Şükrü Hanioğlu
(Sabah - 2 Eylül 2012)
'İslamcılık' tartışması üzerine notlar
Bir süredir değişik yayın organlarında yazı ve mülâkatlar aracılığıyla sürdürülen "İslâmcılık" tartışması, son derece önemli olmasına karşılık, uzun süre entelektüel radarımıza girmesi engellenen bir konuyu gündeme getirdiği için fazlasıyla yararlı oldu.
Cumhuriyet sonrası ortamında genel olarak din, özel olarak da İslâmiyetin "karanlık çağlara ait hurâfât" biçiminde kavramsallaştırılarak merkezî entelektüel tartışmanın dışına itilmesinin (bu, söz konusu tartışmanın farklı zeminlerde yapılmadığı anlamına gelmez) önemli bir boşluk yarattığı şüphesizdir. Bu nedenle "İslâmcılık" tartışmasının geniş bir zeminde yapılması içeriğinden bağımsız olarak önem taşır.
Buna karşılık tartışmanın öznesinin ne olduğu konusundaki belirsizlik onun sıhhatli biçimde yapılmasını engellemektedir.
Bunda seküler literatinin, dindarlıktan el-Ka'ide ideolojisine varan bir yelpazede ve yedinci asırdan günümüze kadar ortaya konulan her yaklaşımı "İslâmcılık" olarak yaftalamasının ciddî bir rolü olduğu şüphesizdir.
Daha da vahim olarak Oryantalist metin okumaları ile tersine Oryantalizm neticesinde farklı dönemlerde değişik anlamlara gelen kavramsallaştırmaların eşanlamlı olarak kullanımı ve yaygın anakronizm, tartışmanın farklı özneler üzerinden yapılmasına neden olmaktadır. Bunun yanısıra "her Müslümanın İslâmcı olduğu" ya da "İslâm tarihinin aynı zamanda İslâmcılığın tarihi olduğu" türündeki iddialar tartışmanın öznesini fazlasıyla muğlâklaştırmaktadır.
Dolayısıyla son derece gerekli bir entelektüel tartışma olan "İslâmcılık"ın bir netice verebilmesi kavramın tanımı üzerinde bir anlaşmanın sağlanmasına bağlıdır.
Modernliğin reddi
Tartışmayı zorlaştıran en önemli iddia bir ideoloji olarak "İslâmcılık" ile modernlik arasında doğrudan bir ilişki bulunmadığı tezidir. Bunun tartışmayı farklı bir mecraya soktuğu şüphesizdir. Burada söylenilmeye çalışılan "İslâmcılık"ın gelenekle herhangi bir bağlantısı olmadığı, ondan tamamen kopuk bir ütopya yarattığı değildir. Buna karşın "İslâmcılık"ın modernlikten soyutlanarak, dindarlığın tarihî süreçteki doğal gelişimi olarak kavramsallaştırılması onu anlayabilmemizi imkânsız kılar.
Bir örnek vermek gerekirse Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'nin Makâlâtü'l-İslâmîyyîn ve ihtilâfü'l-musallîn eserinde "İslâmîyyîn" kelimesinin kullanılması nedeniyle "İslâmcılık"ın miladî 10. asra kadar geri götürülebilmesinin mümkün olabileceğinin ileri sürülmesi tipik bir anakronizmdir.
Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'nin "Müslimîn" yerine "İslâmîyyîn" ve "mü'minîn" yerine "musallîn" kelimelerini kullanması şüphesiz önemlidir. Ama bu kullanımda "İslâmîyyîn" hangi mezhebi benimsediklerine bakılmaksızın tüm Müslümanlar anlamında istimâl edilmiştir. Nitekim eserin başlığının ikinci kısmını oluşturan ifadedeki "musallîn" kelimesi de kullanıldığı bağlamda, farklılıklarına bakılmaksızın ibadetlerini yerine getirenlerin tümü (el-Gazali'nin daha sonra Faysal el-tefrika beyn el-İslam ve'l-zındaka eserinde kullanacağı ifadeyle kıbleye dönerek ibadetlerini yapanların tümü-ehl el-kıble anlamına gelmektedir. Osmanlı ûlemasının da Sadeddin Taftazani'nin tüm medreselerde okutulan Şerhü'l-makâsıd adlı eserinde Fahreddin el-Razî'ye atfederek tekrarladığı bu kavramsallaşmayı benimsediği şüphesizdir).
Ancak bütün bunlar bu ifadelerin literal değil kendi tarihî ve kültürel bağlamlarında değerlendirilmesinin ve tarihselleştirilmesinin gerekliliğini ortadan kaldırmaz.
Oryantalizm ve tersine Oryantalizm
Benzer şekilde on sekizinci asırdan itibaren Batı literatüründe Voltaire'in öncülüğünde Mahometisme yerine (Margoliouth, Gibb, Hurgronje benzeri Oryantalistler Mohammedanism kavramsallaştırmasını yeniden canlandıracaklardır) Islamismeifadesinin kullanılması on dokuzuncu asır öncesinde bir "İslâmcılık"ın varolduğunu ortaya koymaz. Burada "Islamism/ Islamisme," "İslâmcılık" değil "İslâmiyet" karşılığı olarak kullanılmış ve uzun süre de bu anlamını korumuştur. Nitekim Reinhart Dozy'nin büyük tartışmalar yaratan kitabı Het Islamisme, Fransızcaya Essai sur l'histoire de l'Islamisme başlığıyla tercüme edilmiş, eserin Türkçe çevirisini bu metin üzerinden yapan Abdullah Cevdet Bey de metne Tarih-i İslâmiyetadını vermeyi uygun görmüştür.
Batı Oryantalizminin "İslâmcılık" kavramsallaştırmasını, Gilles Kepel'in Mısır'daki İslâmcı hareketleri ele alan Peygamber ve Firavun (1984) kitabı sonrasında, Fazlur Rahman'ın Mevdudî ve Kutb'un yaklaşımları için uygun gördüğü "fundamentalism/ köktendincilik" ve "radikallik/ aşırılık" anlamında istimâle başlaması ile birinci kavramın Arapçaya usûlîyyûn olarak tercüme edilmesi kavram kargaşasını daha da artırmıştır. Oryantalist kavramsallaştırma ve tersine Oryantalizm diyebileceğimiz bir süreç sonucunda İslâm'ın temel kaynaklarına dönülmesi tezi, köktendincilik ve radikalizm ile eşanlamlı hale getirilmiştir ki, bunun yarattığı sakıncalar ortadadır.
Bunların ötesinde Oryantalistlerin sıklıkla kullandığı bir yöntem olan kelime ve kavramların kullanıldıkları metinlerin bağlamı ve tarihselliği göz önüne alınmayarak yorumlanmasıyla anlamlı bir entelektüel tartışmanın yürütülmesi mümkün değildir.
Batı hegemonyasına direnme
Benzer şekilde İslâm entelektüel düşüncesinde vahyin temel alınmasının gerekliliğini vurgulayan tartışmaların süregelmiş olması, İslâm tarihinin süregelen bir "İslâmcılık" hareketinin tarihi olarak algılanmasını gerektirmez. İslâmcılık, son tahlilde, modernliğin ürettiği bir ideolojidir.
Bu nedenle de onun yalın bir püritanizme ya da dinin temel kaynaklarına dönülmesi hareketine indirgenebilmesi mümkün değildir. Böylesi hareketlerin kuramsal düzeyde benzeri mesajlar verdikleri doğrudur. Ancak bu onları on dokuzunca asırda ortaya çıkan modern ve "kapsayıcı" bir ideolojiyle eş hale getirmez.
Dolayısıyla İslâmcılık gerek modernliğin ürünü olan yeni dünyanın sorunlarına cevap verme ve bu dünyadaki din kavramsallaştırılmasına itiraz etme, gerekse de Batı kültürel ve siyasî hegemonyasına karşı koyma amacıyla yaratılmış "aktivist" bir ideolojidir.
Türkiye'de İslâmcılık Düşüncesi üzerine yaptığı analitik derlemeyle bu konuda akademik tartışmayı başlatanların başında gelen Profesör İsmail Kara'nın kapsayıcı tanımını tekrarlayacak olursak bu "XIX-XX. yüzyılda, İslâm'ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, siyaset, eğitim) yeniden hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metodla Müslümanları, İslâm dünyasını batı sömürüsünden, zâlim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenîleştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist ve eklektik yönleri baskın siyasî, fikrî ve ilmî çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket"tir.
Tartışmayı bu kapsayıcı tanımdan hareket ederek sürdürmek ve Osmanlı/Türk İslâmcılığı üzerine analizler yapmak mümkün olabilir ki, bu da ayrı bir yazının konusudur.
Türkiye'de İslâmcılık Düşüncesi üzerine yaptığı analitik derlemeyle bu konuda akademik tartışmayı başlatanların başında gelen Profesör İsmail Kara'nın kapsayıcı tanımını tekrarlayacak olursak bu "XIX-XX. yüzyılda, İslâm'ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, siyaset, eğitim) yeniden hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metodla Müslümanları, İslâm dünyasını batı sömürüsünden, zâlim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenîleştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist ve eklektik yönleri baskın siyasî, fikrî ve ilmî çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket"tir.
Tartışmayı bu kapsayıcı tanımdan hareket ederek sürdürmek ve Osmanlı/Türk İslâmcılığı üzerine analizler yapmak mümkün olabilir ki, bu da ayrı bir yazının konusudur.