Yıldıray Oğur, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'ün, Köşk'teki veda resepsiyonunda Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi'nin elini sıkmamasını eleştirdi. 28 Şubat sürecinden itibaren Gül çiftinin odağında bulunduğu olayları hatırlatan Oğur, "Ve yıllar sonra Hayrünnisa Gül Köşk'e veda resepsiyonunda, yıllar önce Arslan Güner’in kendisine yaptığını, o zihniyete karşı mücadele etmiş bir gazeteciye yapar" ifadesini kullandı.
Oğur'un, Türkiye gazetesinde "Köşk'ün duvarına asılan son tablo" başlığıyla yayımlanan (24 Ağustos 2014) yazısı şöyle:
‘Köşk'ün duvarına asılan son tablo’
Başörtüsü yüzünden liseyi dışardan bitirmiş, 1980 yılında girdiği üniversite sınavında salondan başörtüsü yüzünden çıkarılmış bir genç kadın. 18 yıl sonra üç çocuk annesi iken Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arap Dili Bölümünü kazanıyor.
28 Şubat’la Erbakan hükümetinin devrilmesinden birkaç ay sonrası. Üniversite başı açık fotoğraf diye diretiyor.
Ve o genç kadın birkaç ay önce darbeyle partisi iktidardan düşürülmüş siyasetçi eşini, noterleri, gazetecileri alıp üniversitenin kapısına dayanıyor. İçeri alınmadığını tutanağa geçiriyor.
Ve dönüp gazetecilere de şöyle diyor:
“Eşimin konumu olmasa başka yurttaşlıklara geçer, üniversite okurdum. Zaten sayısız teklif alıyorum.”
O genç kadının adı Hayrünnisa Gül.
1000 yıl süreceği söylenen 28 Şubat’ın ilk aylarında bu itirazı yüzünden günlerce “Show yapıyor, yalancı” diye manşetlerden saldırıya uğradı. Üslup Metin Toker’in “Koluna üç çocuk anası türbanlı eşini takan”dan, Ertuğrul Özkök’ün “okulunu bitirme tarihi konusunda bile halkı yanıltacak şaklabanlıklar yapacak olan türbanlılar”a kadar yerlerde sürünmekteydi.
Sokağa çıkmış başörtülü kadınlara küfretmenin, cesaretle Meclis’e girmiş Merve Kavakçı’ya ağır hakaretler yağdırmanın, küçücük çocuklara yuhalatmanın meşru olduğu zor günlerdi.
O günlerin zorluğunu en iyi Merve Kavakçı’nın kitabındaki o hatıra anlatır.
1999 seçimleri öncesidir. Merve Kavakçı başörtülü milletvekili adayı olarak yabancı basının da gözdesidir. Kavakçı’nın Washington Post adına kendisiyle konuşmaya gelen Amberin Zaman’la randevusu vardır. Öncesinde partinin dış ilişkiler sorumlusu Abdullah Gül’le aralarında çok ilginç bir konuşma geçer: “Sayın Gül o anda bana çok garip gelen bir teklif getirdi. ‘Merve kardeşim, röportajı yaparken, başını böyle değil de, şöyle bağlasan’ dedi ve eli ile anneannelerimizin kullandığı çene altından bağlanma şeklini gösterdi. Bu tarzın bana yakışmayacağına inandığımı söyledim kendisine ve ‘baş örtüş şeklimin neden bu kadar önemli olabileceğini’ düşündüm kendi kendime.”
Hayrünnisa Gül’ün mücadelesi 28 Şubat’la da bitmedi.
Eşi artık Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’dır. Ama o üniversiteye gitme hakkını elinden alanları AİHM’ye taşımıştır. Türkiye’nin pozisyonunu savunma makamı artık eşi olmasına rağmen. İhanetle, Türkiye’yi bir dışişleri bakanı eşi olarak yurt dışına şikayet etmekle suçlanır. Davadan uzun süre vazgeçmez. Sonra davasını geri alır.
Ve 2007. Türkiye tarihinde ilk kez bir kadının karşısına tankıyla tüfeğiyle bir ordu, sokaklara dökülmüş milyonlarca insan çıkacaktır.
Türkiye epey eski bir Türkiye’dir.
12 Nisan 2007 günü bütün kanallar 1.5 saat boyunca Genelkurmay Karargahı’nda Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın basın toplantısına bağlanmıştır. Asker ne der sorusunun en popüler soru olduğu günler. Paşa’nın Cumhurbaşkanlığı seçimi için ne diyeceği merak edilmektedir.
Bütün iç ve dış siyasi gündemi değerlendiren Büyükanıt, salondaki gazetecileri kahkahalara boğan bir espriyle girer esas mevzuya ve şöyle der: Cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde bağlı bir cumhurbaşkanı bekliyoruz, umut ediyoruz. “Hukuken daha fazlasını söylemeye hakkım yok” diyerek susar.
Ama şimdi diktatörlük rejimi altında inim inim inleyen gazeteciler paşa kadar bile demokrasilerde hadlerini bilmemektedir.
İlk sözü Radikal gazetesinden Murat Yetkin alır: “Cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde bağlı bir cumhurbaşkanı seçileceğine inancımı ifade ediyorum.. Bundan bir kuşkunuz mu var?”
Paşa önce anlamaz. Gazeteci heyecanla yeniler: “Bundan kuşkunuz mu var?”
“Daha fazla ne diyeyim” diye anlayış bekler Büyükanıt.
Söze bu kez Yetkin’in yanında oturan Emin Çölaşan girer: “Genel gidişten memnun musunuz. Belli adayların isimleri dolaşıyor ortalıkta. Hele bir tanesi var ön planda. Sizin bu tanımınıza onlar uyuyorlar mı?”
“Kişiler bazında konuşmuyorum” diye tekrarlar Büyükanıt. Tekrar, Yetkin sorum tamamlanmadı diye ayağa kalkar: “Seçilecek şahsın bu kriterlere uyup uymadığına bir karar vereceksiniz demek ki, o süreci nasıl bekliyorsunuz, tutumunuz ne olacak TSK olarak?”
“Cumhurbaşkanlığı konusunda daha fazla konuşmak istemiyorum” der Büyükanıt yeniden.
Aslı Aydıntaşbaş’ın darbe günlüklerini yayınlayan Nokta dergisine çakması için pas sorusundan sonra Taki Doğan çıkar sahneye: “Subay eşlerinin türban takması yasak. Acaba başkomutanının eşi türbanlı olursa alt taraftaki subayların başkomutana bakışı nasıl olur?”
Büyükanıt’ın cevabı, muzipçe: “Sorunuzu aldım Taki Bey.”
Paşalarıyla mutlu mesut bir 1.5 saat geçiren gazeteciler coşkuyla yazarlar izlenimlerini. Muharrem Sarıkaya’nın yazısından özetleyelim: Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın dünkü basın toplantısı için söylenecek tek cümle var: "Hukukun içinde kalarak, kibar, esprili bir üslupla mesajını verdi."
Peki kimdir bu sözlerin muhatabı, onu da Murat Yetkin’inden okuyalım:
“Prof. Dr. Türkan Saylan konuşmasında 'Çankaya'da Cumhuriyet'i içine sindirmiş bir çift görmek istiyoruz" diyerek yeni bir kavramı ortaya attı. Yani Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın 'Cumhuriyet ilkelerine sözde değil, özde bağlı cumhurbaşkanı' tanımı, bir adım ileriye götürülmüş oldu: Türkiye'de şimdiye dek görülmüş en büyük mitingleri iki hafta arayla oluşturanlar için cumhurbaşkanının eşinin de laikliğe 'sözde değil, özde' bağlı olması isteniyordu. Bunu yazmak üzüntü verici, ama kastedilenin cumhurbaşkanı adayı, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün kapalı eşi Hayrünnisa Hanım mı olduğunu sormak, artık gerekiyor.”
Konuşmadan sonra düğmeye basılmıştır artık. 14 Nisan Ankara Tandoğan’da milyonlar türbanlı 'first lady'ye karşı sokaklara inerler. Tandoğan’daki mitingi yine Muharrem Sarıkaya’dan okuyalım:
“Elinde Türk bayrağı, ağzında 'halk destanı', yüreğinde vatan sevdasından başka bir şeyi yoktu.
Omuz omuza, yan yana, kol kola tek bir yere; Mustafa Kemal Atatürk'e; Anıtkabir'e yürüdü… Direniş, gerilimi artırmaktan başka fayda getirmez. Ayrıca, bugün askerin bildirisindeki görüşleri savunan, bunu 'cumhuriyetin korunması' olarak algılayan önemli bir kitle desteğinin varlığının 14 Nisan'da görüldüğü de unutulmamalı.”
İzmir’deki cumhuriyet mitingini coşkuyla aktaran Murat Yetkin de kalabalıktan aynı “Direnmeyin” mesajı çıkarmıştır: “Fazla 'zor'un oyunu bozduğu kuralı işliyor. İzmir dün kendisine 'gâvur İzmir' diyenlere gülerek, biraz da bunu gösterdi.”
Sonra 27 Nisan Muhtırası gelir. Muhtıra muhalifler tarafından sevinçle karşılanır. Dönemin CHP milletvekili Zeynep Damla Gürel muhtıradan bir gün sonra Hürriyet gazetesine şöyle der örneğin:
“Org. Büyükanıt, önemli bir konuya dikkat çekmek istedi. Burada bence hepimizi önemli sorumluluklar düşüyor. Bir an evvel erken seçime gitmek gerekiyor. Hepimiz açısından hayırlı olacaktır. Darbe uyarısı değildi, sadece önemli bir uyarıydı.”
Muhtıranın muhataplarından biri de Hayrünnisa Gül’dür. Esas mesele başörtülü 'first lady’dir çünkü.
Ahmet Hakan’dan okuyalım:
"Muhtıraya karşıyız" diyeceğiz ve ötesini söyleyemeyecek miyiz? Ben ötesini de söylerim arkadaş! Mesela şunu söylerim: Tayyip Erdoğan da gulyabani değildi ki. Ona neden itiraz ediliyorsa Gül’e de aynı noktadan itiraz edileceği fark edilmeliydi. "Cumhurbaşkanı/Başbakan/Meclis Başkanı"nın, aynı siyasi sembollere ve çizgiye sahip kişilerden oluşması, Türkiye’nin gerçek fotoğrafını yansıtmayacaktı. Bu duruma dikkat edilmeliydi.”
Erdoğan’ın liderliğinde muhtıra da aşılır. Gül çifti Çankaya’ya çıkar. Ama başörtüsü hâlâ tabudur.
2007'de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü KKTC dönüşü protokolde karşılayan Org. Aslan Güner, Hayrünnisa Gül'ün elini sıkmamak için protokol sırasında çıkar.
Hayrünnisa Gül yıllarca bu muameleye karşı mücadele eder. Ortalıklarda görünmemek zorunda kalır. Resepsiyonlarda yıllarca eşinin yanında duramaz. Meclis açılışına ancak yıllar sonra katılabilir.
Sonra Türkiye normalleşir AK Parti başörtüsüne önce üniversitelerin sonra kamunun kapılarını açar Devlet başörtülü 'first lady'lere alışır
Ve yıllar sonra Hayrünnisa Gül Köşk'e veda resepsiyonunda, yıllar önce Arslan Güner’in kendisine yaptığını, o zihniyete karşı mücadele etmiş bir gazeteciye yapar.
Yıllar önce Büyükanıt’tan Çankaya yolunu kesecek muhtıra koparmaya çalışan, hakaretlere uğradığı mitinglerden coşkulu yazılar yazan Murat Yetkin ve Muharrem Sarıkaya’ya özel demeç verir ve şöyle der: “Bugünlerde yaşadıklarım beni 28 Şubat’tan daha çok üzdü. İntifadayı ben başlatıyorum.”
Bu sözlerini 16 yıl önce başörtüsüyle üniversite kapısına dayanınca kendisine hakaret eden Ertuğrul Özkök coşkuyla alkışlar. Başörtülülere hakaret eden Fatih Altaylı’dan helal olsun, onun varlığına karşı yayınlanmış muhtırada boncuk bulan Ahmet Hakan’dan cesaret madalyası alır.
Herhalde bu tebrik mesajlarını bir dosya halinde hanımefendi ve beyefendiye de Büyükanıt muhtırasından hayırlar çıkarmış başdanışmanları sunmuştur.
Böylesine gerçek bir 28 Şubat, 27 Nisan ve rejim mağduru “Bugün yaşadıklarım 28 Şubat’tan kötü” diyorsa durup üzerinde düşünmek gerekir. Manşetler, muhtıralar, meydanlarda hakaret eden milyonlar… Köşk’te bütün bu yaşananlardan daha kötü ne yaşanmış olabilir?
Belki de cevap açıklamasındaki şu soruda gizlidir: “Çizgimizde bir değişiklik oldu mu?”
Gül çiftinin bu sorunun cevabı üzerine düşünmeye uzun uzun vakitleri olacak.