Meclis'teki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı özel oturumda konuşan HDP Grup Başkanvekili Ahmet Yıldırım, sırasıyla Türkiye tarihindeki askeri darbeleri saydıktan sonra "Suç sadece üniformalılarda değildir. Çünkü sivil siyasette darbelerden beslenmeyi bildi maalesef" görüşünü dile getirdi. "15 Temmuz darbesinden sonra da darbeler olmaya devam etmiştir. 4 Kasım’da milletvekillerinin tutuklanmasına yol açan yargı darbesi ve 16 Nisan’da referandumu yani halkoylarını sabote eden YSK darbesi olmuştur" diye konuşan HDP'li Yıldırım, "Bu anlamıyla sivil siyaset de darbecilerin zihniyetiyle hareket etmiş ve 4 Kasım 2016’da sivil demokratik siyasete darbe yapmıştır" görüşünü dile getirdi.
Ahmet Yıldırım'ın konuşamasının tam metni şöyle:
Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı, Saygıdeğer Milletvekilleri, Değerli Konuklar ve Sevgili Çocuklar; hepinizi Halkların Demokratik Partisi ve şahsım adına saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Geleceğimiz, saflığın nişanesi, sevgi yumakları tüm dünya çocuklarının Çocuk Bayramını Kutluyorum. Tüm Dünya çocuklarına savaşsız, sömürüsüz, gözyaşısız, çocuk işçiliği ve istismarının olmadığı özgür, mutlu bir yaşam diliyorum.
Değerli milletvekilleri konuşmamı anayasa/parlamenter sistem ve çocuk hakları olmak üzere iki kısımdan oluşturacağım.
23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduğu dönem ülkedeki etnik, inanç çeşitliliğinin önemi açısından bazı noktalardan eleştirilse de bugünden çok daha iyi olduğu muhakkaktır. Arzu edilen düzeyde olmasa da 1921 Anayasası etnik kimliklere vurgu yapmadan, ülkedeki çeşitlilikleri mozaik gibi görerek ülkedeki kimliklerin temsilini Mecliste sağlayabilmişti. Sonraki dönemlerde anayasanın geliştirilmesi, kapsayıcılığının genişlemesi, devleti merkezileşmeden yerelliğe taşıması beklenirken 1924 Anayasası ile tekliğin inşa edildiği çoğulculuğu reddeden, yerelleşme yerine merkezileşen, toplumun huzuru yerine iktidarların kalıcılığını esas alan, insan merkezli olmak yerine kurumları merkezine alan bir yapıya geçilmiştir. Değiştirilen sadece bir metin değildi maalesef, ülkenin geleceğinin aydınlığıydı.
Sonraki dönemler bu tekçi ruh sayesinde ülke askeri darbeler ile karşılaştı. 27 Mayıs 1960, 22 Şubat 1962, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbesi ile ülkede siyaset sayesinde on yıllar, nesiller heba oldu. 1980 darbesi sonrası referanduma giden ve hiçbir zaman meşrutiyet kazanmayan bir anayasa yapıldı. 1982 Anayasası ile bu ülkenin eğitim sisteminden, emek alanına, etnik kimliklerinden, cinsiyet eşitsizliğine, çocuk haklarından, inanç haklarına kadar bir farklı katman daha da yaralanmış oldu. Sonraki yıllarda literatüre girmese de MGK’lar eli ile siyasete yön veren darbeler oldu. Mevcut hükümetin temellerinin atılmasını sağlayan 28 Şubat 1997 post-modern darbe; büyümesine katkı sağlayan 27 Nisan 2007 e-muhtırası ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimine gelen süreci hep birlikte teneffüs ettik. Bu zaman dilimlerinin arasında ülke en büyük refah dönemlerini etnik kimlikler ile barış adımlarının atıldığı zamanlarda yaşamıştır. Ancak ülke bin bir renkli çiçek ruhuna her yaklaştığında sivil görünümlü milliyetçi militaristler ve üniformalı askerler tarafından yeni darbeler planlanmış, savaş planları yapılmıştır.
En son Çözüm Süreci olarak adlandırılan Devletin Kürt halkı ile barış iklimine de, 30 Ekim 2014 MGK’sı ile dinamit döşendi ve AKP Hükümeti çözüm sürecine noktayı koydu. Ve o günden beri şehirlerin yıkıldığı, binlerce insanın yaşamını yitirdiği ve yaralandığı, yine binlercesinin tutuklandığı bir karanlık döneme girmiş olduk. Bu karanlık dönem 15 Temmuz darbe girişimine giden yolu açmıştır. Kürtlerin şehirlerini yok eden, katliamlar gerçekleştiren askerler/generaller yine AKP Hükümeti’nin getirdiği bir yasa ile dokunulmazlık zırhı elde ettikten sadece 40 gün sonra darbe girişiminde bulunma cüreti buldukları unutulmamalıdır.
Ancak suç sadece üniformalılarda değildir. Çünkü sivil siyasette darbelerden beslenmeyi bildi maalesef. 15 Temmuz darbesinden sonra da darbeler olmaya devam etmiştir. 4 Kasım’da milletvekillerinin tutuklanmasına yol açan yargı darbesi ve 16 Nisan’da referandumu yani halkoylarını sabote eden YSK darbesi olmuştur. Bu anlamıyla sivil siyaset de darbecilerin zihniyetiyle hareket etmiş ve 4 Kasım 2016’da sivil demokratik siyasete darbe yapmıştır.
Ancak gelinen nokta, sadece bir darbe sözcüğü ile anlatılıp bitirilemez. Tüm ülkenin yargısının bağımsızlığının da tarafsızlığının da biteceği; parlamentonun işlevsizleşeceği; tekliğin ve erilliğin gittikçe daha fazla yüceltileceği bir nokta, sonuçlarını bizim meşru görmediğimiz referandumdan sonra karşımızda durmaktadır.
Son Anayasa taslağı; Basın özgürlüğü önündeki engellerin kalkacağına dair hiçbir somut verinin olmadığı; sansürlerin ve yasakların devletin bekası adına devam edeceğini; farklı inanç ve kültürlerin yok sayılacağı, kadının eşit yurttaşlık haklarının tanınmayacağının; işçinin, emekçinin hakkının gasp edileceğinin ve tüm bu sorunların çocuklarımızın geleceğini doğrudan etkileyeceği bir sistem olarak önümüzde durmaktadır.
Değerli Milletvekilleri,
Ülkemiz maalesef eril ve militarist bakış açısını çocuklarımız üzerinden devam ettirmektedir. Çocuk dünyanın her yerinde çocuktur ve haklarını korumak tüm insanlığın görevidir. Devletler ise bunun gerekliliklerini yerine getirmekle mükelleftir. Bir çocuğun ilk hakkı yaşam, beslenme ve güvenlik ise ikinci hakkı dünyaya geldiği anadilini öğrenme ve eğitimini bu dil üzerinden sürdürmesidir. Ancak Türkiye’de Türkçe dışında tüm diller baskı ve asimilasyon politikalarına maruz kalmaktadır. Devlet yükümlülüklerini yerine getirmediği gibi yerel yönetimlerin ve özel kurumların anadilde eğitim konusundaki girişimlerini bazen yönetmelikler bazen cezalar ve bugünlerde kayyumlar eliyle engellemektedir.
Geçtiğimiz bir buçuk yıl içinde savaştan dolayı yerinden edilmek zorunda kalan, sağlık haklarına ulaşamayan binlerce Kürt çocuğu vardır. Sadece AKP Hükümetleri döneminde 600'e yakın çocuğun kolluk güçlerinin ateşiyle öldürüldüğünü düşünecek olursak konunun hangi boyutlarda olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bu konuda sadece siyasi partilerin, STK’ların söylemleri raporları tespitlerde bulunmamıştır, aynı zamanda uluslararası kuruluşlar da bu konuda Türkiye Devletini mahkûm edebilecek raporlar yayınlamıştır. Gelecekte detayları ortaya çıktıkça herkesin birey olarak tüm bu yaşananlar olurken sessiz kaldık diye yüzleri kızaracak, ama iş işten geçmiş olacaktır.
Oldukça can alıcı bir nokta olan cezaevinde olan çocuklar ile devam etmek istiyorum. Bu konuda kamuoyunda çokça tartışıldığı için bilinen 8 aylık Miraz bebek, 13 aylık Roza Diner, 10 aylık Roza Yakutlu ve daha 550 çocuk cezaevinde bulunuyor. Devlet çocukların geleceğine yatırım yapacağına, çocukların kalacağı cezaevlerine yatırım yapar hale geldi.
Sayın Başkan,
Emek alanından çocuk konusuna baktığımız zaman ise gerçekler daha korkunçlaşıyor.
Çocukken yoksulluk, göç, geleneksel bakış açısı ve eğitim olanaklarının yetersizliği sonucu “işçi” olmak zorunda kalan çocuklar Türkiye’de ciddi ve uzun yıllardır çözümsüz bir sorun olarak karşımıza durmaktadır.
Türkiye Avrupa ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda en kötü ülke konumundadır.
2016 yılında hayatını kaybeden çocuk işçi sayısı 56’dır. Son 3 yılda ise bu rakam 180’in üzerindedir.
UNİCEF verilerine göre; 6-18 yaş arasında 393 bin çocuk mevsimlik tarım işinde çalışıyor. Bu çocukların yarısı okula gitmeyip hafta da 40 saatten fazla çalışmaktadır. Yani eğitim, sağlık, ekonomik sömürüden korunma, uygun standartlarda yaşama, oyun oynama hakları ihlal edilmektedir.
Yine TÜİK verilerine göre Türkiye’de engelli olan 3-17 yaş aralığında 422 bin çocuk var. Bu çocuklar gerekli düzenlemeler yapılmadığı için, bilinçlendirme tam işlemediği için toplumsal yaşama etkin bir şekilde katılamamaktadır.
Değerli milletvekilleri çocukları birer istatistiksel veri olmaktan çıkarıp bizim geleceğimiz olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Bu ülkenin ve tüm dünyanın geleceği bizlerin yapacağı planlamalarda değil, çocuklarımızın barış, özgürlük ve bilimsel hayal güçlerinde olduğu kabul edilmelidir. Bu bir sorumluluk olduğu kadar aynı zamanda zorunluluktur. Çocuklara yazılmış güzel şiirler okumak önemlidir ama sorumluluklarımızı yerine getirmek çok daha önemlidir. Bu nedenle yapmamız gerekenleri kısaca özetleyecek olursak;
- Türkiye imzaladığı uluslararası sözleşmelere uymalı, sözleşmelerin uygulanması için gerekli düzenlemeleri yapmalı ve denetimleri sağlamalıdır.
- Çocuk işçiliğini önlemede en temel alan, eğitim politikalarıdır. Ancak ne yazık ki ülkemizde 4+4+4 eğitim sistemi çocuk işçiliğinin önünü açmaktadır. Bu nedenle eğitim sisteminde kesintisiz eğitim esas alınmalı ve denetimleri arttırılmalıdır
- Ücretsiz ve Anadilde eğitim hakkı, sosyal devlet ilkesi olmanın yanında tartışma götürmez bir evrensel haktır.
- Savaştan kaçan Türkiye’de bulunan ağırlıklı olarak Suriyeli olan ve tüm göçmen çocuklar için rehabilitasyon çalışmaları yapılmalı, eşit ve ulaşılabilir sağlık, eğitim ve barınma haklarından faydalanmaları için çalışmalar yapılmalıdır.
Tüm Genel Kurulu saygı ile selamlıyorum ve bir kez daha tüm çocukların bayramını kutluyorum.