24 Eylül 2012 12:22

Onlar Esed’in bombalarının altında kan gölüne dönen Suriye’den daha iyi bir hayat için Avrupa’ya kaçmak istediler. Kadın erkek, çoluk çocuk bindikleri küçük tekne İzmir’de battı. 108 Suriyeli’den 62’sinin önce hayalleri Ege’ye gömüldü, sonra cansız bedenleri memleketlerine...

İzmir’in Menderes ilçesinde, 108 mülteciyi Yunan adası Sisam’a taşımak üzere yola çıkan teknenin batması sonucunda tam 62 Suriyeli mülteci yaşamını yitirdi. Ülkeyi ve bölgeyi adeta bir alev topuna çeviren iç savaş nedeniyle Suriye sınırından Türkiye’ye onbinler akın etti, hâlâ da ediyor. Gözlerimiz aylardır Suriye’den Türkiye’ye kaçanları izliyorken, o 62 kişi kaçtıkları ülkelerine Türkiye sınırından tekrar döndüler ama artık yaşamıyorlardı.

Denizin ortasında biten bu umut yolculuğunun talihsiz kurbanları kimlerdi? Hangi hayallerle yola çıkmışlardı? Geride ne bıraktılar? Milliyet gazetesinden Namık Durukan'ın çok zorlu bir yolculuktan sonra ulaşabildiği sınırın öbür yanında, yaşamını yitiren mültecilerin toprağa verildiği yerlere giderek bu dramlara tanıklık etti. Hikayelerini ailelerinden dinledi.

Avrupa’ya gitme hayali sulara gömülen mültecilerin hikayeleri yürek burkuyor. Sınırdan Türkiye’ye geçmek için kimisi pasaportla kimisi de kaçakçılar aracılığıyla dağlık yolları kullanan Suriyeliler, İzmir ve İstanbul’a, oradan Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçiyorlar. Daha çok ailelerden oluşan Suriyelilerin çok azı hayallerine kavuşabiliyor. İzmir’de yaşamını yitiren ve büyük bölümü Kürtlerden oluşan çoğu kadın ve çocuk 62 Suriyelinin cenazesi Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesi üzerinden Suriye’ye götürülerek toprağa verildi. Ölenlerden 37’si Mardin’in karşısında bulunan Amude, 3’ü Dırbesiye, 1’i de Kamışlı’da gömüldü.


Mayınlı sahayı geçtim


Sınırımızın karşısındaki dramı görüntülemek ve ölenlerin hikayelerini yazmak için zorlu bir yolculuk yaptım. 911 kilometrelik Suriye sınırındaki gümrük kapılarının tümünün kapalı olması nedeniyle gece yarısına yaklaşırken Cizre’den mayınlı sahayı geçerek Suriye’nin Derik ilçesine vardım. Suriye’ye geçerken, kucaklarında 6 aylık, 1 yaşında bebekleri ile Türkiye’ye geçmeye çalışan ailelerin zorlu yolculuğuna tanıklık ettim.

Amacım 37 kişinin toprağa verildiği Amude ilçesine ulaşmaktı. Kürt Ulusal Konseyi’nin denetiminde olmasına rağmen Esed yönetiminin varlığını sürdürdüğü Kamışlı üzerinden Türkiye sınırını takip ederek Mardin’in karşısındaki Amude ilçesine vardım. 10 bin nüfuslu ilçede cadde ve sokaklara ölenler için Kürt bayraklarının yanı sıra siyah bayraklar asılmıştı. Dev taziye çadırları kurulmuştu.


Gazeteci olduğumu sakladım


Gazetecilerin Kürt yetkililerden izin alarak çalışabildiği bölge büyük riskleri de barındırıyordu. Bu nedenle gazeteci olduğunuzu hissettirmemek büyük önem taşıyor. Bu durumu da dikkate alarak, yanımdaki mihmandarla birlikte ilk taziye çadırına, ardından ikinci, daha sonra kadınların oturduğu üçüncü çadıra girip ölenlerin yakınlarının ağzından dramları dinledim.

Taziye için kurulan dev çadırlar dolup taşıyor, bir grup giriyor diğeri ölenler için Fatiha okuyup yakınlarına sabır dileyip çıkıyor. Gelen misafirlere Arap giysili yaşlılar tarafında mırra ikram ediliyor. Taziye ziyaretlerinin konusu İzmir’de ölenlerin yanı sıra Suriye’deki iç savaş, ekmek ve akaryakıt sıkıntısı.

Çadırda bizi gemi kazasından kurtulmayı başaran Abdulselam Hasan ile 14 yaşındaki oğlu Ahmet karşılıyor. Eşi, 3 çocuğu, 2 yeğeni, yeğeninin eşi ile çocuğunun ölümünü, “Gözlerimin önünde çırpına çırpına öldüler, kurtaramadım” diyerek anlatan Hasan, Şam’daki yaşamı ve sonrasını Milliyet’e şöyle aktardı: “Yıllardır Şam’da yaşıyorum. Eşim Arap asıllıydı. Konfeksiyon atölyesinde çalışarak ailemi geçindiriyordum. Şam’da yaşam çekilmez olmuştu. Her gün çatışmalar vardı, dışarı çıkmaya korkuyorduk, iş yapamaz olmuştuk. Esed yönetiminin zulmünden bıkmıştık. Biri Fransa diğeri İspanya’da 2 kardeşim var. Amude’de oturan yeğenlerimle konuştum, Avrupa’da yaşayan kardeşlerimizin yanına gitmeyi tartıştık. Avrupa’daki kardeşlerim de, ‘Kendinizi kurtarın, buraya ulaşırsanız hayatınız kurtulur’ dediler. Paramızı denkleştirdik. Bizi, Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçirecek Amudeli kaçakçı Macid’le görüştük. Bir süre sonra da yasal yoldan Türkiye’ye giriş yaparak Macid’in söylediklerini uygulamaya başladık. 1 ay İstanbul’da, 2 ay da İzmir’de kiraladığımız evlerde kaldık.


3 ay 5 gün hayal kurduk


Tam 3 ay 5 gün Türkiye’den Avrupa’ya geçmenin hayallerini kurduk. Bazı aileler ise otellerde konakladı. Kaçakçılarla bağlantıya geçtik. Bir gece, bizi kaldığımız otelden araçlarla aldılar, saat gece 01.00 sıralarıydı. Bizi bir ormanlık alana bıraktılar. Bir süre sonra bir grup yanımıza geldi. ‘Ne zaman götüreceksiniz’ dedik, ‘Biraz sabırlı olun, götüreceğiz’ yanıtını aldık. Götürdükleri yerde Sabah 04.00’e kadar bekledik. Kendilerine, ‘Sabah oluyor, polis bizi yakalayacak’ diye sitem ettik. Bu kez bizi başka bir noktaya götürdüler. Günü orada geçirdik, gece 23.00’e kadar bekledik. Bizi sahile yakın bir köprü altına bıraktılar. Oradan bir gemi ile bizi alıp, Yunanistan’a götürecek gemiye ulaştırdılar. Kendilerini Yunanistan’a götürecek gemiyi görünce endişelendiklerini, bunu kafileye eşlik eden kaçakçıya bildirdiklerini anlatan Hasan, “Bize geminin 15 metre olduğunu söylediler. Geminin çok küçük olduğunu fark ettik. 8 metre uzunluğunda bir gemiydi. Yeğenim Azad, bizi götürecek olan kaçakçıyı arayıp, geminin küçük olduğunu söyledi. Yanıt, ‘Bu gemi sizi taşır’ oldu. Koyun gibi tam 109 kişiyi gemiye doldurdular. Gemi ağırlaştı, hareket ettikten 20 metre sonra su almaya başladı, iki parçaya ayrıldı” dedi.


Hakkını helal et


Gemi batarken can pazarı yaşandığını ve insanların ölmeden önce Kelime-i Şehadet getirdiğini söyleyen Hasan, o anı ve oğlu Ahmet ile kurtuluşunu şöyle anlattı: “Gemi batarken ben güvertedeydim. Son anda zincire tutundum. Bir arkadaşım kendini bir dubaya tutunarak kurtarmaya çalışıyordu. Bana da boş bir duba attı. O sırada oğlumu gördüm, çıplaktı, yüzerek kurtulmaya çalışıyordu. Can pazarı yaşanıyordu. Havarlar, imdatlar birbirine karışmıştı. Geminin altındaki kamarada bulunanlar dışarı çıkmaya çalışıyorlardı. Gözümün önünde çocuğum, ‘Baba hakkını helal et, seni öpüyorum’ deyip sulara gömüldü, onları kurtaramadım. 37 yaşındaki karım Lina, 16 yaşındaki kızım Lava, 9 yaşındaki oğlum Eric, 24 yaşındaki yeğenim Azad, 20 yaşındaki eşi Rodin, 4 aylık kızları Lara ve askerden kaçan 20 yaşındaki yeğenim Yılmaz öldü. Yılmaz’ın cenazesini bir hafta sonra denizden çıkardılar. Balıklar yemişti. Kolundaki kızlı dövmeden tanıyabildik. Bizi Yunanistan’a götürecek kaçakçılar sözlerinde durmadı, hainlik yaptılar. Geminin 15 metre olduğunu söylediler, ancak 8 metrelik gemiymiş. 37 kişilik gemiye 109 insan doldurdular, sanki insan değildik koyunduk. Gemi hareket edemedi.”

Yüzerek kurtulan 14 yaşındaki Ahmet Hasan ise kurtulma anını, “Gemi batmaya başlayınca kendimi suya attım. Kurtulmak için yüzmeye çalıştım, döşek gibi bir şeye tutunup sahile doğru yüzdüm. Sahildeki insanlar ellerini uzatarak beni kurtardılar. Kurtulduktan sonra polis bizi gözaltına aldı, 1 hafta tahta üzerinde yattık” diye anlattı.

Ölümden son anda kurtulan Abdulselam Hasan, kurtulduğuna sevinmediğini, oğlu Hasan’ın gemiden sağ kurtulmasının tek tesellisini olduğunu söyledi. Olaydan sonra oğlu ile 6 gün gözaltında tutulduğunu, bu durumun üzüntüsünü artırdığını kaydeden Hasan, kurtarma işleminin zamanında yapılmadığını ileri sürdü. Hasan, “Nezarette 6 gün yattık. Ayakkabılarımı yastık yaptım. Polise, ‘Ben hastayım, çocuğum üşüyor, bize döşek-battaniye verin, bu şekilde dayanamıyoruz’ dedik ama hiçbir isteğimiz karşılanmadı. Kolumda serum olduğu halde gözaltında tutulduk. Gemi battıktan sonra 1.5 saat müdahale yapılmadı, cenazeler 4 saat sonra sudan çıkarıldı” dedi.

Cenazelerin üzerinden çıkan altın ve paraların kendilerine ödenmediğinden yakınan Hasan, şöyle devam etti: “Kızımın tabutunu açtım, baktım; yüzüstü tabuta bırakılmıştı. Her adımda bir caminin olduğu Türkiye’de 62 insan denizden çıkarılıp tahtadan tabuta koyulur mu? Cenazelerimizin üzerinden çıkarılan altın ve paraların bize verilmesi için çok rica ettik, ‘Canımız gitti, malımızı bize verin’ dedik, mahkemeden, ‘Altın ve paralar Suriye’ye gönderilecek’ yanıtı aldık. 62 cenazeye otopsi yapmışlardı, karıma, kız kardeşime, kızıma, oğluma baktım, gögüsleri açılmıştı. Sordum, ölüm nedenlerini öğrenmek için otopsi yaptıklarını söylediler. Zaten denizde boğulmuşlardı, açmaya gerek var mıydı? Biz gavur değildik, Kürt ve Müslümandık, kitabımız, dinimiz birdi.”


Gemiyi batırırım diyordu


Türkiye’den Yunanistan’a, oradan Fransa’ya geçebilmek amacıyla yetişkinler için kişi başı 5 bin, çocuklar için ise 2 bin 500 euro para verdiklerini belirten Hasan, kaçakçılar arasında para tartışması yaşandığını da anlattı. Hasan, “Kaçakçıların yarısı Kürt yarısı Türk’tü. Gemiye binerken bize sessiz olmamızı söylediler. Bizi gemiye kadar eşlik edenlerle taşıyacak olan kaçakçılar arasında tartışma çıktı. Gemi ile taşıma işlemi yapanlara para eksik verilmiş. Paranın tamamının verilmemesi halinde gemiyi batıracağını söylüyorlardı” diye konuştu.


Kardeşlerin kesişen kaderi


Abdulselam Hasan’ın, karısı ve 4 aylık kızı ile birlikte yaşamını yitiren yeğeni Azad, Amude’de iş bulamayınca Suriye’nin önemli merkezlerinden biri olan Deyra Zor’a göçetmiş. Terzilik yaparak geçimini sağlamaya çalışan Azad, kısa süre önce yaşamını Rodin’le birleştirmişti. Bu evlilikten Lara adlı bir de kız çocukları dünyaya gelmişti. Azad ve Rodin’in amacı her şeyleri olan kızları Lara’ya parlak bir gelecek yaratmaktı. Ancak onların umut yolculuğu da denizde son buldu.

Aynı kaderi paylaşan 20 yaşındaki Yılmaz ise, iç savaşın yaşandığı Suriye’de Esed yönetiminin seferberlik ilan etmesi üzerine bu ülkeden kaçmış. Zorla askere alma nedeniyle binlerce Suriye’li genç gibi Yılmaz da muhaliflere karşı savaşmamak için çareyi Türkiye’ye kaçmakta bulmuş. Dayısı Mehmet Zeki Oral’a misafir olan Yılmaz, bir süre sonra para kazanmak için İzmir’de bir lokantada bulaşıkçılık yapmaya başlamış. Yılmaz, ağabeyi Azad’ın, Avrupa’ya gitmeyi teklif etmesi üzerine gruba İzmir‘de katılmış.


Zulümden kaçtık


Denizde yaşamını yitiren Suriyeli mültecilerin evleri her gün dolup taşıyor. Evlerden ağıt ve zılgıt sesleri yükseliyor. Abdulselam Hasan, yaşadıklarını Kürtçe anlatırken, “Tüm aile, akraba zordayız. Biz şehitlerimize bakıyoruz. Burada zulüm, zorbalık görüyoruz. Onların cesetleri sudan çıkarıldığında biz çığlıklar attık.

Biz kan denizinden, ölüm denizine kaçtık. Kızım daha yeni gelindi. Kardeşimin oğlu damattı. Askeriyenin zulmünden kaçıp ölüm denizine düştüler. Amcam, dayım, İzmir denizi ağır bir denizdir, elimiz kelepçelidir...” diye ağıtlar yakıyor.

Bu ağıtlara kadınların feryat ve zılgıtları eşlik ediyor.

Denizden çıkarılan cesetlerin fotoğraflarını gösteren acılı aile fertleri, “Bak bu benim kızım, bu benim kardeşim” diyerek gözyaşlarına boğuluyorlar.


8 kişilik aileden 1 kişi kaldı


Gemi kazasında yaşamını yitirenler arasında Bırki ailesi de vardı. Bırki ailesinden 7 kişi denizde can verdi. Sadece 18 yaşındaki Dilaver Bırki kurtulmayı başardı. TIR şoförlüğü yaparak ailesini geçindiren 50 yaşındaki Serdar Bırki, çocuklarını Suriye’deki savaştan kurtarmak için yıllardır Avrupa’ya gitme hayali kuruyordu. İlçeden çok kişinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmesi üzerine harekete geçen Serdar Bırki, malını mülkünü satarak eşi ve 6 çocuğunu yanına alarak Türkiye’ye geçti ancak hayallerine kavuşamadan yaşamını yitirdi. 47 yaşındaki eşi Reca, hepsi öğrenci olan çocuklarından 17 yaşındaki Ahmet, 15 yaşındaki Midya, 13 yaşındaki Yezdin, 9 yaşındaki Pervin ve 8 yaşındaki Berzani de kurtulamadı.

Kardeşinin yanı sıra yengesi ve 6 yeğenini kaybeden Halidin Muhammet, “Kardeşim Serdar Avrupa’ya gitme planını bana açtı. Çok benimsemedim ama ‘gitme’ de diyemedim. Suriye’de savaş var. Kendisi TIR sürücüsü olduğu için mesleğini yapamıyordu. İstanbul’dan sonra Yunanistan’a geçmek için İzmir’e geçtiler. Ben onların, ‘Yunanistan’a ulaştık’ haberini beklerken, ‘gemi battı’ haberi ile dünyamız başımıza yıkıldı. Olaydan sonra İzmir’e gittim. Morgda teşhisten sonra cenazeler teslim edildi” dedi.

Ben, taziye çadırında ailelerle görüşme yaparken yanımdaki bir Amudeli kulağıma eğilerek, ailelerin ölümüne neden olan Amudeli kaçakçının ilçedeki evinin yakıldığını ve ailesinin bilinmeyen bir yere kaçtığını anlattı. Suriye’deki Kürtler arasında “kan davası” güdüldüğü ve bu geleneğin çok can aldığı anlatılıyor. Kaçakçının yerinin tespit edilmesi halinde öldürüleceğinden sözediliyor.


‘Gitme’ dedim, dinlemediler


Mardin’den Suriye’ye gelin giden, Azad’la Yılmaz’ın annesi Makbule Oral, 2 oğlu, kızı, gelini ve torununun acısını göz pınarları kuruduğu için artık içine akıtıyor. “Çocukların neden gitti” soruma, “Savaştan kaçtılar” karşılığını veren Oral, şöyle diyor:

“Ben gitmelerini istemiyordum. Bu olanlardan sonra yemek bile yiyemedim. Ciğerim yanıyor. Hepsi zulümden dolayı gittiler. Ben onlara, ‘gitme’ dedim ama beni dinlemediler. ‘Burada artık daha fazla dayanamayacağız, biz gideceğiz’ dediler. Yılmaz gitmeseydi şimdi askerdi. Oğlum Zekeriya 1 yıldan fazla oluyor askerliğini bitireli ama bırakmıyorlar. Yılmaz okul okurken Türkiye’ye gitti, zulümden dolayı mecbur gitti. Biz bunu nasıl unutacağız, nasıl üstesinden geleceğiz, bilmiyorum.”

Abdulselam Hasan’ın ağebeyi, 2 oğlunu denize kurban veren Abdullah Hasan ise, iç savaşta ölmesinler diye çocuklarının Avrupa’ya gitmesine izin verdiğini, ancak umutlarını suya gömdüklerini belirterek, “Yılmaz üniversite okuyordu. Oğlum Azad 1 yıllık evliydi. Suriye rejiminin zulmünden kaçtılar. Kaderleri böyleymiş. Yılmaz’ı askere alacaklardı, gitmesini istemedim, savaş vardı, ölmesinden korkuyordum ama gidip denizde boğuldu. Çocuklarımın ölümü kadar beni üzen şey, cenazelerinin tahtadan yapılan tabutlar içinde gelmesi oldu. Fransa’ya gitmek istiyorlardı. Kardeşim oradaydı, yanına gidip yeni bir hayata başlayacaklardı. Bunun heyecanını yaşıyorlardı” dedi.


Yan yana gömüldüler


Gemi kazasında ölen 39 Amudeli’den 37’si bu ilçede toprağa verildi. Ölenlerden 3’ü Dırbesiye, 1’i ise Kamışlı’da gömüldü. Amude’de aynı aileden ölenler yan yana defnedilirken isimleri Arapça ve Latince harflerle mezar taşlarına yazıldı. Gözü yaşlı kadınlar, “kan denizinden, ölüm denizine” yolculuk yapan akrabalarının topraklarının üstünü çiçeklerle donatmışlardı.