Gündem

Hâkim "İddianame sorunlu" demişti; Cumhuriyet davasında gazeteciler hâlâ tutuklu, dava yarın Çağlayan'da!

Sabuncu, Atalay, Şık ve İper, 4. duruşmaya tutuklu olarak katılacak

30 Ekim 2017 09:09

Cumhuriyet davasına yarın Çağlayan Adliyesi’nde devam edilecek. Mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ'ın  “İddianame sorunlu, kabul ediyorum”, “Bilirkişi konusundaki serzenişler bizce de haklı” sözlerine rağmen Akın Atalay, Murat Sabuncu, Ahmet Şık ve Emre İper duruşmaya tutuklu olarak katılacak.

Cumhuriyet'te yer alan habere göre, 'FETÖ' sanığı savcının gazetenin yayın politikasını suçlama konusu ettiği soruşturma ve devamında açılan dava kapsamında Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ve İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay 1 yıldır, muhabir Ahmet Şık 304 gündür, muhasebe servisi çalışanı Emre İper 207 gündür tutuklu. İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Dağ’ın, tanıklar Küçük, Erdoğan ve Gülerce’nin ifadeleri için ‘Dedikodu mahiyetinde’, ‘İddianame sorunlu, kabul ediyorum’ ve ‘Bilirkişi konusunda serzenişler bizce de haklı’ demesine karşın, Sabuncu, Atalay, Şık ve İper, 4. duruşmaya tutuklu olarak katılacak.

Teker teker çürüttler

Cumhuriyet davasına bakan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Abdurrahman Orkun Dağ, 25 Eylül’deki 3. duruşmada tutuklu gazetecilerin avukatlarından Köksal Bayraktar ile mahkemeye hukukçu mütalaası sunması nedeniyle tartışmış, “Bizim sizin vereceğiniz derse ihtiyacımız yok. Siz değerli bir hocasınız. Ancak mahkeme heyetine hukuk öğretmek kimsenin haddi değildir” demişti. Tartışmanın sonunda Dağ, “İddianamede belli problemler var mı var. Kabul. Mahkeme, bunu bilmiyor veya kasıtlı yapıyor diye söylenmesini doğru bulmuyorum” ifadelerini kullanmıştı. Dağ’ın iddianamenin problemli oluşunu ikrarına karşın, Sabuncu, Atalay ve Şık bu iddianamedeki suçlamalarla tutuklu. Atalay ve serbest bırakılan gazetenin avukatı Bülent Utku savunmalarıyla iddianamenin sakatlığını şöyle anlatmışlardı:

Atalay'ın savunmasından:

MAKBUL TANIK: Dosyaya göre soruşturma başlar başlamaz alelacele bir tanığın ifadesinin alınması ilgi ve dikkat çekicidir. Bu tanığın ifadesinin diğerlerinden şekil olarak farklılığını belirtmek gerekiyor. Çünkü soruşturma açılmasının 5’inci günü ifadesi alınan bu kişiden sonra, arama, el koyma, yakalama ve gözaltı operasyonlarının yapıldığı 31 Ekim 2016 tarihine kadar başkaca bir tanık dinlenmesine gerek duyulmuyor. Yani Cem Küçük makbul ve doyurucu bir tanık olarak değerlendirilmiş. Tüm beyanları maddi gerçekle ve olgularla açıkça çelişiyor. Ceza muhakemesinde amaç gerçeğe ulaşmak, gerçeği araştırmaktır. Gerçeği kurguda değil, olguda ararsak ona ulaşmak fırsatımız olabilir. Eğer olgular yerine kişisel yorumları, analizleri, dedikodu ve fikir yürütmeleri, tahminleri veri olarak alırsak gerçeğe ulaşma şansı da olmaz...

BU NASIL YARDIM: Anayasanın 38. maddesinin ilk cümlesi ile TCK’nin ikinci maddesinin emredici hükmü ceza hukukunun evrensel bir ilkesini vurguluyor. Nedir o? “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez.” Savcılığın Cumhuriyet'in işlediğini iddia ettiği fiil nedir peki? Toplantı yeter sayısı olmadan vakıf yönetim kurulunu toplamak ve geçersiz kararlar almak. Savcılık bu fiilin karşılığının hangi suç olduğunu düşünüyor dersiniz? Diyor ki bu fiil FETÖ’ye yardım suçunun kapsamına girer. Yani biz, 33 yıllık bir Cumhuriyet gazetesi çalışanını, hayatı devrimci mücadele içinde, Cumhuriyetin temel değerlerini, aydınlanmayı, laikliği, özgürlükleri, çağdaşlığı benimseyerek ve uygulayarak geçirmiş bir solcuyu seçerek FETÖ’ye yardım etmiş oluyoruz...

İCAT EDİLEN SUÇ: İddianameye bakıldığında, ısrarla Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasının son 3 yılda değiştiği, değiştirildiği söyleniyor. İddianamede, gazetede yayımlanan haber ve yazıların suç olması üzerinde değil yayın politikasının değiştiğinin kanıtlanması üzerinde duruluyor. Yayın politikasının değiştiği yönünde bazılarının yazdığı eleştiri ve değerlendirmelere yer veriliyor. Tanık ifadesi alınıyor. Normal olarak gazetelerin yayın çizgileri ve politikasının değişip değişmediğiyle, nasıl olması gerektiğiyle, haber ve yazıların hangi çerçevede olacağı, yayın ilkesiyle uyuşup uyuşmadığıyla savcıların, mahkemelerin, yargının ilgilenmesi abestir... Çoğunluğu, Cumhuriyet gazetesi ile siyaseten ya da kişisel husumet ilişkisi olan kişilerin gazeteye yönelik haksız, yersiz ve gerçek dışı iddia ve eleştirileri cezai bir soruşturmaya dayanak yapılamaz. Bu kişilerin, gazetenin yayın politikasının değiştiği iddiasına dayanılarak “gazetenin yayın politikasının değiştirilmesi suçu” icat edilemez. Bu icat nedeniyle, dünyada nadir olabilecek bir haksızlıkla gazetenin tüm yöneticileri gözaltına alınıp, tutuklanamaz, cezalandırılamaz.

Utku'nun savunmasından:

HAYAL DIŞI YAKLAŞIM: Bir haber veya yazının, fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlayabilmesi hayal dışı bir yaklaşımdır. Çünkü haber ve yazı, yürümez, koşmaz, yemez, içmez, araç bulup, taşımaz, barınma yeri sağlamaz, evinde yemek yedirmez, yol göstermez, giysi ve tedavi yardımında bulunmaz, örgüt mensupları arasında kuryelik yapmaz. Haber ve yazı, örgüt üyesine sim kart satın alıp veremez, örgüte ait bildiri dağıtamaz, örgüte ait malzemeleri muhafaza edemez...

NEDEN BU KİŞİLER: Bilirkişi atama tutanaklarında, bilirkişilerin resen atandığı yazıldığına ve Adalet Komisyonu listelerinde belirtilen kişilerin olduğuna dair bir bilgi olmadığına göre savcı, neden bu kişileri bilirkişi olarak atadığının gerekçesini göstermek zorundadır. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 64/2. maddesi böyle buyuruyor. Savcının böyle bir açıklaması yok...

SANA NE: İddianamenin “Yayın Politikası Değişimi ile Bağlantılı Diğer Göstergeler” başlıklı bölümüne verilecek tek cevabın, ‘Sana Ne!’ olduğunu düşünüyorum. Gazetenin yayın politikasının değişip değişmemesi savcıları değil, okuyucuları ilgilendiren bir husustur...

SAVCI ATLAMIŞ: Can Dündar’ın genel yayın yönetmenliğine atanmasına ilişkin, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu’nun 9 Şubat 2015 tarihli yönetim kurulu kararı mevcut. Bu atama kararında Mustafa Balbay’ın imzası var. Savcı sanırım gazeteyi terör örgütlerinin amacına hizmet eden genel yayın yönetmenini seçen kişi ile gazeteyi FETÖ’cülük ve Kürtçülükle suçlayan kişinin Mustafa Balbay olduğunu atlamış, unutmuş olmalı ki böyle bu tweet’i delil olarak kabul edebilmiş, ileri sürebilmiş...

KİŞİSEL YORUMLAR: Soruşturma kapsamında 17 kişi tanık olarak dinlenmiş. Bu 17 kişinin ifadelerinin göze çarpan tek ve en önemli özelliği, kişisel yorumlardan ibaret olması. Oysa örgüte yardım suçunun oluşabilmesi için yardım teşkil edecek fiilin ne olduğunun yorum olarak değil, somut olarak ortada olması gerekir. Hiçbir ifadede bu özellik yoktur. Bu nedenle de hiçbirinin suçlamaya dayanak yapılan fiili destekler bir yanı olduğu söylenemez...

ARANAN BİLEMEZ: Telefonla aranmak, bir kişinin iradesine bağlı değildir. Kişi iradesinden bağımsız olarak herkes tarafından aranabilir. Arayan kişinin statüsünün önceden bilinmesine olanak yoktur. Telefonla aranan kişi, arayan kişinin FETÖ şüphelisi olduğunu veya ByLock kullanıcısı olduğunu bilemez. Bu durum aradığımız kişi için de geçerlidir. Aradığımız kişinin de ByLock kullanıcısı olup olmadığı, FETÖ davasında şüpheli olup olmadığı bilinemez. Bu tür iletişimlerin delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir...

YASAYA AYKIRILIKLAR: Hukukla inatlaşanların dosyamıza boca ettiği yasaya aykırılıklar şunlardır: Bilirkişi seçiminde usulsüzlük, yakalama emrinde usulsüzlük, tutuklamada usulsüzlük, şüpheliyle ilgili arama, avukatların aranması, başka suretle delil elde edilememesi, ifade alma ve sorguda yasak usuller, müdafinin dosyayı inceleme yetkisi, şüphelinin haklarının korunması, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, konut dokunulmazlığını ihlal, hakaret, görevi kötüye kullanma, iftira, göreve ilişkin sırrın açıklanması, suç uydurma, yalan tanıklık, gerçeğe aykırı bilirkişilik, yargı görevini yapanı etkilemeye teşebbüs, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi, gizliliğin ihlali, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs... Bunların hepsinden daha önemlisi, ‘kişiyi hürriyetinden yoksun kılma’ fiilinin siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak yapılmasını insanlığa karşı suç sayıyor. Bu suçu işleyenlerin kurtuluş umudu yok. Bu suçta zamanaşımı işlemez...

Dedikodulara itibar ettiler

İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 24 Temmuz’da başlayan Cumhuriyet davasında savunma yapan İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, FETÖ’ye yıllarca hizmet etmiş isimlerin dosyada tanık olduğuna dikkat çekerek şunları söylemişti: “Suçlanan Cumhuriyet gazetesi, suçlayan FETÖ üyeliğinden müebbet hapisle yargılanmakta olan, kanunen savcı adayı olması mümkün olmamakla beraber hâlâ daha savcılık yapan biri. Tanıklar Cem Küçük, Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce... Bu kalitede yürütülen soruşturma nedeniyle dokuz aydan beri tutukluyuz.”

Bunun üzerine mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ “Cumhuriyet ile özdeşleşmiş birtakım insanların görüşleri. Bunların bir kısmını tanık olarak çağıracağız. Gülerce gibileri değil tabii. Dışarıdan dedikodu mahiyetinde olanların hukuki değeri yok” yanıtını vermişti. Mahkeme, Dağ ile Atalay arasındaki bu diyaloğun aksine, 28 Temmuz, 11 Eylül ve 25 Eylül tarihli ara kararlarında, dosyada ileri sürülen eylem şekilleri ve belgelerin delil olarak bir bütün olarak değerlendirilmesinin hukuki gereklilik olduğunu kaydetmişti. Buradan yola çıkarak, Sabuncu ve Atalay hakkında denetim görevi ve sorumlulukları dikkate alındığında Cumhuriyet Vakfı Senedi’nden ayrılarak örgüte yardım suçunu işledikleri şüphesinin olduğunu, Şık’ın haberlerinde niteliği ile belli bir örgütün hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik somut deliller olduğunu iddia etmişti.

İddianamenin temeli dedikodu

Başkan Dağ’ın hukuki değerinin olmadığını söylediği, ancak ara kararlarda ‘birlikte değerlendirilmesinin hukuki gereklilik’ olduğu savunulan Cem Küçük, Latif Erdoğan ve Hüseyin Gülerce’nin ‘dedikodu mahiyetindeki’ beyanları iddianameye temel oldu. Cem Küçük’ün ifadesiyle başlayan iddianame, Küçük’ün ve diğer ‘tanıklar’ın Cumhuriyet üzerine asılsız beyanlarına itibar edilerek oluşturuldu. Cumhuriyet’le hiçbir bağı ve bilgisi bulunmayan Cem Küçük, Hüseyin Gülerce ve Latif Doğan’ın savcıya verdiği ifadeler iddianameye birer somut bilgiymiş gibi girdi.

Hukukta bir ilk: Meçhul bilirkişi

Cumhuriyet davasına ilişkin birbirinin aynı tutukluluk devam kararlarında, mahkeme başkanı Dağ’ın iddianameye, bilirkişi raporuna ve tanıklara ilişkin eleştirisine karşın, ileri sürülen eylemlerin dosyadaki delillerle birlikte değerlendirilmesinin hukuki gereklilik olduğu belirtiliyor. Dosyadaki deliller arasında biri kime ait olduğu bilinmeyen biri de bilirkişi listesinden seçilmeyen ve buna gerekçe de gösterilmeyen iletişim mezunu olmayan bilirkişinin raporu var.

Cumhuriyet soruşturması kapsamında Savcı Murat İnam tarafından adliye bilirkişi listesinde olmadığı halde resen bilirkişi olarak atanan Ünal Aldemir’in seçilmesine kanunda yer almasına karşın bir gerekçe gösterilmedi. İletişim mezunu bile olmayan, yandaş derneklerde çalışan ve Başbakanlık’ta proje yöneticiliği yapmış bir ‘bilgisayar’ uzmanı olan Aldemir, raporunda Cumuriyet'in gazeteciliğini sorgulamıştı. Savcılığın delil olarak gösterdiği “en önemli” belgelerden biri de Cumhuriyet’te yayımlanan haber ve yazılara ilişkin bu bilirkişi raporu oldu. İddianamede Aldemir’in gazetenin yayın politikası ile ilgili genel yorumunun hepsine olduğu gibi yer verildi.,

Haklı serzeniş

Söz konusu bilirkişi, seçilme şekli, hazırladığı rapor 24 Temmuz’da başlayan dava kapsamında yapılan savunmalarla eleştirilmişti. Mahkeme başkanı Dağ da, 28 Temmuz’da ara kararını okurken, “Bilirkişi konusunda sanık vekillerinin haklı serzenişleri bizce de var” demişti.

Aldemir’in raporunun dışında dava dosyasında bir de adı, soyadı, uzmanlığı, mesleği dahi bilinmeyen bir bilirkişi raporu daha yer alıyor. MASAK raporunun üzerinde inceleme yapan bu bilirkişi ile ilgili, Akın Atalay 24 Temmuz’daki duruşmada, “Hukukumuzda ilk defa uygulanan bir yenilik. Kimliği gizli bilirkişinin raporunda atama tutanağından bahsediliyor dosyada bulamadım, savcılıktan talep edilsin” demişti. Atalay, rapora ilişkin “Kafayı taktıkları 12 kişinin bütün ailesini de kapsayacak şekilde doğumlarından başlayarak yaşamlarının en ayrıntılı şekilde araştırılıp soruşturulmasıdır. Burada kalsaydı, böylesi bir raporun yazarı için şifa dileyerek konuyu noktalardık. Ama durum şakayı kaldırmıyor. Çünkü soruşturma savcısı, kimliğini gizlediği bu ‘meçhul bilirkişinin’ raporunda ne öneriliyorsa aynen yerine getiriyor” demişti. Dosyada meçhul bilirkişinin isteği üzerine 12 kişinin anne, baba, kardeş, eş, eski eş, çocuk ve torunlarına ait nüfus kayıt örnekleri, bankalardan talep edilen bilgi ve belgeler yer alıyor.

Savcılık göndermedi

Mahkeme, Atalay’ın talebi üzerine 28 Temmuz tarihli ara kararında hesap inceleme raporunu hazırlayan Ahmet Keçeci isimli bilirkişiye ait atama tutanağının İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan istenmesine karar verdi ancak şimdiye dek savcılıktan mahkemeye ulaşan bir atama tutanağı olmadı. Mahkeme de ne 11 Eylül ne de 25 Eylül tarihli ara kararlarında bu talebi yinelemedi.