Karar yazarı Mustafa Karaalioğlu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte Afrin'e yönelik olarak düzenlediği Zeytin Dalı Harekâtı sonrası Türkiye'deki Suriyelilere dönük reaksiyon ve sataşmaların artmaya başladığını söyledi. Karaalioğlu, "Suriyelileri vatanlarından koparan şartlar ortadan kalkmadan onlara parmak sallamak, yapılanları yüzlerine vurmak veya gitmelerini istemek Türkiye’nin yazdığı insanlık öyküsüne gölge düşürmekten başka sonuç doğurmaz" dedi.
Karaalioğlu'nun "Ev sahibi" başlığıyla (6 Şubat 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Özellikle Afrin herakatının başlamasıyla birlikte bazı kesimlerde Suriyeli sığınmacılara yönelik reaksiyon ve sataşmalar artmaya başladı. Daha önce de çeşitli vesilelerle hedef oluyor ve eleştiriliyorlardı. Bazıları bunun için gerekçe aramazken bazıları şehit haberleri geldikçe harekete geçiyor. Tahmin edileceği gibi bu bahiste sosyal medyanın dili fazla sorumsuz, yanıltıcı ve ötekileştirici…
***
Söylemeye bile gerek yok, bu yanlış bir tavırdır. Canlarını kurtarmak için ülkemize sığınmış insanları hedefe koymak, yapılan iyilikleri yüzlerine çarpmak veya bir şekilde memnuniyetsizlik ifade etmek ev sahipliğine yakışmaz. Unutmayalım ki hiç kimse sebepsiz yere doğduğu, büyüdüğü topraklardan kopmaz, vatanını terk etmez. Dünyanın en güzel ve en rahat yerine gitseniz bile bu çok zor ve acıdır. Hepimizin bildiği gibi ölümcül zaruretler onları ülkelerinden kopardı. Ülkelerinde kaldıkları her gün eksilen, ölen, yok edilen ve 21’inci yüzyılın en büyük mağduriyetini yaşayan bir halk olarak canlarını kurtarabilecekleri yerlere sığındılar. Geride mallarını, topraklarını, evlerini, kariyerlerini, hatıralarını, ülkelerini bırakarak sonu belirsiz ve acı bir maceraya mecbur oldular. Bunun ne kadar kahredici ve güç bir durum olduğunu anlamak zorundayız. Onlara kapımızı açarak tarihe yazılacak bir insanlık ve kardeşlik örneği sergilediğimizi akıldan çıkarmamalıyız.
Türkiye’de bugün 3 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı bulunuyor, Bazıları kendileri için hazırlanan kamplarda, bazıları da hayatın içinde çeşitli şehirlerde yaşıyor.
Sadece Türkiye’de değil, iç savaş sonrası kıyımdan kurtulmak için Ürdün ve Lübnan gibi ülkelere de milyonlarca Suriyeli sığındı. Zaten koskoca bir Filistin mülteci kampı olan Ürdün’de şimdi 800 bin civarında da Suriyeli bulunuyor.
5 milyonun üzerinde nüfusa sahip Lübnan’ın ev sahipliği yaptığı Suriyeli sığınmacı sayısı ise 2.5 milyona yaklaşıyor. Yani nüfusunun neredeyse yarısı kadar…
Almanya… Hiçbir dil, din, ve ırk ortaklığı bulunmayan Suriyelilerin 1 milyonuna ev sahipliği yapıyor. Hıristiyan bir Avrupa ülkesi için özellikle dünyada aşırı sağın tırmandığı atmosferde hiç de küçümsenecek rakam değil. Kaldı ki Almanya’da 9 milyon civarında vatandaş olmayan yabancı uyruklu insan yaşıyor ve tahmin edileceği gibi bu rakamın büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşuyor.
***
Türkiye, geçmişte Saddam zulmünden kaçanları olduğu gibi bugün Esad’ın elinden kurtulanlara kucak açarak kendisine yaraşanı ve insanlığın gerektirdiği şeyi yapmıştır. Toplumun büyük çoğunluğu da bu insani hareketin ortağı olarak gelecek nesillerin gurur duyacağı bir ev sahipliği sergilemiştir.
Ayrıca, Suriye’de toplum ölümlerin, katliam saldırılarının hâlâ devam ettiğini, kimsenin güvende olmadığını da akıldan çıkarmayalım. Daha önceki akşam Rusya, dünyanın gözü önünde ve hiçbir şeyi umursamadan İdlib’de kimyasal silah kullanarak masum sivilleri yok etti. Moskova-İran desteğiyle iyiden iyiye şımarmış olan Esad da ne bugün ne yarın için kendi klanından olmayanlara garanti vermiyor ve hayat vadetmiyor. Etse bile kim güvenir…
Her şey gibi insanlık ve dostluk da sabır isteyen bir iştir. Suriyelileri vatanlarından koparan şartlar ortadan kalkmadan onlara parmak sallamak, yapılanları yüzlerine vurmak veya gitmelerini istemek Türkiye’nin yazdığı insanlık öyküsüne gölge düşürmekten başka sonuç doğurmaz.