T24 - Hasan Cemal, üzerinde çalıştığı son kitabının adının 'Türkiye'nin asker sorunu' olduğunu açıkladı.
Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal'in "Gülleri, dostlukları, sevgileri sulamak gerekir!" (3 Ocak 2010) başlıklı yazısı şöyle:
Gülleri, dostlukları, sevgileri sulamak gerekir!
Geçen yılın yorgunluğu belki de... Sabah vakti bilgisayarın başına oturdum.
Ekrana boş boş bakıyorum.
Parmaklarım klavyenin üstüne gitmiyor.
Bomboş kafam, çuval gibi...
İçimden yazmak gelmiyor.
Yazma!
Doğru, köşe yazmak yerine otur kitabına başla yeniden.
Adını bile koydun:
Türkiye’nin asker sorunu!
Kapak için sevgili Bülent Erkmen’e rica bile ettin.
Üstelik güncel bir konu.
İyi satabilir Hasan Cemal...
Geçen yaz ne güzel gaz vermiştin kitaba, 400 sayfaya kadar çıkmıştın.
Yine tuğla gibi mi olacak?
Nası yani?..
Hep öyle yazmıyor musun?..
Biraz da tekrarlarla dolu kalın kalın kitaplar...
Öyle ama fena da satmıyorlar.
Bak, Meksika’lı büyük ozan Octavio Paz’ın ne diyor:
“Kendini beğenmiş insan kendini köreltir.”
Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Octavio Paz, kendi entelektüel oluşumunu anlattığı kitabını hem severek okumuştum, hem de iç burukluğuyla...(*)
Biliyorum.
Çünkü, o kitabın sayfaları arasında büyük ozanın hayal kırıklıkları da vardı. Siyasal kopuşları ve değişimleri sırasında içine düştüğü yapayalnızlıklar da vardı.
Bırak şimdi vıdıvıdıyı.
Önce şu köşeyi bitireyim.
İyi de nasıl?..
Boş boş bakıyorsun.
Hayatta soru sormak önemli!
Dünyanın hallerini sorgulamaktan vazgeçmektir, asıl insanı körleştiren...
Ha gayret, yarılandı yazı!
Geçen yıl yordu beni.
Abartma!
İyi de bizim memleket insanı yoruyor.
Belki de ütopyalarımız anlamsız olmadığı için öyle...
Yine büyük laf arayışı içindesin.
Kötü mü?
Bazen yakaladığın tek bir cümle bile mutlu eder.
Ama o kadar zor ki...
Yıllar geçtikçe yalnızlaşıyor muyuz?
Öyle galiba.
Çaresiz, yazdıkça yalnızlaşıyoruz belki de...
Özellikle son yıllarda yazıyla yalnızlaşma olgusu arasındaki ilintiyi daha çok hissetmeye, anlamaya başladığımı söyleyebilirim.
Siyaset meydanındaki kavganın keskinleşmesi, politik kutuplaşma gitgide besliyor bu süreci.
Düşünce ayrılıkları...
Demokrasiydi, laiklikti, ‘irtica’ydı, özgürlüktü, insan haklarıydı, hukukun üstünlüğüydü, ‘bölücülük’tü, Tayyip Erdoğan’dı, askerdi sivildi, ‘gizli gündem’di derken fena halde cepheleşti bizim memleket...
N’apalım?..
Değişim ya da kavga dönemlerinde böyle olur, kaçınılmaz..
Yazdıkça yalnızlaşmak bir yerde bizim gibilerin kaderi sayılabilir.
Çetin Altan şimdi nereden aklıma takıldı?
İnsan belleği bir tuhaf.
Çok uzun yıllar önce okumuştum. Sanıyorum, Akşam gazetesindeki bir köşe yazısıydı. Çetin Altan’ın yolu bir gün Atina’ya düşer. Galatasaray’dan bir sınıf arkadaşı, Atina’da Büyükelçi’dir.
Eli telefona gider ama vazgeçer aramaz diplomat arkadaşını. Onu rahatsız etmekten korkar. ‘Komünist’ bir yazarın ziyaretiyle arkadaşının kariyerine zarar verebileceğini düşünür.
Çetin Abi o yazısında, yanlış hatırlamıyorsam, yazmakla yalnızlaşmak arasındaki o ince, hassas bağı çok dokunaklı bir üslupla ifade etmiş olmalı ki, onca yıl sonra bile belleğimdeki izi kaybolmamış.
Zorla kendini, bitiyor yazı...
Ha gayret, bir kaç satır daha...
Sartre’ın şu sözü:
“Bir insan, onu tanıyan son insan öldüğünde ölür.”
Gerçek yalnızlık işte bu demek.
Eğer bu hayatta yalnız kalmak istemiyorsanız, o zaman Küçük Prens’in şu sözüne sarılın:
“Gülleri, dostlukları, sevgileri sulamak gerekir.”
Yazı bitti nihayet.
İyi pazarlar herkese!