Gündem

Hayrettin Karaman: AKP, Müslümanların şiddetle bağını kesti

Karaman, kendisine karşı yapılan protestolar için "Alışığım, 40 yıl önce başlayan bir muhalefet vardır bana karşı" dedi.

16 Mayıs 2011 03:00

T24- Yeni Şafak yazarı İlahiyat Profesörü fıkıhçı Hayreddin Karaman, en son Başakşehir Belediyesi'nin "Kuran’daki Peygamber" konulu panelinde kendisine karşı yapılan protestolar için "Alışığım,  40 yıl önce başlayan bir muhalefet vardır bana karşı" dedi. Karaman, bu dışlanmaya "lider konumunda olduğu dönemde İmam Hatip Liseleri'ndeki çocukları onlara çengel takan parti ve siyasetçilerden kurtarma çabasının neden olduğunu" söyledi. Karaman, AKP'nin İslamcı harekete etkisini de "şiddet ve Müslümanlar arasındaki ilişkiyi zayıflatmak" olarak gösterdi.

Ezgi Başaran'ın Radikal gazetesinde yayımlanan (16 Mayıs 2011) söyleşisi şöyle:




Başakşehir’de iki hafta önce başınıza gelen olayı anlatır mısınız?

Başakşehir Belediyesi’nin kültür birimi konferans vermem için çağırmıştı beni. Hem tarihin Kutlu Doğum Haftası’na denk gelmesi hem de yeni çıkan kitabım ‘Kuran’daki Peygamber’ vesileleriyle konumuz ‘Kuran’daki Peygamber’ kavramı olsun denildi. Sonra belediye bu konferansı ilan etti. Sonra bir anda belediye belli bir çevreden olduğu anlaşılan kişiler tarafından protesto yağmuruna tutuldu. Yağmur lafı yumuşak kalır, fırtına diyelim. Üst üste telefonlar, email’ler… İnternette karşıt grup kurmuşlar. Bir de benim fotoğrafım olan konferans posterini tadil edip, üstüne ‘DUR’ işareti iliştirmişler.

Nedir dertleri?

İşte “Bu nasıl bir gaflet ve hatta hıyanettir ki Hayreddin Karaman’ı konferansa davet edersiniz?” gibi. Yahut da “Ehl-i Sünnet hassasiyeti olan kardeşlerimizi tepkiye davet ediyoruz. Bunun için bütün araçları kullansınlar” diyorlar. Yani dört koldan saldırdılar. Facebook’ta da bir grup kurmuşlar hakkımda.

Belediye nasıl bir tepki gösterdi bu protestolara?

Görevlilerden biri konferanstan bir gün önce telefon etti ve “Hocam böyle bir hareketlilik var. Konferansta birileri bağırıp çağırırsa şaşırmayın” dedi. Ben de böyle şeylere alışık olduğumu ve bağırıp çıkarsa dinleyeceğimi söyledim.

Konferansta bir tatsızlık çıktı mı?

Elhamdülillah yaşanmadı. Çünkü konferanslarıma, sayıları hayli fazla olan öğrencilerim gelir. Yani fikir ve gönül bağı olan insanlar toplanır. Onların içerisinde de protesto benzeri bir reaksiyon vermek pek kolay değildir. Cesaret ister. O yüzden olmadı.

Siz bunlara alışıksınız değil mi?

Tabii. Ömrüm boyunca bu tarz kimse ve gruplarla çok karşılaştım. 40 yıl önce başlayan bir muhalefet vardır bana karşı. Beni nelerle itham etmişlerdi… Onların bazıları bugün devam ediyor.

Nelerle itham edildiniz?

Bazıları birbiriyle çelişen bir yığın şey… Mesela Suudi Arabistan’daki Müslümanların itikadî mezheplerine verilen ad olan Vahabi’yi bana yakıştırmışlardı. Sonra birileri ‘reformcu’ dedi. Bir insan nasıl hem Vahabi olur hem de reformcu, belli değil. Çünkü reformculuktan maksat modernist demektir ama Vahabi ‘geriye doğru’ anlamı taşır. Daha bunlarla bitmiyor: Modernistlere ilham verdiği söylenen âlimlerden Muhammed Abduh ve Cemalettin Efgani’yi kastederek ‘Abduhçu-Efganici’ diyenler vardı. Bir de tabii meşhur ‘mezhepsiz’ ve ‘naylon müctehit’ yakıştırmaları mevcut.

Niye kafayı takıyorlar size?

Üç sebebi var: Siyasi, dini ve psikolojik. 70’li yıllarda bir kısım siyasi partiler imam hatip neslini kendi alanlarına çekmek istiyordu. Hem orada okuyanlar hem onların akrabaları hem öğretmenleri hem de mezunları olarak baktığınızda birkaç milyon insan eder. Herbiri için önemli bir siyasi rant vardır. Ben şahsen bu duruma karşıydım. Çünkü farklı partilerin sızmasının imam hatipliler arasında düşmanlığa, kopukluğa sebep olduğunu düşünüyordum.

Siz o dönemde de etkili miydiniz?

Evet. İHL’nin ağabey denilen lider konumundaki kişilerindendim. Yaşça büyüktüm. Okula girmeden önce eski Arapça medrese ilimlerini biraz biliyordum.

İHL’yi siyasetten uzak tutma çabanız mı bazılarını rahatsız etmişti?

Elbette. Lider konumdaki birkaç kişi toplanıp “Liseden mezun olduktan sonra gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım memurlarından olmayalım. Bizim bir misyonumuz var” dedik.

Ne gibi bir misyon?

Sonraları biraz değişmiş olabilir ama başlangıçta samimi olarak dini hayatta boşlukları doldurmaktı. Bunun için de herhangi bir partinin siyasi aracı olmamalıydık. Fakat tabii o partiler ve bazı tarikatlar da İHL ile irtibat kurmaya devam ediyordu bu arada. Bazı çocuklara çengel atmayı da başarmışlardır. Ben de çocukları kurtarmak için uğraştım. Bu halim birçoklarını rahatsız etti. Benim dışlanmamın siyasi sebebi bu.

Bir de dini ve psikolojik sebepler var demiştiniz?

Dini olarak bana muhalefet edenlerin söylemleri benim Kitab’ı yorumlama yöntemim ve İslam anlayışımla alakalı.

Siz kendinizi reformist olarak mı görüyorsunuz?

Hayır. Dini anlamak için iki yöntem vardır: Biri taklitçi, diğeri içtihad. Taklit, dini bilgileri tenkitsiz şekilde kabul etmektir. İçtihad ise daha evvel yapılmış açıklamaları, o âlimlerin metodolojisini kullanarak yeniden üretmektir. Burada eğer çağdaş bir metodoloji geliştiriyorsanız, modernist yahut reformist olursunuz. Halbuki ben klasik usulü kullanarak yeniden üretmeyi tercih ediyorum, o nedenle reformist değilim. Fakat bu tutumum da kimi çevreleri çokça rahatsız ediyor. Muhalefetin üçüncü sebebi ise insani zaaflardan kaynaklanıyor. Kitaplarınız varsa, biraz öne çıktıysanız, sizi tutanların sayısı fazlaysa kıskançlık yaratabilir.

Bugün de bu sebepler geçerli mi?

Evet. Birçok yazar-çizer yazılarında beni eleştirir. Eleştirilerinin en temelinde bu sebepler yatar. Hatta son zamanlarda yine aleyhimde bir-iki kitap bile çıktı. Ama Başakşehir’deki olay biraz farklı.

Onlar için “şebeke gibi çalışıyor” demiştiniz yazınızda…

Biraz öyle tabii. İsim vermek istemiyorum ama kaynağı belli.
Facebook’taki protestonun altında Cüppeli Ahmet Hoca’nın reklamları var. Onu mu kastediyorsunuz?

İsim zikretmek istemiyorum. Ama şunu biliyorum: Onun mensubu olduğu cemaatin tamamı da bana karşı değildir. O kişi ısrarla beni hedef alan bir kampanya yürütüyor.

Tedirgin misiniz?

Gerçekten söylemiş olduğum sözleri eleştirseler hiç rahatsız olmayacağım. Çünkü benim arkasında durduğum, tevil etmediğim ama onlara ters gelen binlerce mesele var. Fakat son zamanlarda alevlenen bu kampanya yalan ve iftira dolu. Söylemediğim şeyleri söylemişim gibi aksettiriyorlar. Son derece rahatsız edici. Ahlaki problemleri var.

Tarikatlarla aranız iyi değil herhalde.

Zamanında bana ters bakan bazı tarikatlar ve cemaatler vardı ama şimdi onlarla çok iyiyiz. Çünkü benim birlik ve beraberlik çağrım karşılığını buluyor. Bazıları da sanki kötü bir şeymiş gibi beni ‘diyalogcu’ diye eleştiriyor.

AKP, Müslümanların şiddetle bağını kesti

Başakşehir olayından sonra “Dine en çok zarar verenler sakalı sarığıyla Müslüman görünen ahlaksızlardı” diye yazdınız. Din, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren iki türlü kullanıldı. Biri; dini daha hürriyet içinde yaşamak için. Diğeri de; bu ülkenin rejimini değiştirmek ve şeriat getirmek için. Şeriat talep edenlerin bir kısmı demokrasi kuralları içerisinde örgütlendi. Diğeri ise gerekirse şiddet kullanmakta sakınca görmeyen gizli oluşumlardı. Bu da din özgürlüğüne zarar verdi.

Bugün Türkiye’de radikal İslamcıların etkisi ne mertebede?

Türkiye’de şiddet kullanarak düzen değiştirme hareketleri hiçbir zaman tutmaz. Bu fikirde olan gruplar var mıdır, vardır. Her ideolojide olur ama bu ülkenin genleri bu tür grupları kabul etmiyor. Radikal İslamcı’dan kasıt şeriatçı olmak ise her Müslüman şeriatçıdır. Namaz kılarsınız, haramlardan uzak durup helallere yanaşırsınız, bunlar şeriatçılıktır. Buna radikal mi diyeceksiniz? Radikal İslamcılık,fundamental İslamcılık tarifleri biraz Batı’ya ait.

Ilımlı İslam da biraz öyle bir tarif değil mi?

Tabii örnek olarak da AK Parti’yi gösteriyor ABD. Hatta bence Fethullah Gülen cemaatini de öyle görüyor. Aslında AK Parti için ‘ılımlı İslamcı’ sözü ancak partililerin hayat tarzlarına bakılarak söylenebilir. Yoksa partinin programı İslamcı değil.

AKP iktidarı Türkiye’deki İslamcı hareketi nasıl etkiledi?

AKP, şiddet ve Müslümanlar arasındaki ilişkiyi çok zayıflattı. Şiddeti aklından geçiren grupları son derece marjinalleştirdi. Şeriatçı olan Müslümanlar AKP’nin vizyonunu kendilerine çok uygun buldu.

Nasıl yani?

O Müslümanlar şunu gördü: Dünya ve Türkiye şartlarında bir partinin İslamcı olması, şeriat getireceğim demesi şart değildir. Din özgürlüğünü ve insan haklarını güçlendirmesi yeterlidir.

8 yıl içinde yasal değişiklikle başörtüsü sorununu çözebilirdi, yapmadı. Bu nasıl karşılanıyor?

Dindarlar diyor ki; AKP başörtüsü yasağına zemin hazırlayan anti-demokratik maddeleri değiştirirse zaten sorun halledilir. Halk şunu anladı: Bir değişikliği başörtüsü adına değil de demokrasi adına yaparsanız daha az kişi karşı çıkıyor. Başörtüsü kelimesini kullanmayıp “Eğitim hakkının önündeki engelleri kaldıralım” demek çok daha mantıklı.

Bu politikanın bir adı var ama galiba değil mi?

Anladım neyi kastettiğinizi. Hayır, kesinlikle takiyye değil bu. Çünkü onlar o kelimeleri kullanmanın zararlı olduğunu gördü ama herkes biliyor ki demokratikleşme kavramının içinde başını örtmek isteyenin örtmesi, açmak isteyenin açması vardır.

Bin Ladin konusunda emin değilim

Usame Bin Ladin’in öldürülmesi Cumhurbaşkanı’nda memnuniyet yarattı. Sizde?

Karmaşık duygular içindeyim. El Kaide örgütünün aslı bir türlü bilinmiyor, arkası çok karanlık. Eğer Bin Ladin’in ABD tarafından kullanıldığını düşünüyorsanız, bu konuda teorilere yeterince vâkıfsanız adama acıyabilirsiniz. Eğer o adam yaşadığı sürece kimsenin can güvenliği yoktu, nerede hangi bomba patlar belli değildi, tek sorumlu oydu diye inanıyorsanız da öldürülmesine sevinirsiniz. Demek ki Cumhurbaşkanı bu ikinci seçeneğe inanıyordu. Ben o kadar emin değilim. Olup bitenlerin bir kısmının El Kaide’ye mal edildiğini düşünüyorum.

El Kaide’nin Türkiye’yle bağlantısı olup olmadığını biliyor musunuz?

Hayatımda hiç El Kaide’ye mensup biriyle karşılaşmadım. Ama bu yok anlamına da gelmez.