T24 - Bir süredir Silivri'deki davayı yerinde izleyen Mor ve Ötesi grubunun solisti Harun Tekin, 'Balyoz'u nasıl gördüğünü ve "Yokolsun" dediği CHP'ye karşı neden yumuşadığını anlattı.
Radikal gazetesinden Ezgi Başaran'ın "Silivri'ye gide gele değiştim" başlığıyla yayımlanan (6 Haziran 2011) yazısı şöyle:
Silivri'ye gide gele değiştim
Silivri’ye Balyoz davalarını izlemeye gidiyormuşsunuz. Neden?
Çok sevdiğim bir yakınım Balyoz sanığı. O yüzden davalara gidiyorum.
Yakın çevrenizden birinin darbe teşebbüsüyle suçlanması size ne hissettirdi?
Aylar içerisinde Balyoz davasına dışarıdan bakmakla içeriden bakmanın farkını deneyimledim.
Nedir fark?
Dışardan bakınca “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” türünden bir dizi fikirle “Herhalde bir şeyler vardır” diyorsun. Ama bunu derken iddianameler yahut sanık savunmalarına dayandırmıyorsun fikirlerini. Çeşitli gazetelerden bölük pörçük bir şeyler okumuşsun, o kadar. İçine girince görüyorsun ki yeterince bilgin yok.
İddianameyi okudunuz mu?
Tamamen değil, belli bölümlerini okudum. Aklımın almadığı, beni hayrete düşüren ciddi çelişkiler var iddianamede. Savunmaları da takip ettim. Polis tutanaklarını da inceledim.
Ekrem bey kim?
Daha önce hiç polis tutanağı okumuş muydunuz?
Hayatımda bir kere. Cep telefonumu kaybettiğimde sigortasından faydalanmak için karakola gitmiştim. Tek ihtiyacım olan ‘Cep telefonumu kaybettim. Adım da Harun Tekin’ yazan bir kâğıt almaktı, ki o kâğıdı garanti belgesiyle götürüp yeni telefonumu alabileyim. Tutanağı alıp telefoncuya gittiğimde bana “Ekrem Bey, sizin kimliğinizdeki isimle, tutanaktaki isim birbirini tutmuyor” dediler. Ben de “Ne Ekrem Bey’i, ben Harun’um” dedim. Doğal olarak. Meğer memur bey bir önceki tutanaktan copy-paste yaparak hazırlamış benim tutanağı. Dolayısıyla Balyoz tutanaklarını da bu anımı hatırda tutarak okudum.
Size göre Silivri’de ne oluyor?
Hangi pozisyonda olursa olsun insanların yargılanmasıyla ilgili bir problemim yok, olamaz. Sanık yakınları da yargılama olmasın demiyor. Ama tutuklu yargılanmanın gerçekten çok yersiz uygulanan bir pratiğe dönüştüğünü bir kez daha fark ettim. Silivri’ye gidince Balyoz sürecindeki hukuki ihlalleri çok net görüyorsunuz. Örneğin sanıkların lehine olan delillerin toplanmadığını, toplananların çok uzun süre adli emanette saklı tutulduğunu filan oraya gidip geldikten sonra fark ediyorsunuz. Ait olduğu siyasi kamp ne olursa olsun, bir insan Silivri’deki bir celseye geldiği zaman mevzuya bakışında kesinlikle değişiklik oluyor. Enteresan bir ortam var.
O ne demek?
Savunmaların okunması sırasında bir tuhaf oluyorsunuz. Bazıları çok farklı yerlerden dokunuyor insana. Mesela 12 Eylül mağduru Balyoz sanıkları var. Ya da isnat edilen suçların işlendiği iddia edilen tarihlerde denizaltı komutanı olarak görevdeydim diyen... Yani iddianamede maddi hatalar olduğunu birinci elden görüyorsunuz. 12 Eylül’le doğru dürüst hesaplaşılmaması askeri cenahla ilgili negatif önyargılar olmasına sebep oluyor. O zaman da bir darbe iddiası ortaya atıldığında herkese inandırıcı geliyor. Mesela tutuklu yargılama konusuna Avrupa’dan bakıldığında bile sivillerin uğradığı haksızlıklar askerlerin uğradığı haksızlıklardan hep daha ön planda. Oysa bu da sakat. Balyoz, Ergenekon, KCK, Devrimci Karargâh, Festus Okey davalarının, bütün davaların çok daha özenli görülmesi gerektiğine inanıyorum. Bu davaların hakkaniyetle sürdürüldüğüne dair inancım sarsılmış durumda.
Balyoz davasıyla ilgili şüphelerinizden söz ettiğinizde ‘darbeci’, ‘postal yalayıcı’, ‘Ergenekoncu’ diye itham edildiğiniz oldu mu?
Yüzüme söyleyenler olmadı ama arkamdan konuşanlar mutlaka oluyordur. Bu da benim yıllardır kafayı taktığım bir şeyi gösteriyor: Ülkenin en büyük ortak paydası fanatizm. Fanatizm üzerinden yürüyen bir toplumsal hayatımız var. Bir kere fikir değiştirmek ayıp ve ilkelerinden taviz vermek gibi algılanıyor.
Tuhaf günler
Siz şimdi ilkelerinizden taviz mi verdiniz?
Hiç zannetmiyorum. Darbelere karşı her zaman ses çıkartmış, bu konuda hasbelkader şarkı yazmış bir grubun üyesi olarak sicilimi sorgulayacak değilim. Ha isteyen sorgulayabilir. 1980’den bu yana hukukun işlemesi konusunda bir arpa boyu yol kat edilmedi. Bu öyle bir problem ki KCK’dan tutuklu belediye başkanıyla Balyoz’dan tutuklu bir askeri aynı demokratik mücadelede birleştiriyor. Tuhaf bile denemez.
Kazananların adaletinin kime ne zaman nasıl vuracağının hiç belli olmadığını gösteriyor bir yandan da. Türk yargısına güvenim çok problemli bir noktada diyebilirim. Ahmet Şık ve Nedim Şener’e bakıyorum, artık her şey olabilir diyorum.
Korkuyorum mu demek bu?
Hayır sıkılıyorum. İnsanların belli kabuller etrafında toplanmış hali… Bir sürü eşim dostum, Balyoz davasının sürdürülme tarzındaki ve iddianamedeki hatalardan bihaber. O yüzden de bunlardan bahsedenleri ‘Ergenekoncu’ olarak yaftalıyor olabilirler. Ben elimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum ama hepsine zaman yetmiyor.
Siz anlatmaya çalışınca ne tepki alıyorsunuz?
Askeri vesayetin savunucusu gibi algılanmadan süregiden davalardaki sıkıntıları anlatmaktan bıkmayacağım. Ama ezbere konuşanlar anlatılanı anlayamayacak durumdalar. Biraz sakin olalım! Çünkü demokrasiyi tehdit eden tek şey askeri darbeler değil. Ciddi otoriter eğilimlerin alarm verdiği noktada darbe tehdidinin bertaraf edilmesinin her şeye bedel olduğunu düşünemiyorum.
“Birkaç yıl önce ‘CHP silinsin’ diyordum”
Referandumdaki oyunuz neydi?
Boykot. Evet demek için ikna olmuş değildim. Hayır da demedim çünkü Kürt hareketinin tavrına daha yakındım. Bu seçimi boykot etmeyeceğim çünkü süreç benim açımdan ilginç geçti.
Nasıl yani?
Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun aday tercihlerini ve bazı yaklaşımlarını çok değerli buluyorum. Son 8 yılımı yeminli bir CHP karşıtı olarak geçirmiştim. Fakat son aylarda olup bitenler şaşırtıcı.
Kastettiğiniz yeni CHP mi?
Evet. Sezgin Tanrıkulu ve Binnaz Toprak gibi isimlerin yönetimde olması önemli gelişmelerdi. Seçim barajıyla ilgili söylemler, anayasa taslağı, demokrasi pakedi gibi şeyler gözümü kapayamayacağım derecede olumlu gelişmelerdi.
CHP karşıtı olduğunuz 8 senede AKP’yle ilgili fikirleriniz neydi?
AKP sempatizanı değildim çünkü ileri derecede muhafazakâr, liberal ekonomi politikalarını pervasızca hayata geçiren, çevre sorunlarına tamamen duyarsız bir partiden söz ediyoruz. O yüzden son 8 yılım alternatifler arayarak geçti. Eleştirel kalmayı tercih ettim ve eleştirel olmak illa AKP-CHP arasında savrulup diğerini eleştirmek anlamına gelmiyor bana sorarsan.
Nedir size göre?
Hayatımız ve demokrasi sandıktan ibaret değil. Niye CHP’ye bu kadar kızdım diye sorguladığımda “Acaba tanıdığın bildiğin biri yanlış yaptığında daha çok kızarsın, o yüzden mi bu öfke” dedim. Ama hayır. Mesela Canan Arıtman gibi birinin yer aldığı parti ne benim bildiğim ne de tanıdığım bir şeydir. CHP’nin gerçekten ırkçılığa savrulan söylemleri vardı, hatırla. Yahut da Onur Öymen’i, Deniz Baykal’ı dinlediğimde çok büyük karamsarlığa kapılıyordum. Hatta siyaset sahnesinden silinsin diyordum.
Şu anda gerçekten değiştiğine inanıyor musunuz?
Elbette 6-7 ay içerisinde tabanıyla tepesiyle ‘Ne kadar güzel oldu’ diyebileceğimiz bir noktaya gelmesi olasılık dışı. Ama bir şeyler olduğu da kesin. Ne kadar samimiler bunu zaman gösterecek.
Murat Belge CHP’nin değişimini ‘AKP’lileşmek’ olarak yorumluyor.
Siyaset yapma tarzı açısından belli benzerlikleri olabilir ama o tarz da herhalde AKP’nin icat ettiği ve tekelinde olan bir tarz değildir. Murat Belge’yi anlıyorum ama katılmıyorum.
Neyin istikrarı bu?
İstikrar gibi kelimeler çok tehlikelidir. Bireysel hak ve özgürlükler, Kürt sorununa bakış, AB’den uzaklaşması, çevre politikaları gibi parametrelere baktığımda Türkiye için umut vaat ettiği hissine hiç kapılamıyorum. Hayatımızı çok ilgilendiren konularda buyurgan ve hoyrat bir tavır seziyorum. Kürt siyasal hareketini terörle özdeşleştirerek, Hopa’ya eşkıya inmiş diyerek berbat bir hava yaratıyorlar. Bu havadan onlar etkilenmeyecek mi? Turne yapan tüm sanatçılar böyle havaların nasıl egemen olduğunu bilir.