Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın, Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki (TSK) cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimini tüm yönleriyle araştırmak ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu'nda neden bilgi vermediğini sordu. "Ecevit’i bile Fetullahçı yapacak “ciddiyetteki” herkesi dinlediler ama darbeyi ilk öğrenen fakat harekete geçmeyen iki kişiyi çağırmadılar bile" diyen Yılmaz, "Çağırsalar da bu ikisinin gidip ifade vermeyeceğine iddiaya girerim, çünkü onlar TBMM’yi değil, Saray’ı tanıyorlar" görüşünü savundu.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Darbe girişiminin karakutuları" başlığıyla yayımlanan (22 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, 2017 bütçesi görüşülürken yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“150 general, darbeye teşebbüs eder de karargâh nasıl bilmez? Bunu A Genelkurmay başkanına, B Genelkurmay başkanına fatura edip işin içinden çıkamayız”.
Bakan Bey haklı, 150 general darbeye kalkışıyorsa, bunu bilmesi gereken şu dönemdeki ya da bu dönemdeki Genelkurmay başkanı değildir.
Bunu öncelikle bilmesi gereken kişi mevcut Genelkurmay Başkanı’dır, mevcut kuvvet komutanlarıdır.
Bir de tabii MİT var. Onun işi ne?
Hatırlayacaksınız Binbaşı H.A. diye birisi, darbe yapılacağını öğrendi ve gitti MİT’e bilgi verdi.
Ve sonra MİT Müsteşarı, Genelkurmay Karargâhı’nda Başkan ile buluştu, konuyu konuştular.
Ama sonra kimseye bir bilgi vermediler. Ne Cumhurbaşkanı’na, ne de Başbakan’a.
Darbeyi araştırmak için TBMM’de bir komisyon kurdular.
Ecevit’i bile Fetullahçı yapacak “ciddiyetteki” herkesi dinlediler ama darbeyi ilk öğrenen fakat harekete geçmeyen iki kişiyi çağırmadılar bile.
Çağırsalar da bu ikisinin gidip ifade vermeyeceğine iddiaya girerim, çünkü onlar TBMM’yi değil, Saray’ı tanıyorlar.
Bakan haklı. Karargâh bu işin buraya varacağını nasıl bilemedi?
Hani ne oldu, başarıda da başarısızlıkta da komutanın sorumluluğu meselesi?
Cumhurbaşkanı'nın rüyası
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şanghay 5’lisine üye olursak Türkiye’nin “elinin rahatlayacağını” söyledi.
AB’nin 53 yıldır Türkiye’yi oyaladığını hatırlattı ve dedi ki: “Türkiye, benim için varsa yoksa AB dememeli”.
Cumhurbaşkanı bu hayalini daha önce de seslendirmişti, hatırlarsınız.
Avrupa’dan dışlanmış, Asya’nın demokratik olmayan ülkeleri arasında kendisine yer bulmuş bir ülke!
Cumhurbaşkanı için bu bir “tatlı rüya” olabilir tabii.
AİHM gibi yüksek demokrasi ve insan hakları standartlarının oluşması için çalışan bir mahkemeden kurtulmak, eminim onun için rüyadır.
Avrupa’nın demokrasi eleştirilerinden kurtulmak da tabii.
Cumhurbaşkanı, daha belediye başkanlığı döneminde demokrasi ile tramvay benzetmesi yapmıştı.
Demokrasi, seni istediğin yere götüren ama menzile ulaştığını düşündüğünde inebileceğin bir tramvay.
Barış süreci treninin de amacı buydu, bütün mesele sorunu çözmek değil, seçimlerde oy almak olarak ortaya konunca, ilk fırsatta o trenden atladı.
Bir süre Avrupa trenine binmesinin nedeni iktidarını sağlamlaştırmaktı. Şimdi umursamıyor, artık bir rakip güç kalmadığından emin, ilk durakta inmek istiyor.
Rusya’ya, Çin’e, Kazakistan’a özeniyor.
Gerçeği görmeyi şişeler mi engelliyor?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin başarılı olmamasını akşamları açılan rakı şişelerine bağlıyor.
Rakı ile ülke kurtarma sohbetleri arasında bir ilişki var ama rakı ile partisinin ortaya halkın ilgisini çekecek bir program ve siyaset anlayışı koyamamasının ne ilgisi var, anlayamadım.
Bakın mesela bu ay sonundan itibaren CHP, Türkiye’nin değişik kentlerinde meydanlara çıkacak.
Ne için? “Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz” demek için!
Peki Türkiye’nin karşısında şu anda çok önemli bir bölünme tehlikesi mi var?
CHP’ye göre evet var, çünkü AKP ile MHP başkanlık sistemi getirmek konusunda anlaştılar?
Bu ikisi arasında nasıl böyle bir ilişki kuruluyor, bunu anlamadım.
“Bu önerilen sistemle Türkiye bir tek adam yönetimi altına girecek, demokratik haklarımızı kaybedeceğiz, milli irade tek adam vesayetine girecek” deseniz anlaşılabilir ama “bölünecek” derseniz, kusura bakmayın ama buna kimse inanmaz.
Başkanlık sistemi getirilirse seçimi 2019’da olacak.
Yani CHP’nin önünde buna hazırlanmak için en az iki yıl var.
Dünya siyasetindeki değişim rüzgârları gösteriyor ki sistem ile sorunu olan kitleler, popülist de olsa kendilerine bir çıkış olanağı sunan, bir alternatif gösteren siyasi partileri ya da siyasetçileri seçiyorlar.
Türkiye’de sistem ile sorunu olan kitleler yok mu? Var.
Bunlar CHP’nin bugünkü oy potansiyelinin üzerinde bir oy potansiyeline sahipler mi? Evet, sahipler.
14 yıldır iktidarda olan parti ve lideri, her şeyin yolunda olduğunu söylüyor mu? Hem de her gün söylüyorlar.
Peki tek tek bireyler için her şey yolunda mı? Değil.
İşsizler iş buldu mu? Hayır, sayıları artıyor. Köylü hayatından memnun mu? Hayır, ürün tarlada bile kalmıyor artık, çünkü hiç ekilemiyor. İşçi, memur ücretinden ve maaşından memnun mu? Değil. Kürtler hayatlarından memnun mu? Olmamalılar, evleri başlarına yıkıldı. Esnaf? Dükkânlar birer birer kapanıyor, farkında mısınız?
CHP bu kitlelere ne sunuyor? Ne öneriyor? Bir umut ışığı yakıyor mu, “Bu parti bir şeyler yapacak, kurulu düzeni sarsacak” dedirtiyor mu?
Hayır, onlar şimdi “Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz” diyecekler, rakı içmeden ama!
Ana muhalefet partisinin politika yapamadığı bir ülkede yaşıyoruz ve öyle görünüyor ki yaşamaya da devam edeceğiz.