Yoluna caz ile devam eden Fahir Atakoğlu yeni albümünü ve müzikal serüvenini anlattı.
Fahir Atakoğlu 25. sanat yılını geride bıraktı. "İstanbul in Blue" ile dünya listelerinin üst sıralarına demir atarken Grammy'e aday gösterildi. Çeyrek yüzyıllık başarılarla dolu müzik geçmişinde şimdiki durağı da caz kıyıları. Atakoğlu cazı da kendi bildiği gibi yapıyor. Üslubu tiyatral ve duyuşu buralı. Şu anda dünyadaki en iyi cazcılar arasında gösterilse de yine de kendini cazcı olarak görmüyor. Mütevazılık da deği bu. Çünkü müzisyen ve besteci olarak anılmak istiyor. Cazı, müziğin özgürlüğü olarak tanımlıyor. Fahir Atakoğlu ile hazırlıklarını tamamladığı, ama ismini söylemediği yeni albümünü ve müzikal serüvenini Cumhuriyet konuştu;
Atakoğlu, maziyi tazelemek ve yeni kuşağı yakalamak için eski eserlerini sıkça tekrarlıyor. Farklı kulvarlarda verdiği, dillere pelesenk onlarca müziğin altında imzası olduğunu hatırlatmak istiyor. "Ben sürekli yazıyorum, üretiyorum. Bunları da paylaşmak istiyorum. Çünkü müzik paylaşıldıkça kendini bulur. Müzik biraz da bu demektir zaten" diyor. Önümüzdeki aylarda yayımlayacağı albümünün müzikal ikliminin de yine caz çizgisinde olacağını söylüyor. Albümü kaydettiği isimler ise her biri kendi alanında birer müzik dahisi; basçı John Patitucci, El Negro lakaplı Kübalı davulcu Horacio Hernandez, Bob Franceschini, Brezilyalı gitarist Romero Lubambo, bu yıl Grammy'e layık görülen trompetçi Randy Breaker bunlardan ilk akla gelenler. Atakoğlu, "Bir yıldızlar takımıyla çalıştık. Dünya müziği ve caz listelerinde uzun süre görünecek, sıkı bir caz albümü yaptık" diyor. Atakoğlu müziğini tanımlamıyor. Tanımlamaların sınırlamalar olduğunu düşünüyor. Onu, solo ve orkestra ile dinlemek arasındaki farkı da seyircinin tercinine bırakıyor. Çünkü ikisinin keyifleri de onun için ayrı. Yine de trio ve beş kişilik ekiplerle, seyirciye yakın olarak çalmaktan mutlu olduğunu söylüyor.
Müzik kutusu
Atakoğlu aynı zamanda unutulmayan onlarca reklam müziğinin yaratıcısı. Hatta reklamcıların ona uygun gördüğü isimle o bir "Müzik kutusu", 1 il bette reklamda müziğin derdi kısa sürede kalıcı, etki yaratmak. O da bunu çok iyi yapıyor. Atakoğlu'na göre müziği, gücünü melodiden alıyor. Alametifarikası akılda kalıcı olması. Besteleri de enstrümanından bağımsız. Çünkü melodileri ortak bir duyguyu taşıyor, Atakoğlu, "Müziğim hiçbir zaman başkaları hissetsin diye olmadı. Sipariş işlerde de bundan taviz vermedim. Aşkı, yalnızlığı nasıl yaşarsam öyle geçer müziğime. Bunu egoistçe görenler de var. Belgesel ve filmlerde ise duvguvu katmak daha kolektif bir çaba. Çünkü yaşanmışlık müziğe bir sorumluluk yükle diyor. Belgeseller deyince elbette işin rengi bir anda değişti.
Benim aklıma hemen "Dargın Değilim" belgeselinde Menderes'in idama giderken çalan, sonradan da Sezen Aksu'nun sözleri ile Sertab Erener'in "La'l" albümüne giren melodi, San Zeybek'in unutulmaz müziği ve "12 Mart" belgeseli geliyor. Atakoğlu yaptığı bu eserleri Türkiye'nin yakın tarihine yaklaşmak için büyük bir fırsat olarak gördüğünü ve dönemin müzikal dokusunu örebildiği için de çok şanlı olduğunu söylüyor. Bu yüzden Mehmet Ali Birand ve Can Dündar ile çalışmış olmasından memnun. O bunu, doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanların bir araya gelmesi olarak özetliyor. Belgesellere müzik yaparken de, "Beğenecekler mi, beğenemeyecekler mi?" kaygısına bulaşmamanın ilk şart olduğunu anlatıyor. gelince pek çok şey doğallığını yitiriyor. Ona göre müzik bilgi işi değil. Bilgiye dayanmak bazen yaratıcılığı köreltebiliyor. "Piyanonun içinde yaşayan çok insan gördüm. Teknikleri de muhteşemdi, ama "ruh"ta mekanize olan bir şeyler vardı. Bu büyük bir uçurum. Dengeyi tutturmak gerekir. Önemli olan ruh ve duygudur" diyor.
İki kez bir numara oldu
Fahir Atakoğlu denildiğinde, Can Dündar, Sertab Erener, Sezen Aksu, Onno Tunç, Aşkın Nur Yengi gibi müzik ve sanat dünyasının büyük isimlerinden bir liste geliyor akıllara. O bu isimlerin birlikteliğinin mayasını dostluk olarak görüyor. Mazhar Fuat Özkan ile çalıştığı günleri de tebessümle anıyor. Müziğin tüketiminin bugünkü durumundan ise rahatsız. Müziğin yalnızca eğlence kültürünün bir parçası olmasından yakınıyor. Temponun da artığını söylüyor:
"Şimdilerde 140-150 tempoya ulaşılıyor. 20 yıl önce bu yoktu. Tınılar da elektronikleşti. Bir yandan endüstriyel müzik tabana yayılırken, bir yandan akustiğe dönüş hızlandı". Müzik sektörünün zayıfladığı ve rekabetin şiddetlendiği bu dönemde, onun içinde varolabilmek zor. Atakoğlu bu sancılı zamanda dünya müzik listelerinde iki defa bir numaraya yerleşti. Ona göre işin sırrı iyi müzik kadar iyi pazarlama stratejileri. Yani oyunu kuralına göre oynamak. Ne de olsa müzik artık üretim için olmasa da tanıtım ve pazarlama açısından bir takım işi. Atakoğlu Türkiye'de caza at gözlüğü ile bakılmasından sıkıntılı. Bunu yapanların da çoğu zaman onu üretenler ve sunanlar olduğunu düşünüyor. "Beni Türkiye'de caz festivalleri çağırmıyor.
Dünyada o kadar caz kurdunun arasında 15. sıraya kadar yükselmişim, İstanbul Caz Festivali'ne çağırılmıyorum. Bu da enteresan bir durum" diyor. Şimdi ise pek çok yeni projenin ön çalışmasını yapıyor. Aşık Veysel'in eserlerini, Yavuz Bingöl ve Sertab Erener ile birlikte Aşık Veysel'in eserlerini, Yavuz Bingöl ve Sertab Erener ile birlikte yorumlayacağı bir projenin heyecanını taşıyor. 2010 için de pek çok projede onun adı geçiyor.