Gündem

Görmüş: Taraf, 'olayın tarafı' olmayı beceremedi

Alper Görmüş, Taraf'ın 1 Mayıs 1977 yayınlarını eleştirdi, gazetenin, 'hüküm vermek' gibi bir tuzağa düştüğünü söyledi

18 Mayıs 2012 11:18

Alper Görmüş

(Taraf, 18 Mayıs 2012)

araf, Halil Berktay’ın başlattığı “1 Mayıs 1977’de ne oldu?” tartışmasını gazete olarak devralıp sürdürme yönünde bir karar aldı ve bunu uyguluyor. Taraf’ın kararının doğruluğu hususunda hiçbir kuşkum yok. Fakat gazetemizin tartışmayı yürütürken benimsediği editoryal tercihlerin problemler taşıdığı kanaatindeyim.

 
Gazetecilik bir “şüphe” mesleği... İyi gazetecilik, şüpheli alanlara girip soru sorma cesaretini gösterebilenlerin hak ettiği bir sıfat... Yasemin Çongar, kendisine Taraf’ı farklı kılan şeyin ne olduğunu soran bir yabancı meslektaşına şu basit fakat çok anlamlı cevabı vermişti: “Soru soruyoruz...”
 
Taraf, bu ölçüye vurulduğunda yıldız gibi parlayan bir gazete...
 
Fakat gazeteci de bir insandır ve bütün insanlar gibi sorduğu sorunun cevabını da bulmak ve ilan etmek arzusunu her zaman içinde taşır.
 
İşte bu insani heyecan “iyi gazeteciliğin” önündeki en büyük tuzaklardan birine kapı aralar: Soru sormakla yetinmeyip cevabı da yapıştırmak, hüküm vermek!
 
Taraf’ın zaman zaman bu tuzağa düştüğünü ben şahsen gözlüyorum, yazılarımda bunlardan birkaçına işaret de ettim. Doğrusu, 1 Mayıs 1977 tartışmasında da aynı tuzağın izlerini açıkça görebiliyorum.
 
Kuşkulu durumlar “hüküm dili”ni kaldırmaz
 
Neşe Düzel’in iki eski İlerici Gençler Derneği (İGD) yöneticisiyle gerçekleştirdiği söyleşi (Taraf, 14 ve 15 mayıs), tartışmayı sözünü ettiğim tuzağa düşmeden yürütmenin iyi bir örneği... Bu söyleşide, İGD’nin eski genel sekreteri Alaiddin Taş’ın faydalı ve gerekli bulduğu 1 Mayıs 1977 tartışmasının yürütülüş biçimine yönelttiği eleştiriye tamamen katılıyorum:
 
“Eğer bu tartışmalar bizi hırçınlaştırıp, yeni bir saldırgan kültürle birbirimizi suçlama noktasına götürecekse, bundan kimseye bir fayda çıkmaz. Şu anda Taraf’ta ve internet sitelerindeki tartışmalar sağlıklı değil. Elbette geçmişini tartışmayan, tarihiyle yüzleşmeyen dinamik bir hareket demokrat olamaz ve kendi gerçeğini yansıtamaz. Elbette sol önce demokrat olacak, konuşacak ve tartışacak. Ama Taraf da bu tartışmalarda tartışmanın bir tarafı değil, ‘olayın tartışılmasının tarafı’ olacak.”
 
Bence de Taraf, “olayın tartışılmasının tarafı” ve bir “platform” olarak kalmayı beceremedi. Bunun için soru sormakla yetinmesi gerekirdi fakat yetinmesini bilemedi. Sonuçta kuşkulu, tartışmalı durumlarda benimsenmesi gereken dilden uzaklaştı, “hüküm dili”ne yaklaştı ve “tartışmanın bir tarafı” olarak algılandı.
 
Bence bu algıyı yaratan editoryal tercihlerin ilki ve en talihsizi, konunun Taraf’ın haber sayfalarına taşındığı ilk gün olan 2 mayısta ortaya çıktı. Tartışmayı bir televizyon kanalında yaptığı konuşmayla başlatan Halil Berktay’la gerçekleştirilmiş ilk gazete söyleşisinden söz ediyorum...
 
“77 katliamından solcular sorumlu” başlıklı bu söyleşinin sunumunda aynen şu cümleler yer alıyordu:
 
“34 kişinin öldüğü 1 Mayıs 1977 olayları, o gün meydanda olan Halil Berktay’a göre, birbiriyle çatışan solcuların marifeti. (...) O gün Taksim Meydanı’nda yaşananlara çok yakından tanıklık eden Tarihçi-yazar Halil Berktay’a göre, ortada ne kanlı bir derin devlet komplosu ne de etrafa gizlenmiş keskin nişancılar vardı. Sol, kendi rezilliğinden bir mağduriyet efsanesi çıkardı.”
 
Bu, Berktay’ın söyleşide ifade ettiği “Tabii, devletin ajanları sızmış olabilir. Önemli olan şu ki, solun izlediği politik çizgiler itibariyle onlara çok elverişli bir ortam vardı” cümlesini hiç dikkate almayan; sonuçta da okuyanlarda devletin, Kontrgerilla’nın o meydanda hiç bulunmadığı, bir provokasyon için fırsat kollamadığı algısına yol açan bir sunuştu. Oysa söyleşinin bütünü okunduğunda ortaya çıkan şey şuydu: Halil Berktay, ortaya çıkan manzarada bir derin devlet parmağı olabileceği ihtimalini reddetmiyor, fakat o parmağın işini görmesi için solcuların ona nasıl zemin hazırladığına dikkat çekmek istiyordu.
 
Gazete muhtemelen Berktay’ın Sular İdaresi’nden ve Intercontinental otelinden kurşun sıkılmasını “palavra” olarak nitelemesinden yola çıkarak varmıştı bu sonuca... Şöyle bir akıl yürütme yani: Madem 1 Mayıs 1977’yi bir “derin devlet planlaması”nın ürünü olarak görenler bugüne kadar hep bu iki “delil”e başvurmuştu, bu “delil”ler yanlışlanırsa derin devlet provokasyonu iddiası da çökmüş olurdu. Nitekim Taraf bu ilk yayının ardından enerjisini sürekli olarak Sular İdaresi’nden ve otelden ateş açıldığı iddiasının gerçekten de “palavra” olduğunu göstermeye ayırdı.
 
Devletin otele, Sular İdaresi’ne ihtiyacı yoktu
 
İyi de, derin devletin orada ille de o iki noktadan ateş açan silahlı ajanlar suretinde var olması gerekmezdi ki... Hatta 1 Mayıs 1977’ye ön gelen günlerdeki korkunç gerilimi dikkate alırsak, o meydanda büyük bir paniğe yol açmak için hiç böyle bir şeye gerek olmadığını hemen anlarız... O öyle bir gerilimdi ki, “içeride” yer alan birkaç solcu görünümlü ajan sayesinde arzu edilen sonuca ulaşmak çocuk oyuncağıydı... Şunu bile söyleyebiliriz: Kontrgerilla’nın elinde böyle bir imkân varken o iki noktadan ateş açmak, göze alınması son derece mantıksız ve gereksiz riskler olarak görünüyor... Çünkü oradan ateş açıp da alandaki yüzbinlerce insan tarafından fark edilmemek ve bilahare yakalanmamak pek mümkün olmazdı.
 
Ben, tartışma boyunca dile getirilenlerin yanı sıra bu mülahazalarla (da), o gün o iki noktadan alandakilerin üzerine ateş açıldığı yönündeki tanıklıklara fazla itibar etmiyorum.
 
Fakat dediğim gibi, bu, o gün Kontrgerilla’nın orada olduğu ve bir tertip düzenlediği iddialarını çürütmez.
 
Bu noktada kendi geçici kanaatimi şöyle özetleyebilirim: O gün orada derin devlet ve Kontrgerilla vardı, bir tertip hazırlamıştı ve bu tertibi hem kolay hem garantili bir yol üzerinden; sol içine sızdırdığı ajanları marifetiyle gerçekleştirdi. (Sol gruplar arasındaki gerilimin yoğunluğunu dikkate alırsak, belki buna bile gerek kalmadan olup bitti her şey. Belki paniğe yol açan ilk ateşin sahipleri “ajan solcu”lar değildi de “samimi ve iyi niyetli solcular”dı; fakat bence bunun fazla bir önemi yok.)
 
Berktay: “Bir devlet tertibi olmuşsa esas böyle olmuştur”
 
Halil Berktay, 16 mayıs tarihli yazısını bu ihtimali tartışmaya ayırmıştı:
 
“(...) Pekâlâ olmuş olabilir; hattâ bir devlet tertibi olmuşsa esas böyle olmuştur diyor ve son tartışmada da, başından beri bunu söylüyorum.”
 
Berktay böyle diyor ama bence gerek onun önceki yazılarında gerekse de Taraf’ın yayınlarında bu gayet silik işlenmiş bir tema olarak kaldı. Esas vurgu hep “sol” üzerinden gitti ve bu da yukarıdan beri sözünü ettiğim algıya yol açtı.
 
6 mayıs tarihli Taraf’ta İpek Çalışlar ve Güldal Kızıldemir’in 1986’da Nokta dergisi için hazırladıkları 1 Mayıs 1977 dosyası yayımlandı. Çalışlar, o dosya için “26 yıl önce o efsaneleri ortaya çıkarmıştık, o gün kimse umursamadı” demişti.
 
Bence bu önemli... O gün umursanmayanın bugün bu kadar gürültü koparmasında hiç kuşkusuz “Taraf gıcıklığı”nın bir payı var. Fakat o dosyanın dili de çok şey söylüyor. Bence, kuşkulu ve toplumsal hassasiyet içeren konularda haber dilinin ne olması gerektiği hususunda ondan öğrenecek çok şey var.
 
Bitirirken memnuniyetle ifade edeyim: Taraf’ın tartışmayı son günlerdeki götürüş biçimi, ilk günlerdeki yanlıştan dersler çıkarıldığı izlenimini veriyor.
 
Şunu da söyleyeyim: Bana, “Hangisini tercih ederdiniz: tartışmanın hiç açılmamış ve bu yanlışların hiç yapılmamış olmasını mı, yoksa her şeye rağmen tartışmanın açılmış olmasını mı” diye sorarsanız, cevabım “Her şeye rağmen tartışmanın açılmış olmasını” şeklinde olacaktır.
 
***
 
Murat Yetkin’in açıklaması
 
Gazeteci Murat Yetkin bana bir açıklama gönderdi, aynen yayımlıyorum:
 
“‘Özden Örnek günlükleri’ olduğu iddianamelerde de yer alan metinlerde benim adımın geçtiği iki bölüm var. Bunlardan bir tanesi ve dönemin Genelkurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök ile yaptığım öne sürülen bir konuşmanın aktarımıyla ilgili.
 
Hakkımda yıllardır karalama kampanyalarına malzeme yapılan bu iddiayla ilgili ilk kez 6 Temmuz 2008 tarihli Radikal gazetesinde yazdığım kategorik yalanlamayı size iletmek istiyorum.
 
Bu metinde yazdığım ve daha sonra defalarca söylediğim gibi bu bölüm benim bakımımdan yok hükmündedir. Bu, benim otuz yıllık meslek geçmişime, mesleğe bakışıma, üslubuma, lisanıma tamamen aykırı bir durumdur. Sayın Özkök ile aramda böyle bir konu geçmemiştir; kendisine sorulabilir. Bu, ya bir başkası tarafından o metinlere eklenmiş bir bölümdür, ya da bir başkası ile geçen bir görüşmede isim karışıklığı olmuştur diye düşünüyorum. Yani öyle bir konu benim açımdan olmamıştır, bir başkasıyla olmuşsa da benim bir ilgim ve bilgim yoktur.
 
Bunu her düzeltişimde, konu iddianamede yer alıyor olsa da kaynak olarak siz gösteriliyorsunuz. Bu nedenle sizin dikkatinize getirmek istedim.”

İlgili Haberler