29 Eylül 2014 19:31
Hala Tanığız Platformu, Mısır Çarşısı Davası’ndan 16 yıldır yargılanan ve hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından usulünde bozulan, Sosyolog Pınar Selek’in 3 Ekim’deki duruşması için çağrıda bulundu. “Nihai beraata kadar bu dava bitmez” denilen çağrıda, “Mücadelemiz bir insan için değil, sistemin dışladığı ve bedel ödettiği herkesin hakkı için kendini ortaya atan Pınar Selek’in şahsında hedef gösterilen bütün hayat değerlerimiz için. Çok iyi biliyoruz ki Pınar Selek’in özgürce yaşayamadığı ve yaratamadığı bir Türkiye çoğumuz için de tutukevidir” ifadeleri kullanıldı.
Hala Tanığız Platformu, 3 Ekim’de tekrar görülmeye başlanacak ve Sosyolog Pınar Selek’in yargılandığı Mısır Çarşısı Davası hakkında çağrıda bulundu ve davanın süreci hakkında açıklama yapıldı.
Yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 30 Nisan’da görülen temyiz duruşmasında sosyolog-yazar Pınar Selek davasına dair müebbet hapis cezasını bozma kararının ardından, bu kez yeni mahkemede buluşmaya hazırlanıyoruz. 3 Ekim Cuma günü 10:00’da Çağlayan Adliyesi’ndeki İstanbul 15 Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek dava, tam on altı yıldır bir barış aktivistinden Mısır Çarşısı başlıklı devlet komplosuyla katliam sanığı yaratmaya çalışan hukuk cinayetinin yeni bir dönemecini simgeliyor.
Üç kez beraat ettiği bir davadan aynı mahkeme tarafından yeni hiçbir delil olmaksızın ağırlaştırılmış müebbete mahkûm edilen ve son olarak yine bizzat Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından mahkumiyeti bozulan Pınar Selek’in davası için bir kez daha yurt dışından kalabalık bir heyet gözlemci olarak katılıyor. Davayı her zamanki gibi Türkiye kamuoyu da yakından takip ediyor.
Pınar Selek’e bu oyunlar 28 Şubat’ta devletin tabu addettiği konulara dokunanların, o ‘tehlikeli’ saflarda duranların andıçlandığı karanlık bir dönemde oynandı. Bu nedenle biz de bir dönemle topyekûn ödeşiliyorsa, Pınar Selek’in ta o zamandan alacaklı olduğu adaleti geri isteyip durduk.
Mücadelemiz bir insan için değil, sistemin dışladığı ve bedel ödettiği herkesin hakkı için kendini ortaya atan Pınar Selek’in şahsında hedef gösterilen bütün hayat değerlerimiz için. Çok iyi biliyoruz ki Pınar Selek’in özgürce yaşayamadığı ve yaratamadığı bir Türkiye çoğumuz için de tutukevidir.
O nedenle bir kez daha 3 Ekim Cuma günü 09:30’da Çağlayan Adliyesi önünde basın açıklamamız için bir araya geliyoruz. Bunca yıl içinde edindiğimiz şiarla haykırıyoruz: Nihai beraate kadar bu dava bitmez..”
Hala Tanığız Platformu'nun 3 Ekim duruşması için hazırladığı davanın son hali ve gelişmeler şöyle:
Yaklaşık on beş yıldır Pınar Selek’e, ailesine ve adaletin yerini bulmasını bekleyen bizlere, hepimize bir kâbus yaşatılıyor. Artık hukuk hatası, hukuk ayıbı olmaktan çıkıp hukuk cinayetine dönüşmüş bu dava on altıncı yılına girdi.
Pınar Selek’in hedef olarak seçilmesi süreci 1997’de Kürt sorunu ile ilgili araştırması ile başladı. Savaş koşullarını ve neden bir türlü barışılamadığını anlamak ve anlatmak üzere konunun muhataplarıyla da görüşmesi, günün koşullarında cesur ama bir o kadar da tehlikeli bir adımdı. Dönem, sonradan düzmece olduğunu bizzat hazırlayanların da itiraf ettiği ‘andıç’lar ve ‘balans ayarı’ yapmak için tankların Ankara sokaklarında yürütüldüğü dönemdi. Devlet, Kürt sorununu savaşla ve ezerek çözmeye kararlıydı. Bu süreçte 11 Temmuz 1998’de Emniyet Müdürlüğü’nce gözaltına alınan Pınar Selek, görüştüğü kişilerin isimlerini vermediği için ağır işkence gördü ve araştırmasına el kondu. Pınar Selek aleyhine,sahte olduğu sonradan ortaya çıkan tutanaklar düzenlendi. Bunlardan bir tanesi, kendisine uygulanan Filistin askısında sol kolu çıkan Pınar için kolunun üstüne düştüğüne dair tutulan tutanaktı. (Emniyet tarafından Pınar’ın gözaltı süresinin uzatılması talebi kabul edilirken bile, Pınar’ı polisler dışında hiçbir yetkili görmedi.) Diğer tutanaklarda ise, Pınar ile ilişkilendirilmek istenen ancak kendisi gözaltına alınmadan önce imha edilen başkalarına ait patlayıcı ve malzemeler, birçok kimsenin girip çıktığı sokak çocukları için kurulan sanat atölyesinde bulunmuş gibi yansıtıldı. Oysa atölyede bulunduğu iddia edilen patlayıcıların atölye aranmadan 22 saat önce, Pınar’ın gözaltına alınmasından da 13 saat önce, imha edilmek üzere Emniyetin elinde olduğu, olay yeri inceleme raporunun tarih ve numarası ile ortaya çıktı. Sahtelikler bununla da kalmayarak, deliller üzerinde oynama yapılarak, patlayıcılarla ilgili tutanakta yer alan, incelemek üzere alınan kahverengi koli bandı, ekspertiz raporunda yok edilmiş, yerine patlayıcılarla ilgisi olmayan sarı renkli koli bandı konarak bu bantta Pınar’ın parmak izi tespiti yapıldığı belirtilmiştir. Pınar hakkında bir örgüt militanını günlerce atölyede sakladığı şeklinde hayali bir suçlama yapan polis, Pınar’ı gözaltına almadan önce kendisini uzun zamandır takip ettiği ve atölyeyi gözetim altına aldığı kendi raporlarında geçmesine rağmen, herhangi bir örgüt elemanı tespit edemediği gibi, atölye ile ilişkili olan (kiracısı dahil) hiç kimseyi de sorgulamadı. Pınar, DGM askeri hakimi tarafından ‘tek kişi’ olarak tutuklandı.
Çeşitli komploların, ‘andıç’ların gündeme geldiği 1998 döneminin konjonktüründe kurban olarak seçilen Pınar Selek, önce; konuya eğilecek tüm araştırmacılara ve aydınlara gözdağı vermenin sembolü haline getirildi. Pınar Selek’in tahliye olduktan sonra da geri çekilmeyip barış faaliyetlerine, kadın hareketine ve bilimsel çalışmalarına ağırlık vermesi ise tehdit, saldırı ve mahkeme sürecinin uzatılması üzerinden yürütülen komployu pekiştirdi.
Soruşturma süresince hiçbir avukat yardımından faydalandırılmayan Pınar Selek için ilk dava, tek kişi olarak “örgüt üyeliğinden” açıldı. Ümraniye Cezaevi’nde tutukluyken, bu kez de bir buçuk ay önce meydana gelmiş Mısır Çarşısı Patlaması ile ilişkilendirildiğini televizyon ekranlarından öğrendi. Komplo büyüyerek devam ediyordu.
Oysa 9 Temmuz 1998’de meydana gelen Mısır Çarşısı patlamasından 2 gün sonra ve patlama ile ilgili geniş çaplı soruşturmanın yapıldığı bir süreçte polisçe gözaltına alınan, uzun süredir takip edilen, nerede olduğu bilinen Pınar Selek’e patlama ile ilgili tek bir soru dahi sorulmamıştı. Bu durum Pınar Selek’in, üzerine yıkılmak istenen bir komployla karşı karşıya olduğunu bir kez daha ortaya koyuyordu.
Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlamadan hemen sonra Emniyetin bomba uzmanları tarafından hazırlanan 13 ve 14 Temmuz 1998 tarihli Polis Olay Yeri İnceleme tutanakları ve Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü Ekspertiz Raporu’nda bomba bulgusu bulunmadığı belirtilirken 20 Temmuz 1998 tarihli Polis Olay Yeri İnceleme Sonuç Raporu’nda da “Bombaya ait herhangi bir bulgu yok” dendi. Suçlamaya doğrudan tek dayanak olarak Abdülmecit Öztürk adlı bir kişinin “Mısır Çarşısı’na Pınar Selek ile bomba koyduk” şeklindeki polis ifadesi gösterildi. Bu suçlamalarla ilgili Pınar Selek için açılan ikinci dava daha sonra ilkiyle birleştirildi.
22 Aralık 1998’de Öztürk ve Selek hakkında Mısır Çarşısı’na bomba koymaktan açılan davanın duruşmasında Abdülmecit Öztürk ve başka iddialar nedeniyle tutuklanan diğer sanıklar, ağır işkence gördüklerini, Pınar Selek’i tanımadıklarını açıkladılar.05.07.1999 tarihli duruşmada ise,olay yerinde inceleme yapan Emniyetin Bomba İmha Bürosu amiri Başkomiser “Bir bomba izine rastlamadık. Tüp gaz kaçağı tabana yayıldığı için böyle bir patlama yapabilir. Bomba patlaması olsaydı, en azından patladığı yerde 50 cm.lik çukur açardı. Ancak olay yeri incelememizde böyle bir çukur tespitimiz olmamıştır” şeklinde ifade verdi.
15 Haziran 2000 tarihli İstanbul Üniversitesi Analitik Kimya Anabilim Dalı Başkanı Reşat Apak’ın raporunda “Savcılık raporu bilimsel olmayıp Mahkemeyi yanıltmaya matuftur. Nitroselüloz birçok maddede bulunur, bomba olduğunun kanıtı değildir” dendi. 27 Temmuz 2000 tarihli Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Raporu da Savcılık raporunun bilimsel olmadığını belirterek “Olguların hiçbiri bomba patlamasına bağlı yaralama örneklerine uymuyor” sonucunu açıkladı. Bu arada Mahkemenin tayin ettiği üç uzman profesörün raporunda da patlamanın kesinlikle bomba değil, tüp gaz kaçağından olduğu 21 Aralık 2000’da tescil edildi.
Yerel Mahkeme, 2,5 yıl sonra 22 Aralık 2000 tarihinde Pınar Selek’in tahliyesine karar verdi. Tahliye üzerine dönemin İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü, bu tahliyeden rahatsızlıklarını belirten 19.04.2001 tarihli bir yazıyı Mahkemeye yolladılar. Aynı kurumlar bu yazıyla birlikte, davanın tarafı olmadıkları ve Mahkemenin de bir talebi bulunmadığı halde, patlamadan yaklaşık 3 yıl geçtikten sonra “patlama bombadan kaynaklanmıştır” şeklindeki imzasız ve tarihsiz yeni bir raporun dosyaya girmesini sağlayarak Mahkemeden yeniden bilirkişiye gitmesini istediler. Mahkeme, her ne kadar raporu yasal delil olarak kabul etmese de, bu kurumların talebi doğrultusunda yeniden bilirkişiye gitti. Bu noktada da yargının bağımsızlığı ilkesine açıkça müdahale edilmiş oldu.
04.07.2002 tarihli, patlamanın menşeinin tespiti konusunda uzmanlıkları olmayan jandarmaların mütalaaları ile hazırlanan muhalefet şerhli raporun da deliller üzerinde karartma yapılarak hazırlandığı ve Emniyetin dosyaya koyduğu tarihsiz ve imzasız raporun bir kopyası olduğu ortaya çıktı. 10.07.2002’de Mahkemenin tayin ettiği bilirkişinin raporu, gaz kaçağı patlamasını teyid ederken dosyaya giren 21.11.2002 tarihli ve ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölüm Başkanlığı’nın hazırladığı ‘görüntülü işlem teknolojisi’nden yararlanılan son rapor da patlamanın gaz kaçağı diyen raporla uyumlu olduğunu, “jandarma raporunun” fizik kurallarına aykırılık içerdiğini belirterek patlamanın lahmacun fırınının içinde meydana geldiği tespitine yer verdi.
08.06.2006’da İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk hakkında Mısır Çarşısı patlamasına ilişkin “ceza verilmesine gerektirir kesin ve inandırıcı delilin elde edilemediğine” dair ilk beraat kararını açıkladı. Bu karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 17.04.2007 tarihinde “hüküm kurulmadığı” gerekçesiyle usulden bozuldu.
Yeniden yapılan yargılama sonucunda, 23.05.2008’de İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, eski kararını tekrar ederek, Pınar Selek ve Öztürk hakkında Mısır Çarşısı patlamasına ilişkin olarak beraat kararı verdi. Yardım yataklık ile ilgili suçlamadan da “zamanaşımından davanın ortadan kaldırılmasına” karar verdi. Mahkeme kararında, Pınar’la ile ilgili örgüt üyesi olduğuna dair iddiaları da inandırıcı bulunmadı. Böylelikle Pınar Selek ikinci kez beraat etti.
Tüm bu yıllar boyunca Abdülmecit Öztürk’ün soruşturma aşamasındaki işkence altında, avukat yardımından faydalandırılmadan alınan, sonradan reddettiği polis ifadesi, Mısır Çarşısı suçlaması ile Pınar Selek arasında kurulan tek bağ olarak kaldı. Öztürk hakkında verilen beraat kararına karşı savcı temyiz yoluna başvurmadığından, Öztürk hakkında verilen beraat kararı kesinleşti. Ancak Öztürk’ün ‘sözde itirafına’ dayanarak Pınar Selek’i suçlayan savcı, Öztürk hakkında verilen beraat kararını temyiz etmezken, Selek hakkındaki beraat kararını temyiz etti! Böylece, olmayacak bir şey daha oldu. İşkence altında Öztürk’e kabul ettirilen “Eylemi birlikte yaptık” şeklindeki ifade tutanağı, kendisi için geçerli ve inandırıcı bulunmazken, eylemde birlikte olduğunu söylediği Pınar için geçerli ve inandırıcı (!) kabul edildi.
Yalnızca Selek hakkındaki beraat kararının Savcılıkça temyiz edilmesi, Selek’in hedefe konulduğunun bir başka göstergesidir.
10.03.2009 tarihinde Yargıtay 9. Ceza Dairesi, sadece polis ifadesine ve dosyadaki bilimsel raporlar yokmuş gibi fizik kurallarına aykırı olduğu tespit edilen jandarma raporuna dayanarak Selek’in, ağır müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasını istedi ve İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararını esastan bozdu. Aynı daire, beraat kararı Savcılıkça temyiz edilmeyen Öztürk hakkında ‘kazanılmış haklarının saklı kaldığını’ beyan etti.
Yargıtay Başsavcısı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin beraat kararının bozulması kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda itiraz ederek, “patlamanın bombadan kaynaklandığı kanıtlanamamıştır” gerekçesiyle Mısır Çarşısı konusunda beraat kararının onanmasını istedi. 9 Şubat 2010’da Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) 17’ye karşı 6 oyla, Yargıtay Başsavcısı’nın itirazını reddetti. Yargıtay Başsavcılığı açık ve net olarak, “patlama ile ilgili yapılan araştırmalar ve alınan raporlar bomba olgusunu kanıtlayamamıştır” gerekçesiyle itiraz ettiği halde, Genel Kurul şu tespiti yapmakta hiçbir sakınca görmedi: “Ceza dairesi ile Başsavcılık arasında patlamanın bombadan meydana geldiği konusunda herhangi bir uyuşmazlık yoktur, aralarındaki uyuşmazlık ve itiraz konusu bombayı oraya kimin yerleştirdiği konusundadır” Böylece Genel Kurul’da, dosyanın ve savunmaların incelenmemesi bir yana, iki sayfalık Başsavcılık itiraz dilekçesinin de incelenmeden karar verildiği ortaya çıktı. Dosya, yeniden karar verilmek üzere İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne iade edildi.
9 Şubat 2011'de İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararına karşı, Mısır Çarşısı’ndaki patlamayla ilgili olarak Pınar Selek ve Öztürk hakkında daha önce vermiş olduğu beraat kararında direndi.
Pınar Selek için 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 9 Şubat 2011 tarihinde 3. kez verilen beraat kararını duruşma Savcısı bir gün sonra temyiz etti. Savcının temyiziyle birlikte, dava bir kez daha Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda ele alınacaktı.
Ancak Mısır Çarşısı davası, başka iddialarla ilgili yargılanan diğer sanıkların dosyası ile birleştirilerek tek bir dava dosyasında beraber görülüyordu. Mahkeme, 9 Şubat 2011 tarihinde Mısır Çarşısı patlaması konusunda bir hüküm vermişti. Ancak Mahkemenin önüne gelen Mısır çarşısı dışındaki diğer birleşen dosyadaki bazı sanıkların beyanları alınmadığı için bu konularla ilgili yargılamaya, devam edildi. Mısır Çarşısı patlaması konusunda verilen beraat kararının Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderilebilmesi için, Mısır Çarşısı ile ilgili olmayan ancak tek bir dosyada birleştirilen diğer sanıklar hakkındaki iddiaların sonuçlanması bekleniyordu.
Ancak Mısır Çarşısı davası ile birleşen diğer yan davalardaki usul eksikliklerinin tamamlanmasına ilişkin 22 Kasım 2012 tarihli duruşma, skandal bir karara sahne oldu. 22 Kasım 2012 Perşembe günü yeni heyetle çıkan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 9 Şubat 2011 tarihinde Pınar Selek hakkında vermiş olduğu beraat kararını, beraat kararı verildikten sonra davaya ilişkin karar verme yetkisi kalmamış olduğu halde, geri aldı. Üstelik beraat kararında direnen heyetin ve davayı 14,5 yıllık süreçte başından sonuna kadar yürüten Mahkemenin tek hakimi ve asli başkanı izinde iken, kendisinin yerine, epeyce hacimli bu dava dosyasına ilk kez muttali olan bir geçici başkan ile oluşturulan yeni heyetle bu karar verildi.
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, sadece Türkiye hukuk tarihinde değil, dünya hukuk tarihinde de eşi benzeri uygulamada rastlanmamış skandal bir karar alarak, daha önce hüküm vermiş olduğu bir davada usul ve yasaya aykırı olarak yetkisi olmadığı halde, ikinci bir karar vererek, kendi beraat kararını geri aldı. Ceza Muhakemeleri Kanunu’na (CMK) göre, Mahkeme bir kere nihai kararını verdikten sonra, o kararını hiçbir şekilde geri alamaz veya bu konuda ikinci bir karar veremez. CMK uyarınca beraat bir ara karar değildir, bir hükümdür. Ancak Yargıtay nezdinde temyiz edilebilir. Mahkemenin hüküm verdiği dava, onun yetki alanından çıkar ve artık Yargıtay’ın alanına girer. Pınar Selek davasında mahkeme beraat kararını geri alarak kendisini ‘temyiz mercii’ yerine koymuş, Yargıtay’ın yerine geçerek kendi kararını temyiz incelemesine tabi tutmuştur. Üstelik bu ara karar, duruşma başlamadan, avukatlara söz hakkı verilmeden önce alınmış, önceden monitöre yazılmış, karar alındıktan sonra avukatlara tebliğ edilmiş, bunun adı da “yargılama” olmuştur. Mahkeme, avukatların usul ve yasaya aykırı yürütülen yargılamaya ilişkin itirazlarını dikkate almamıştır. Savcı, bir yandan temyiz ettiği dosya hakkında sanki nihai karar verilmemiş gibi tekrardan esas hakkında mütalaa vermiş diğer yandan da temyiz dilekçesini geri çekmemiştir.
Üstelik, o güne kadar bu davanın ve o gün görülen diğer davaların duruşmalarına bakıldığında, bir sonraki duruşma oturum tarihleri, ortalama 2,5-3 ay arası bir zaman dilimi olarak belirlenmiş olmasına karşın, yeni heyet, bu sefer duruşmayı nihai hüküm vermek üzere, Mahkeme esas başkanının rapor süresinin bitmesinden birkaç gün öncesine denk getirecek şekilde, 21 gün gibi kısa bir zaman sonrasına (13 Aralık 2012 tarihine) bırakmıştır.
Pınar’ın avukatları, yetkileri dışında beraat kararını geri alan hakimler hakkında tarafsızlıklarını yitirdikleri gerekçesiyle ‘reddi hakim’ talebinde bulundular. Ancak bu konuda da kanun hükümlerine aykırı bir uygulama yapılarak, ‘reddi hakim’ talebi, reddi talep edilen hakimler tarafından incelemeye alındı ve ‘talebin reddine’ karar verildi. Bununla da yetinilmeyerek, yeni bir usul icat edildi. Reddi talep edilen hakimler, kendi kararını, avukatlara tebliğ etmeden ve sanki avukatlar tarafından yapılmış bir itiraz başvurusu varmışçasına, avukatlar adına ve bilgileri dışında, kendiliğinden bir üst numaralı mahkemeye (13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne) gönderdi, bu Mahkeme de ortada bir itiraz varmış gibi karar oluşturdu. Yani daha avukatlar itiraz etmeden, ortada itiraz dilekçesi yok iken, olmayan itiraz (!) reddedilmiş oldu. Bu konudaki prosedür tamamlanmış görüntüsü verilmeye çalışıldı.
13 Aralık 2012 tarihindeki duruşmaya çıkıldığında reddi hakim talebinin sonucu henüz kesin değildi. Ancak sanki süreç tamamlanmış gibi,“Ret konusunda verilen karar kesinleşmeden, reddedilen hâkimin katılımıyla bir sonraki oturuma başlanamaz” şeklindeki emredici kanun hükmüne aykırı olarak ve avukatların itirazına rağmen, reddedilen hâkimlerin oluşturduğu heyetle duruşma yapıldı. Duruşmada, ‘reddi hakim talebinin reddi’ kararı avukatlara tebliğ edildi. Prosedürün yanlış işletildiğini beyan eden avukatlar bu karara karşı itiraz hakkını kullanmak isteyince, Mahkeme heyeti duruşmayı 24 Ocak 2013 tarihine ertelemek zorunda kaldı.
Avukatların itiraz dilekçesi, yasa gereği itiraz konusunda bir karar vermek durumunda olan görevli diğer mahkemeye (İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi) gönderildi. Ancak bu Mahkeme, bir yandan yerel mahkemenin bu konuda hata yaptığını belirtip, diğer yandan itiraz dilekçesini incelemeden, itiraza ilişkin “karar vermeye yer olmadığına” karar verdi ve dosyayı geri yolladı. Ayrıca yasada olmayan bir madde üreterek, “sadece bir hakim hakkında red talebinde bulunulabilir” şeklinde yorumda bulundu. Böylece usul yasamızda yer alan itiraz etme hakkının kullanılması fiili olarak ortadan kaldırılarak, reddi hakim talebi sonuçsuz bırakıldı.
24 Ocak 2013 tarihli İstanbul12. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada ise Mısır Çarşısı patlaması ile ilgili Abdülmecit Öztürk'ün beraati temyiz edilmediği için kesinleşirken sadece Pınar Selek bu davadan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Mahkeme başkanının beraat kararında direnme hakları olduğu ve delil bulunmadığı için beraat kararı verilmesi yönündeki muhalefet şerhine rağmen, heyet üyesi diğer iki hakimin oyuyla karar oy çokluğuyla verilmiş oldu.
Ancak bu karar daha kesin değil, iç hukuk yolları tükenmemiştir. Hukuk dışı verilen bu karar temyiz edildi ve dosya Yargıtay'da görüşülecek.
Gelinen bu aşamada davanın, hukuk ve yasa zemininde yürümediği aşikar.
Bütün bu hukuksuzluklar yaşanırken, Berlin’deki Überleben İşkence Kurbanları için Tedavi Merkezi, Ağustos 2010 tarihinde hazırladığı özel bir bilirkişi raporuyla Pınar Selek’in gözaltı süresince gördüğü işkenceyi ve bu sürecin bıraktığı etkileri resmen tescil etti. Uzun ve adil olmayan yargılama sürecindeki uygulamalarıyla Pınar Selek’in mağduriyetinin daha da artarak devam etmesine yol açan bu dava; işkence, adil olmayan yargılama ve ifade hürriyetine riayet edilmemesi nedeniyle tedbir, adil bir şekilde yeniden yargılanma ve tazminat talepleriyle şimdiden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı.
Mahkeme başkanının muhalefet şerhine rağmen 2013 yılı Ağustos ayında Pınar Selek hakkında kırmızı bülten çıkarılması ve Fransa’dan iadesinin istenilmesi için İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından oy çokluğuyla talepte bulunuldu.
2 Ocak 2014’te Yargıtay Başsavcılığı, önceki tutumunun tamamen aksi şekilde, Pınar Selek hakkında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının onanması talebiyle mütalaa düzenledi.
30 Nisan 2014’te Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde Pınar Selek’in avukatlarının yaptığı temyiz başvurusu üzerine temyiz duruşması gerçekleşti. Bu duruşma Pınar Selek’in avukatlarının Yargıtay’da savunma yapabildikleri ilk duruşmaydı.
11 Haziran 2014’te Yargıtay 9. Ceza Dairesi temyiz incelemesi sonucu Pınar Selek’e verilen müebbet hapis cezasıyla ilgili bozma kararı verdi. Bozma kararının gerekçesinde özetle, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin daha önce vermiş olduğu beraat kararında direnme hakkı olduğu, direnme kararının geri alınmasının hukuka aykırı olduğu belirtildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu şekilde davanın esasına ilişkin bir karar vermeden, müebbet hapis cezası kararını usulden bozdu.
Bozma üzerine dava dosyası, özel yetkili mahkemeler kaldırıldığı için bu defa İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. 3 Ekim’de İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Yargıtay bozma kararından sonra ilk duruşma görülecek.
“Hukuki dilde adı “savunma” olan bu metni çeşitli suçlamalara karşı kendimi savunmak için değil, uzun süredir yaşadığım kuşatılmaya karşı onurumu, kişiliğimi, hayatla kurduğum ilişkiyi ve özgürlük arayışımı nasıl savunduğumu anlatmak için size sunuyorum.
Özgür, ahlaklı, mutlu bir yaşam nasıl mümkün olabilir sorusu, çocukluğumdan beri beni meşgul ediyordu. Bu sorulara yanıt bulmak, toplumu, kendimi anlamak ve özgürlük alanımı genişletmek için sosyoloji okudum… Doktorlar gibi, sosyologların da toplumsal yaralara el sürme kabiliyetinde olması gerektiğine inanıyordum. Travestilerin Ülker Sokak’tan dışlanmasına ilişkin araştırmamı tamamlayıp bunu Yüksek lisans tezi haline getirdikten sonra, “alacağımı aldım” deyip sorunlarını paylaştığım insanları öylece bırakamazdım. Bırakmadım da. Çeşitli araştırmalar aracılığıyla tanıştığım ve her biri, farklı dışlama ve kapatma mekanizmasından etkilenen insanlarla birlikte, ortak bir atölye çalışmasında yer aldım: Sokak Sanatçıları Atölyesi.
Atölyemiz küçücüktü ama üretkenliğiyle etkisini büyütüyordu. Günde onlarca kişinin girip çıktığı, kapısı hep açık, gece bazen evsiz kalan travestilerin ve sokak çocuklarının yattığı bu atölye, aynı zamanda bir başvuru, bir kaynaşma mekânıydı. Kim olursa olsun, dara düşen bize uğruyordu. Önceden dışlanma nedeniyle saldırganlaşan insanlar, kendilerine ve başkalarına güvenmeyi, atölyemizde öğrendiler. Sanatın ve paylaşımın gücü sayesinde, tineri ve fuhuşu bırakanlar oldu.
Ve olan oldu. Tam kök salmaya başladığımız sıralarda şu meşhur komplonun içine düştüm ve baş artisti oldum. Mısır Çarşısı komplosu, öncelikle bizim çamurdaki gönül bahçemize, çöldeki kaynağımıza bir saldırıydı. Kapısı hep açık olan, giren çıkanın belli olmadığı Beyoğlu’nun orta yerindeki mekânımız bombalarla damgalanınca ve oradaki en etkin kadın, bombacı olarak sergilenince, hep tehlikelerle boğuşan insanların umutları da tuz buz oldu…
Peki ya benim açımdan, neler oldu? Oyunun kuralıymış, öğrendim. Eğer şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışırsan, suçlu ilan edilirsin. Üstelik suçun şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışmak olmaz. Tam da senin karşı durduğun, mücadele ettiğin bir tutum sana mal edilir. Örneğin bir rahibeysen, fahişelik yapmakla suçlanırsın. Hayatını İslami değerlerin canlı tutulmasına adamış bir insansan, boynuna, içki ya da uyuşturucu tüccarı yaftası asılır. Ya da bir anti militarist olarak bombacılıkla suçlanırsın. Ve bu öyle kriminal bir tarzda yapılır ki sen savunmaya itilirsin. Yani bir odağın üzerine yürürken, kendinle uğraşmaya başlarsın. Suçlamalar sürekli tekrarlanır, tekrarlanır... Bunlar iddia biçiminde de verilse, çamur izini bırakır ve herkes sana baktığında bu suçlamaları hatırlar. Artık sen asla eski kimliğini sürdüremezsin. Bir düşünce suçlusu değilsindir. Barış suçlusu da ilan edilmezsin. Savaş örgütü, seni terörize eder ve yeni bir kimlikle milyonların karşısına çıkarır.
Araştırmamın yok edilmesi, bana acı verdi. Ama en kötüsü yaraya el sürmeye çalışan bir tutumun bu şekilde cezalandırılması daha sonraki teşhis ve tedavi çabalarına yönelik de bir gözdağı oldu. Benim şahsımda, bağımsız bir duruş arayışında olan kadınlara ve erkeklere bir işaret çakıldı. Sosyologlara, sosyal bilimcilere, aktivistlere parmak sallandı. Ben, bir sembol olarak seçildim.
Ben kendimi korudum, kuşatmaya, lanetlenmeye karşı varlığımı savundum. Bu komplo beni zayıf düşürmedi ama ülkemiz açısından, tarihin tekerrürüne hizmet etti. Elimden alınan araştırma, tüm eksikleriyle birlikte, yaşadığımız sorunları, milli güvenlik siyasetinin dışında bir bakışla analiz etmenin yollarını arıyordu. Yanlışlık ya da doğruluk ayrı meseledir. Ama bir olgu eğer gerçekse, önemli olan bu gerçekliği derinlikli tanımlamaktır… Son yirmi yıldır yaşadığımız şiddet ortamını da böyle ele almak zorundayız. Sorunları aşmak, onların anlaşılmasına bağlıdır, anlaşılması için ise araştırmak gerekir. Ben, iyi niyetli en küçük bir çabayla bile iyileşeceğimize inanıyorum. Ama bitiremiyoruz. Ve suyun kirlenmesini, havasız kalışımızı sadece izliyoruz…”
Sosyolog, araştırmacı, yazar. 1971’de İstanbul ‘da doğdu. Notre Dame De Sion Lisesi’den sonra 1996’da Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji bölümünü Babiali’den İkitelli’ye, Mürekkep Kokusu’ndanPlazalara başlıklı teziyle, birincilikle bitirdi. Aynı üniversitede sosyoloji yüksek lisansını tamamladı. Fransa’da Sophiantipolis UDEL Üniversitesi’nde ekonomi-politik dersleri aldı. Üniversite yıllarında sokak çocukları, seks işçileri, Romanlar ve eşcinsellere ilişkin çalışmalarıyla dikkati çekti. Amargi Kadın Dayanışma Kooperatifi kurucularından olan Selek, barış mücadelesi, antimilitarizm, insan haklarıyla ilgili çalışan birçok STK ve harekete destek vermekte ve Amargi Feminist Teori Dergisi editörlüğünü yapmaktadır.
Selek'in EZLN Zapatist hareketin bildirileri ve Marcos'un mektuplarından oluşan Ya Basta! Artık Yeter adlı çeviri/derleme çalışması 1996’da Belge Yayınları'ndan çıktı. Ülker Sokak'ta travesti ve transseksüellerin dışlanmasını konu alan Maskeler, Süvariler, Gacılar adlı araştırması 2001’de Aykırı Yayınları’ndan; barış mücadelesinin ve sol muhalefetin yaşadığı sorunların ele alındığı Barışamadık2004’te İthaki Yayınları’ndan basıldı. 2008’de İletişim Yayınları’ndan çıkan ve erkekliğin iktidar aracı olarak oluşumunda askerlik hizmetinin rolünü inceleyen Sürüne Sürüne Erkek Olmak kitabı Zum Mann Gehätschelt, Zum Mann Gedrillt başlığıyla 2010’da Orlanda Yayınevi tarafından Almanca olarak yayımlandı. Pınar Selek’in ayrıca Su Damlası (2008,Özyürek Yayınları), Siyah Pelerinli Kız(2009, Şahmaran Yayınları), Yeşil Kız (2010, Özyürek Yayınları) başlıklı üç masal kitabı ve bulunmaktadır. Selek’in darbe sonrası yılların acılarını, tüm renk ve sesleriyle hayatın ve insanların canlılığına sarmalayarak anlattığı ilk romanı Yolgeçen Hanı 2011’de İletişim Yayınları’ndan çıktı. Pınar Selek halen Strasbourg Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler alanında doktora çalışmasını sürdürmektedir.
© Tüm hakları saklıdır.