Kültür-Sanat

Gündüz Vassaf: Devletin bir ciddiyeti kalmadı; tutunacak dal kalmayınca diktatörlere dönüyoruz

"Gezi’nin felsefesi, şiddet değil, ilk önce ağaç sevgisi üzerine kuruluydu"

25 Ağustos 2016 15:11

Yazar Gündüz Vassaf, örgüte, partiye, hatta ideolojiye bağlı olmayanlara seslendiği ve "küresel Gezi gençliğine ve ebeveynlerine" ithaf ettiği yeni kitabı "Ne Yapabilirim?" ile ilgili olarak verdiği söyleşide devleti eleştirdi. "Artık devletin bir ciddiyeti kalmadı, hiçbir yerde güvenilmiyor" diyen Vassaf, "Benden sonra tufancı kapitalizmin denetlenememesi demokrasi adına inandırıldığımız kurumların iflasının ifadesi. Bütün bunlar olunca, dünyaya tabii ki kötümserlik egemen oluyor" dedi. Vassaf, "Tutunacak dal kalmadı. Tutunacak dal kalmayınca ne oluyor? Tarihin küllerinde kıvılcım arıyoruz. O zaman dinlere bir dönüş var tekrar. Diktatörlere dönüş var" ifadelerini kullandı. 

Gazete Duvar'dan Nida Dinçtürk'ün sorularını yanıtlayan (25 Ağustos 2016) Gündüz Vassaf'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:  

Kitabın önsözünde kötümserliğe kapıldıkça değişimin ertelendiğini söylüyorsunuz. Sizce bu bizdeki değişim gücünü zayıflatan, baskılayan, bizi bu kötümserliğe iten o habis hastalık ne?

Galiba David Hume’un sözü: Aslında tarih boyunca bütün güç, hep yönetilende olmuş, diyor. Çünkü çoğunluk onlar. İster işçi, ister köylü, ister kadın, ister çocuk… Fakat şiddet kullanma hakkı her zaman yönetende. Karşı gelememek, karşı gelmemiş olmak bizi kötümser kılıyor. Değiştirmeye çalışanların başına gelene bak. İşte son örneği Türkiye’de, Gezi’de. Bir de bu haksızlığa isyan öncelikle çocuklardan geliyor. 4 – 5 yaşındaki çocuk görüyor haksızlığı. Haksızlığa karşı bir pazarlığı, bir çıkarı da yok. Uykusu yok, annesi yat, diyor. E bu haksızlık, uykum yoksa niçin yatıyorum? Ama çocuktaki o isyan da annesi babası tarafından bastırılıyor. İlk önce anneye babaya uyum sağlasın diye bastırılıyor, ondan sonra mahalleye, öğretmene, polise, devlet başkanına… hep o değiştirme dürtüsü bastırılıyor. “Bak başına ne gelir? Kurt seni kapar.” Dolayısıyla, haktan yana çıkarsam başıma hep iyi şeyler değil, kötü şeyler gelebilir düşüncesiyle türümüz hep böyle gelmiş, gitmiş. O da bizi kötümserliğe itiyor. Kötümser insan dünyayı hiçbir zaman değiştiremez. İsyan edebilir belki ama o kötümserlikle yeni bir dünya asla kuramaz çünkü isyanı öfke, intikam üzerine kurulmuştur. Yunus Emre, “Düşmanımız kindir bizim,” der.

Ne yapmalıyız, sorusuna çoğunlukla alışmayacağız, bir parçası olmayacağız, karşısında duracağız gibi yanıtlar veriyorsunuz. Zaten temel sorunlardan biri bu enerjiye sahip olmayışımız değil mi? Bu enerjiyi biz nasıl bulacağız?

En kolayı şikayet etmeyerek. Şikayetle yetinene, ne yapabilirim diye vicdanını yoklamayana sus diyerek. Neye karşı şikayet ettiğimizi biliyoruz zaten. Şikayet eksiltiyor insanı. Vücudun metabolizmasını değiştiriyor, insanın uykusunu kaçırıyor, arkadaşlarıyla kavga ettiriyor, iştahını kapatıyor. İçinden bir şey gelmez oluyor. Bir tür hastalık şikayet etmek. Vurdumduymaz bile olmak şikayetçi olmaktan bin kat daha iyi özgürlük için.

 

"Devletin bir ciddiyeti kalmadı"

 

Bu kabulleniş, tüm dünya toplumlarında hâkim bir duygu mu?

Bence dünya kabuk değiştiriyor ve bir geçiş dönemi yaşıyoruz. İnsan türü ortaya çıktığından beri dünyanın kabuk değiştirmelerinin zirvesi bu belki. Bir; dine inanç vardı, yeryüzündeki bütün toplumlar dinle ve inançla yönetiliyordu. O bitti. Artık dinle siyaset yapılamaz. Birçok ülkede artık Tanrı’ya inanmayanlar o ülkenin yüzde 90’ını oluşturuyor. İki; insanı iyimser yapabilen, güzel bir gelecek düşündüren şey, 1500’lerde aydınlanmaydı. O da sarsıldı çünkü bilimin, Leonardo’nun büyük düşlerini -ki silah sanayiine de Leonardo yardım ediyordu- kötüye kullanabileceğini hepimiz biliyoruz. Onun da doruk noktası zaten Hiroşima’ydı. Aydınlanmaya da inanç bitti. Artık devletin bir ciddiyeti kalmadı, hiçbir yerde güvenilmiyor. Anketler bunu gösteriyor. Benden sonra tufancı kapitalizmin denetlenememesi demokrasi adına inandırıldığımız kurumların iflasının ifadesi. Bütün bunlar olunca, dünyaya tabii ki kötümserlik egemen oluyor. Çünkü tutunacak dal kalmadı. Tutunacak dal kalmayınca ne oluyor? Tarihin küllerinde kıvılcım arıyoruz. O zaman dinlere bir dönüş var tekrar. Diktatörlere dönüş var. Ama öbür taraftan da bakarsanız, bu kötümserliğin dışında, başka dünyalar yaratan, müzikle, keşiflerle, yeni teknolojilerle geleceğe bakan insanlar var. Yeni kuşakların dünyayı kavrayışları yepeyeni ahlaki ve evrensel ilkeler üzerine kurulu. Tüm boyutlarıyla hayatı keşfetmenin bir heyecanı var. Küreyi koruma duygusu ve dürtüsü başladı. Çünkü seviyoruz bu dünyayı. Bunlar hep iyimser ve aynı zamanda gerçekçi şeyler. Çevreyi pisleten devletler bile uygulamayacakları anlaşmalara hiç olmazsa imza atmaya başladılar.

 

"Sokağa çıkmamak olgunluk göstergesi"

 

Geçtiğimiz günlerde cumhurbaşkanı bir kez daha Topçu Kışlası’nı inşa etmekten söz etti. Gel gelelim, 2013 Haziran’ında Gezi Parkı’ndaki ‘direniş’e katılan birçok insan, tekrar sokağa çıkmayı düşünmüyor. Gezi hareketi de ‘kötümserliğe’ mi kapılıyor acaba?

Hiç. Asla. Bu, bir olgunluğun göstergesi. Çünkü devlet şiddet kullanabilir. Kendi halkına karşı şiddet kullanmaya mecbur kaldığını hisseden devlet, zaten devletin en zayıf hali. Çünkü son çaresi, kendi vatandaşına karşı silahla yürümek, onu öldürmek, kör etmek. Onu da kullanmazsa, iktidarı kalmadı demektir. Silah kullanmak, iktidarsızlığın, iktidarın inandırıcılığını yitirdiğinin ifadesi. E şimdi devletin şiddet kullanacağı belli, kullanmış bir defa ve inat ediyor. Ben devlete karşı değil, kimseye karşı şiddet kullanmak istemiyorum. Gezi’nin felsefesi, şiddet değil, ilk önce ağaç sevgisi üzerine kuruluydu. O zaman sokağa çıkmamakla sevgiyi korumuş oluyor. Siyasetten veya Gezi’yi korumuş olmaktan vazgeçmiş olmuyor. Sokağa çıkmamak çok olgun bir karar. Yenilgiyi kabul etmek değil, sevgiyi yaşatabileceği alanları kollamak demek. Yoksa küresel bir hareket olan Gezi bitmedi. Bilakis, daha nerelerden, ne çok farklı yerlerden çıkacak…


Söyleşinin tamamı için tıklayınız

 

İlgili Haberler