2016'dan bu yana cezaevinde olan HDP'li siyasetçi Gültan Kışanak, hapishaneden verdiği röportajda, demans hastalığına rağmen tahliye edilmeyen Aysel Tuğluk'la ilgili olarak, "Aysel’in artık ne zaman, neyi unutacağını bilemiyoruz. Bir an hatırlasa da bir süre sonra yeniden unutabiliyor" dedi.
HDP'li siyasetçi Gültan Kışanak, Beş yılı aşkındır bitmeyen bir yargılanma süreci yaşıyor. Yerel mahkemenin verdiği 14 yıl 3 aylık hapis cezası bölge mahkemesi tarafından bozulan Kışanak’ın davası “Kobani davası” ile birleştirildi ve bu davada yüzlerce yıl hapis cezası ile yargılanıyor.
Kışanak, "Hani “göz kulak olmak” diye bir deyim var ya; dışarının içeriye göz kulak olması gerekiyor. Tecrit ortamlarında içerideki mahpuslar, ne kadar duyarlı olsalar da gözleri hücre duvarının ötesini göremiyor; kulağı beton duvarları aşamayan sesleri duyamıyor." ifadelerini kullandı.
Kışanak'ın Çatlak Zemin'e yaptığı açıklamalar şöyle:
"Bu davayı aynı zamanda, kadınların özgürlük iddiasına duyulan bir öfke olarak görüyoruz"
-Cezaevinde beşinci yılı geride bıraktın. Hâlâ yargılanma sürecindesin. Temmuz ayında tüm davaların Kobani davası ile birleştirildi. Dava hakkında ne söylemek istersin ve sizi ne bekliyor?
-Bu davanın başkaca siyasal anlamları var. IŞİD barbarlığına karşı gösterilen toplumsal tepkiyi yargılama konusu yapmak, bu barbarlığa sahip çıkmaktır. IŞİD’in Kobane’de aldığı yenilgiyi, burada demokratik siyasete bedel olarak ödetmek istiyorlar. Oysa Kobane’de halkın gösterdiği direniş sayesinde Ortadoğu az da olsa bir nefes aldı. Bunda Türkiye demokratik kamuoyunun gösterdiği dayanışmanın da payı var. Biz kadınlar açısından ise IŞİD erkek egemen zihniyetin en vahşi hâlini ve örgütlü kadın düşmanlığını temsil ediyor. O nedenle bu davayı aynı zamanda, kadınların özgürlük iddiasına duyulan bir öfke olarak görüyoruz. Bir kadın olarak, “Neden Kobani’deki IŞİD saldırılarını durdurmak için basına demeç verdin” diye yargılanmak zoruma gidiyor. Vicdan ve sorumluluk sahibi bir kadın olarak, IŞİD’in tıpkı Şengal’de ve başka yerlerde olduğu gibi, kadınları esir alarak köle pazarlarında satmasını, cariye olarak kullanmasını sessizce bekleyemezdim. Bu davanın bir başka boyutu da Türkiye siyasi tarihinde sıkça karşılaştığımız derin devlet/kontrgerilla katliamlarının, solun/devrimcilerin üzerinden tartışılarak, üstünün örtülmesi, karanlıkta bırakılması geleneğinin bir devamı olmasıdır. Bu davanın bir başka mesajı ise sokağı demokratik muhalefete kapatmaktır. “Sakın sokağa çıkmayın provokasyon olur” söylemi bazı muhalefet partilerini sokağa çıkmaya korkar hâle getirdiği gibi, tüm demokrasi güçleri de aynı noktaya çekilmek isteniyor.
Dava dosyası tamamen kumpas belgelerle hazırlandığı gibi, yargılama süreci de adeta bir işkenceye çevrildi. İki hafta duruşma, bir hafta ara şeklinde seri yargılama yapılmak isteniyor. Tam bir işkence. İki hafta boyunca saatlerce bir sandalye üzerinde oturarak duruşmayı takip etmemiz, bir haftalık arada ise bini aşkın klasörden (yüz binlerce sayfa) oluşan dava dosyasını inceleyip hemen savunma yapmamız isteniyor. Ki kapsamı nedeniyle dava dosyası bizlere fiziki olarak tebliğ edilmedi, cezaevlerinin bilgisayarlarına yüklendi. Ancak cezaevlerinin koşullarına uygun saatlerde bilgisayar odasına gidip dava dosyasını inceleyebiliyoruz. Bu duruşma periyotlarında ısrar etmenin amacı avukatların duruşmaları düzenli olarak izlemesini engellemek, bizlerin savunma hakkını gasp etmek, dava dosyasındaki kumpas belgelerinin teşhir edilmesini engellemek. Ama bütün bu kumpaslara, bütün bu hukuksuzluklara rağmen bizler demokratik mücadelenin gereklerini mahkeme salonlarında da yerine getireceğiz. Kobane olayları denilen provokasyonun üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz. Bugün avukatlar, mahkemenin iki hafta duruşma, iki hafta ara şeklinde yeni bir karar aldığını söylediler.
"Garibe’nin sessiz çığlığını duyamadık, ona elimizi uzatamadık"
-Garibe Gezer… Tanıyor muydun; hiç iletişim kurma imkânın olmuş muydu? Cezaevinde yaşadıklarını, kadın gardiyanların cinsel saldırısını kamuoyuna duyurduktan birkaç ay sonra ölüm haberini aldık. Bu bir cinayettir diyorsun/diyoruz. Neler yapılabilirdi?
-Garibe Gezer’i tanımıyordum. Bu cezaevine getirildiğinde de haberimiz olmadı. F tipi cezaevleri öylesine bir tecrit mekânı ki birbirine yakın üç dört hücre dışında kimse kimseden haberdar olamıyor. Garibe getirildiğinde neler yaşadığı bilmiyorum. Ancak bir ara on gün kadar, benim kaldığım hücrenin de bulunduğu koridorda başka bir hücreye getirdiler. O zaman kendisinden haberdar olduk. Bağırarak konuşunca, az da olsa birbirimizi duyabiliyorduk. Açlık grevindeydi. Birlikte kalmak istediği bir arkadaşı olduğunu, onun yanına götürmedikleri için açlık grevi yaptığını söyledi. Cezaevi yetkilileri ile Garibe’nin talebinin kabul edilmesi için görüştük. Kabul etmeye pek yanaşmadılar. Kısa bir süre sonra da biz görüşteyken Garibe’yi alıp götürmüşler. Artık kendisiyle iletişim kurma imkanımız kalmadı. Ama yanına geçmek istediği arkadaşına yakın bir hücreye götürüldüğünü, açlık grevini bitirdiğini öğrendik. Ayrıca insan haklarına duyarlı avukatların kendisiyle görüştüğünü de duyunca, rahatladık. Garibe’nin cinsel şiddet gördüğüne dair haberi gazeteden okuduk. Bu cezaevinde böyle bir şey yaşandıysa buna karşı sessiz kalamazdık. Haberi yayınlayan Evrensel gazetesi, “basın ilan kurumundan ilan alma cezası aldığı” gerekçesiyle yasaklandı. Diğer gazetelerde konuya dair haber/yazı göremedik. Avukatlardan, dışarıdan bilgi almak istedik. Ancak ne yazık ki sağlıklı bir bilgi alamadan Garibe’nin yaşamını yitirdiğini öğrendik. Büyük bir şok yaşadık.
Garibe’nin yaşamını yitirmesi burada bulunan siyasi mahpus kadınların tümünde derin bir yara açtı. Bu korkunç sonu önlemek için neler yapabilirdik diye kendimizi sorguluyoruz. Garibe’nin sessiz çığlığını duyamadık, ona elimizi uzatamadık. Yaralı ve öfkeliyiz. Evet, F tipi cezaevleri katı tecrit mekanları ama yine de vicdani sorumluluk içimizi kemiriyor. Biraz da Garibe’nin direngen, asi ve özgüvenli hâli bizleri yanıltı. F tipi hücrelerde yirmi dört saat “kapı sesi mi geldi, kimin kapısını açtılar, slogan sesi mi geldi, ağlama sesi mi var, bir şey mi oldu” diye tetikteyiz. Rutin dışı bir ses duyduğumuzda, ne olduğunu öğrenmek için çırpınıp duruyoruz. Çoğunlukla da tahmin ve yorumlarla yetinmek durumunda kalıyoruz. Bu nedenle dışarıdan haber alabilmek çok önemli. İnsan hakları kuruluşlarının, hukuk mücadelesi yürüten kişi ve kurumların cezaevleriyle düzenli iletişim kurması gerekiyor, özellikle F tipi cezaevlerinde bazen içerideki dayanışma tek başına yetmiyor. Hani “göz kulak olmak” diye bir deyim var ya; dışarının içeriye göz kulak olması gerekiyor. Tecrit ortamlarında içerideki mahpuslar, ne kadar duyarlı olsalar da gözleri hücre duvarının ötesini göremiyor; kulağı beton duvarları aşamayan sesleri duyamıyor.
"Sürekli yanında birinin olması ve bir nevi hafıza yoldaşlığı yapması gerekiyor"
-Aysel Tuğluk… Yol arkadaşın, mahpus yoldaşın. Aysel Tuğluk’un hastalığına da gün be gün tanıklık eden biri olarak neler söyleyebilirsin? Bu noktada da cezaevi içerisinde kadın dayanışmasının önemi daha da ön plana çıkıyor. Cezaevinde kadınlar arasında nasıl bir dayanışma örüyorsunuz?
-Aysel Tuğluk… Aysel Tuğluk ile tanışıklığımız çok eskilere dayanır. İkimiz de aynı mahallede büyüdük. Sonra benim gazetecilik yaptığım yıllarda Aysel de avukatlık yapıyordu, insan hakları, adalet, Kürt sorunu, barış politikaları, kadın hakları gibi birçok konuda sık sık yollarımız kesişiyordu. Bazen benim için haber kaynağı, bazen de yol arkadaşıydı. Daha sonra da aynı partide birlikte siyaset yaptık, mücadele ettik. Son beş yıldan beri de aynı cezaevindeyiz. Yaşadığı travmalara bire bir tanık olmuş bir insan olarak, Aysel’in bugün yaşadığı sağlık sorunları ayrıca canımı yakıyor, yüreğim isyan ediyor. Aysel’in artık ne zaman, neyi unutacağını bilemiyoruz. Bir an hatırlasa da bir süre sonra yeniden unutabiliyor. Bu nedenle çok kaygılıyız. Sürekli yanında birinin olması ve bir nevi hafıza yoldaşlığı yapması gerekiyor.
Ne yazık ki hastalığın en azından seyrini yavaşlatabilecek imkanlardan yoksunuz. Eski tanıdıklar, sohbetler, sosyal paylaşımlar, tanıdık mekanlar vs. hafızayı diri tutacak tüm uyaranlardan uzakta, birkaç metrekare bir hücrede, her gün tekrarlanan rutin işlerden ibaret bir yaşam. Böyle bir ortamda teşhisi konulan demans hastalığının hızla ilerleyeceğini herkes biliyor. Bu nasıl bir vicdan. Demansın son aşaması, yutkunmayı, yatakta dönmeyi dahi unutma noktasına geliyor. Artık yaşamsal hiçbir fonksiyonu kalmıyor. Bizim henüz ileri aşamalara geçmeden Aysel’in cezaevinden çıkarılması konusundaki talebimizin, ısrarımızın nedeni bir yaşamı kurtarmak. Bu nedenle Aysel’in bir an önce çıkması, tedavi imkanlarına, hastalığın seyrini yavaşlatacak sosyal iletişim imkanlarına ve bakım desteğine kavuşması gerekiyor. Biz bu cezaevinde bulunan kadın siyasi mahpuslar olarak, Aysel’e mümkün olan sınırlar içerisinde destek oluyoruz. Ancak yetmiyor. Aynı hücrede en fazla üç kişi kalabiliyor. Aysel arkadaşın yanında iki arkadaşımız var, kendisine yardımcı oluyorlar. Tüm arkadaşlar Aysel’in bakımı için gönüllü. Ancak hem Aysel’in sağlığı açısından sık sık yanındaki kişinin değişmemesi gerekiyor hem de yanındaki arkadaşı istediğimiz zaman değiştirme imkanına sahip değiliz. Ayrıca hastaneye gidişlerinde, karantinada tek başına kalacak diye tutturuyorlar, bu sorunları bile epeyce uğraşarak çözüyoruz.