sonrası daha ilginç:
Doğruysa, Ece’nin bundan önce de Erdinç Acar’ın ağabeysiyle çıktığına dair haberler Acar’ın babasını rahatsız etmiş. Acar da babasının sözünü dinleyip ilişkiyi bitirmiş.
Ece, twitter’a “Bu gidişle evde kalacağım” diye yazmış.
Kendisini izleyen magazincilere de “Belli ki siz bana kimi yakıştırırsanız onunla aşk yaşayacağım” diye laf çakmış.
Farkında mısınız:
Bodrum’un alamet-i farikalarından biri haline gelen paparazziler için “toplumu yozlaştırıyor” filan derken, aslında tersine, 2. sayfa haberlerinin bir “taassup müessesesi”ne dönüştüğünü görüyoruz.
Ece’nin dediği gibi, “Kim, kiminle, nerede, ne yapıyor”u aştı haberler; “kim kimi sevmeli, ne giymeli, kaç kilo vermeli, ne kadar içmeli”ye kadar uzandı.
Egemenlik alanını genişleten paparazzi, bir dönem Batı’da kilisenin üstlendiği role soyundu.
Bazen aile, bazen toplum adına denetim yapıyor.
Teşhir ederek uyarıyor.
Sözü dinlenmezse -Diana örneğinde olduğu gibi- cezalandırıyor.

* * *

Ece örneğinden yola çıkarak varmak istediğim yer başka:
Bodrum kaynaklı ikinci sayfa haberleri bize, özgürlüğün -“serbestlik” desek daha doğru- buralarda tavan yaptığını gösteriyor. Birkaç popüler mekânı gezince de görüyorsunuz zaten:

“Herkes ve her şey serbest...!”
Peki öyleyken neden, Sıla’nın dillerde gezen şarkısında dediği gibi, “yalnız ve çıplak, mutsuz ve damsız herkes...?”

Bunca “modern” ve rahat ilişkinin içinde “babam istemedi” ya da “evde kaldım” türü taşra esprileri ne arıyor?

Neden kazmayla dağı delen âşıkların efsanesi asırlarca kalıyor da lazerle dağa yazılan aşkların ömrü iki gün bile sürmüyor?

Neden Meşrutiyet öncesinin “gizli ah’lar, of’lar”ının yerini çağımızda “alenî ve şehevî ah’lar-of’lar” aldığı halde, hem de alternatifin en bol olduğu mekânda herkes en çok yalnızlıktan yakınıyor?

Yarın, “Bodrum’dan hakara makara yazıları”nın ikincisinde buna cevap arayacağım.